
Erdem AKÇA
İlim ve Şekil
Gözle görüldüğü üzere insan, güneş, dünya, çiçek, taş, bulut, kristal, kum, toprak ne kadar nesne varsa, hepsinin ya bizzat veyahut dolayısıyla bir şekli bulunuyor. Sıvı ve akışkan yapıda olanlar girdikleri yerin, aktıkları vadinin, geçtikleri yolun şeklini almakla “Şekli olmayanın her şekle girebileceği hakikati”ni bildiriyorlar.
Canlılık, bir hücre halinden yetişkin, yaşlı ve ölü haline gelene kadar değişken bir şekil arz etmekle nisbeten bir akışkan hal sergiliyor. Cansız yapılar ise sabit bir şeklin taşıyıcısı olarak bulunuyor ve görünüyorlar. Ciddi ve sarsıcı bir hadise olmadığı sürece cansızlarda şekil değişikliği meydana gelmemektedir.
Şekil, nesneler açısından ve onların görünebilmeleri noktasından olmazsa olmaz bir unsurdur. Nasılki deri ve kumaş, bir şekil alınca elbise ve ayakkabı oluyor. Aynen öyle de yeryüzünde bulunan zerreler, özellikle karbon-hidrojen-azot-oksijen atomları belirli bir şekil almakla kıymetli, yararlı, istifadeye açık, hoş ve güzel bir görüntü alıyorlar. Bu şekil ve kalıbı onlara veren, tayin ve takdir eden, “ilim”dir. Bu noktada şu tespiti rahatlıkla yapabiliriz:
İlim tecelli ettiğinde kendini ölçü ve miktar tayin ve takdir etmelerle gösterir. Bu ölçüler ana hatlardan detaylara kadar ayrı ayrı özellikler belirleme ile kendini gösterir. Bir mühendisin bir bina şeklini çizmesi gibi… Bu belirlenen şekiller arasında muvazene ve uyum da gözetiliyorsa o vakit bu şekil “güzellik” taşıyıcı olur. Bu güzellik taşıyan şekil, içinde bulunduğu zaman ve mekânın görkemli, geniş ve hayret verici yapısı ile de bir uyum ve muvazene sergilerse “mükemmellik” onda belirmeye başlar.
Bu şekil ve kalıp, o nesne veya canlı açısından hareketlerini belirleyici bir yapı da arz etmektedir. Mesela kare şekilli bir taş, zorlukla kımıldatılabilirken, yuvarlak bir taş veya nesne kolaylıkla kımıldatılabilir. Kare şekillinin hareket esnekliği dar iken yuvarlak yapıda olanın esnekliği gayet geniştir.
Şeklin ve kalıbın belirleyiciliği canlılarda çok daha belirgindir. Bu belirleyicilik o nesnenin hem varlık gayesini, hem mahiyetini, hem hareketliliğini, hem daha birçok yönünü gösterir. Mesela bir kavuna bakan birisi onun kokusu, rengi, tadı ve şekli noktasından hareketle kavunun yenilmek için yaratılmış olduğunu anlayacaktır. Bir koyunun şekil ve kalıbı ile arslan ve kurt gibi hayvanların kalıpları bu mesajı onlara bakanlara verdiği gibi aynı zamanda bakanlara bu canlıların içyapısı hakkında da bilgi veriyor. Arslanın ve kurdun yırtıcı karakterleri ile yırtıcı yapıdaki sivri dişleri, pençeleri ve ürkütücü görüntüleri arasındaki uyum bir manevi şekil ve maddi şeklin varlığını ve mükemmelce birbirlerini tamamladıklarını ve farklı bir güzelliği sergilediklerini gösterir. Koyunun görüntüsü ve uysallığı da öyle… Hem kuşlardaki kanatlar, balıklardaki yüzgeçler, kara canlılarındaki uzun ve kıvrak bacaklar onların hareket tarzlarını, hem bu noktadaki kabiliyetlerini belirleyen ve gösteren unsurdur.
Bu hareket ve faaliyet çeşitliliği maddi kalıp ve şekilde kendini hissettirdiği ve gösterdiği gibi, manevi kalıp ve şekilde de kendini gösterir. Manevi âlem kendini en bâriz olarak insanda sergiler. İnsanlar üzerinde madde ve kalıp etkili olduğu gibi, daha yoğun bir şekilde maneviyat ve içyapı hâkimdir. Fikriyat ve hissiyat insanın dış görüntüsünü halden hale sokar. Aldığı bir kötü haberle çöken, üzüntüyle yıkılan, halsiz, güçsüz, harekette isteksiz bir insana biraz sonra –yalan olması muhtemel- o haberin asılsız olduğu bildirilse ve kişi ikna edilse o kişi birden dirilir, hareketlenir, koşar, coşar, güçlenir, kıvrak bir hal sergilemeye başlar. Bu değişmez hal, her bir insanda gözükür. Bu gösterir ki, insanda hâkim unsur madde, kalıp ve zerreler değil; mana, duygular ve ruhtur. Kur’an tam bu noktada şöyle bir tespit verir:
“Kul küllün ya’melu alâ şâkiletih” (De ki: ‘Bütün insanlar şâkilelerine, şekil verici yapılarına göre iş görürler, amel ederler.’) Şâkile, ruhun maddeyi şekillendiren, onda hükmeden manevi cephesi ve otoritesidir. Bu âyetin sonrasındaki âyet ise “ruh” hakkında sorgulama yapıldığını ve Allah’ın da kısa bir bilgi verişini anlatıyor.[1]
Bu inceleme gösteriyor ki, mutlak olanın şekli olmaz. Şekli olmayan, her şekilde kendini gösterebilir, görünebilir. Bir kral, bir insan, bir ağaç, bir güneş gibi…
Evet görünmek, ancak şekil ve kalıba bürünmekle olabilir. Şekil ve kalıp ise, ilimle belirlenir. O halde her görünen nesne sabit ve değişken yapısıyla ilim aynası, hakikat penceresidir. İlim o şeyde yoğunlaştıkça, kendini daha bir bâriz kılar. Canlılık üstünde ise, ilim mutlak bir otorite kurar. Bu otoriteye Kur’an, “Kürsî” demektedir. Yâni ilim hâkimiyeti…[2]
Her yumurta, bir kuş ve hayvanı doğurur, bir ağacı doğurmaz. Çünkü ilim otoritesi ve kalıbı bulunuyor. Her şey ilimce belirlenmiştir. Tohum ve çekirdeklerden de hayvan çıkmaz. Hatta ilmin hâkimiyeti daha dar dairelerde de kendini gösterir. Mesela binlerce yıllık insanlık gözlemlerinde müşahede edildiği üzere bir zeytin çekirdeğinden, incir ağacı; incir çekirdeğinden ise zeytin ağacı çıkmamaktadır. Çünkü ilim hükmediyor. Canlıların genetik yapısında bir oynama olduğunda, mesela 46 kromozomlu insan yapısı 45 veya 47 olduğunda doğan kişinin değil zihin, his, algı yapısı hatta dış görüntüsü bile bozulmaktadır. İlmin çizdiği yapıya yapılan müdahaleler zarar vermekten, istisnalar hariç süregelen yapıyı kısırlaştırmaktan başka bir işe yaramamaktadır. Eşekle eşek çiftleştiğinde milyonlarca yıl sürecek bir nesil açığa çıkarken, at ve eşek çiftleştiğinde, kısır ve devam etmeyen tek bir katır veya ester ortaya çıkıyor.
İlim bu yapısıyla insan hariç bütün canlı ve cansızları kontrolü, otoritesi, hükmü altına alıp çalıştırıyor. İnsanda ise, hür irade olduğu için insan ilmin ona çizdiği şuur-altı yapılara da tabi olabiliyor, boş bir levha hükmündeki zihninde çizdiği çizgilere de tabi olabiliyor. İslam itikad âlimleri “Âlemde her nesnede mâlûm (bilinenler), ilme tabidirler. İnsanda ise, Allah’ın ilmi zorlayıcı değildir. O yüzden insanda İlâhî ilim, mâlûmun istek ve iradesine göre bir takdir ve kader çizer” demişlerdir. Bu hür irade noktasında Allah kimseyi zorlamamaktadır. Fakat kendi yapısını iyi okuyan ve keşfeden, kâinatı ve düzeni anlayan ve çözen bütün peygamberler, âlimler ve veliler bu hür iradelerini severek İlâhî iradeye tabi etmişlerdir. Çünkü Allah’ın onların hayrını onlardan daha fazla istediğini, her bir hadise ile onların mükemmelleşmesini arzuladığını, her bir emir ve yasağının hak bir gerekçesi ve ilmî bir dayanağı olduğunu, Onun çizdiği yol dışında bir hak, bir hakikat, bir aydınlık, bir güzellik ve mutluluk olamadığını tecrübe ederek bilmişlerdir. O noktada onlar da kadere tabi olmuş, kemale ermişlerdir. İlmin çizdiği halife projesini, o manevi şekli kendi üzerlerinde sergilemişlerdir. Fakat bunu gönüllü olarak yapmışlardır. Gemiye binip başındaki ve belindeki yüklerini gemiye bırakan mütevekkil adam gibi…
İlim, şekil ve kalıp arasındaki bu ayrılmaz ilişki, hem kalıpsız ve şekilsiz bir nesnenin ne var olup ne var kalabileceği realitesi gösteriyor ki, canlıları teşkil eden, idare eden, RNA ve daha derinde DNA denilen ilim kalıpları, manevi mimariler ve mühendislikler gibi, cam kristallerinden kum tanelerine, kar tanelerinin şekillerinden dolu ve yağmur damlalarına, taş ve kayalardan kömür, elmas ve pırlantalara, buzdağlarından bulutlara, dağlardan vadilere ve mağaralara, dünyamızdan aya, gezegenlere, yıldızlara ve güneşimize, gözle görünen ve teleskopla göze görünür kılınan her nesneye kadar her şeyde bir ilim kalıbı, ilim takdiri ve hâkimiyeti mevcuddur, göze görünüyor. Kur’an’da bu hâkimiyete “Kürsî” denilmektedir. Her bir canlı ve her bir nesne birer kürsi olduğu gibi bütün yaratılmışlar sistemi de kürsiye dâhil olmak zorundadır. Nitekim Âyete’l-Kürsî’de şöyle denilmektedir: “Onun Kürsisi, ilim hâkimiyeti gökler ve yerküreyi kaplamıştır, onun dışına hiçbir şey çıkamaz.”[3]
Hz. Peygamber (ASM) hafız ve âlim olan sahabesi Übeyy bin Kâ’b’a (RA) sorar:
-”Kur’andaki en büyük âyet nedir?” Übeyy (RA) cevap verir:
-”Kürsi âyeti.”
Hz. Peygamber (ASM) bunun üzerine şöyle der:
-”Allah, ilmini mübârek kılsın!”[4]
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.