Tarihî ve Siyâsî Rüyalar: Osmanlı Devleti Padişahları ve Yöneticilerine Ait Rüyalar

1.Rüya: 26 Eylül 1538 günü Preveze’de demirli bulunan Türk donanmasının baştardasında (Amiral Gemisinde) Kaptan-ı Derya Barbaros Hayreddin Paşa (M.S.1478-1546), sevdiği ve güvendiği arkadaşlarını toplamıştı. Onlarla, iki üç gün sonra başlayacak olan büyük savaş hakkında konuşuyor, hepsinin ayrı ayrı görüşlerini alıyordu.

Turgut Reis, Murad Ağa, Seydi Ali Reis, Ali Gülle, Salih Reis, Güzelce Ahmed, Sadık Reis, hepsi orada idi. Su ve ateş içinde yetişmiş olan bu deniz kahramanları, Barbaros’a, onun denizcilik bilgisine hayrandılar. O ne söylerse, boyun eğmekten adeta bir zevk duyarlardı. İçlerinde en pervasızı, muhakkak Murad Ağa idi. Denizlerde saçını ve sakalını ağartmış olan bu kaptan, söz sırası kendisine geldiği zaman:

-“Küffara hemen saldırmak evlâdır. Ne beklersiz?” dedi.

Turgut Reis ise daha temkinli hareketi tavsiye ediyor ve düşmanın çok büyük bir armadaya sahip olduğunu söylüyordu. Koca Barbaros, bütün arkadaşlarının fikirlerini can kulağıyla dinliyor ama konuşmuyordu. Hepsinin fikri, tedbiri elden bırakmamak üzerinde toplanıyordu. Yalnız Murad Ağa’yı ikna etmeye imkan yoktu. Murad Ağa, her ne pahasına olursa olsun düşmana hemen baskın tarzında bir hücum yapılmasını istiyordu. Hatta biraz ileri giderek:

-“Yoldaşlar, ne korkarsız? Bize Hayreddin’li derler!” cümlesini bile ağzından kaçırmıştı.

Bu “Ne korkarsız?” suali üzerine, kaptanlar yerlerinden hafifçe doğruldular. Böyle bir ithama ilk defa maruz kalıyorlardı. Bunu başkası söylemiş olsaydı, cezası çok ağır olabilirdi. Ama Murad Ağa, Kaptan Paşa’nın gemisinde Barbaros’un yeşil sancağı dalgalanırken adeta kendisinden geçer ve öyle dövüşürdü. Kahramanlığı, cesareti ve fedakarlığı şüphe götürmezdi.

Barbaros, arkadaşlarının kızdıklarını anlamıştı. Ortalığı derhal yatıştırdı:

-“Yoldaşlar, üzülmeyin! Murad’ı hepimiz tanırız, ağzından kaçtı. Andrea Dorya’nın armadası ne kadar büyük olursa olsun, Allah zaferi bize müyesser kılacaktır. Ben kaç yıldır Dorya le hesaplaşmak isterdim. Kısmet bu günlerde imiş. Alnımızda ne yazıldı ise, o olacak. Ama Devlet-i Aliyye’nin donanmasını ateşe körü körüne atmak bize düşmez. Biz Kaptan-ı Derya’yız. Bize ihtiyat yaraşır.”

Bu sözler etkisini gösterdi. Murad Ağa, mahcup olmuştu:

-“Sen ne istersen, öyle olsun paşa baba. Öl de, ölelim” dedi.

Barbaros düşünceli idi. Arkadaşları onun yüzündeki endişeyi görmüşler, fakat bir şey sormaya cesaret edememişlerdi. Barbaros endişesinde haklı idi. Çünkü Andrea Dorya’nın armadası, Donanma-yı Hümayun’dan gemi bakımından üç, asker ve top bakımından sekiz defa daha fazla idi. Müttefikler, Akdeniz’den Türkleri çıkarmak için harekete geçmişler; 166 kadırga, 140 yelkenli, 300 nakliye ve yardımcı gemisi ile 2595 top ve 60 bin asker toplamışlardı.

Akşam yemeği baştardada yenildi. Sonra Barbaros arkadaşlarını yalnız bırakarak kamarasına çekildi. Günlerdir gözüne uyku girmemişti. Barbaros gider gitmez, baştardanın ufak salonunu bir sessizlik aldı. Salih Reis bu sessizliği bozdu:

-“Ne susarsız? Sonra Murad, bizim korkumuzdan ağzımızı açmadığımız zannedecek!” dedi.

Güzelce Ahmed ile Ali Gülle gevrek birer kahkaha attılar. Murad Ağa dayanamadı:

-“Yapmayın yoldaşlar, vallahi ağzımdan kaçtı. Yüzüme vurmayın. Biz kim, korku kim? Biz denizlerde doğduk, denizlerde öleceğiz. Bir kere kusur ettik, affedin. Ağamsıznız, paşamsınız!” dedi.

Koca Murad dokunsalar ağlayacaktı. Arkadaşlarının yüzüne bakmaktan utanıyordu. Başta Turgut Reis olmak üzere hepsi birden:

-“Şaka söylüyoruz Murad, sana takılmak istedik!” diye Murad Ağa’Nın boynuna sarıldılar.

Seydi Ali Reis, eski cenklerin tatlı tarafını açtı. Saatler su gibi akıyordu. Halbuki onlar da gemilerine çekilecekler ve sabah olur olmaz, Kaptan Paşa’dan son talimatı alacaklardı. Salih Reis:

-“Haydi arkadaşlar, geç oluyor; gece ilerledi” diye arkadaşlarını ikaz etmek istedi. Hepsi toplandılar. Fakat, tam çıkacakları zaman kapı birdenbire açıldı. İçeriye Barbaros Hayreddin Paşa girdi. Gözlerinin içi gülüyordu:

-“Kardeşler, siz daha gitmediniz mi? Ne iyi olmuş! Müjde, Allah’ın inayetiyle küffarı mağlup edeceğiz. Hayırlı bir rüya gördüm.”

Hepsi Kaptan Paşa’nın etrafında toplandılar. Barbaros rüyasını anlattı:

-“Sedire uzanmıştım. Dalmışım. İşte o zaman bir rüya gördüm. Dorya, meydan-ı gazayı bize terk eyliyordu. Kadırgaları alevler içinde kalmıştı. Zafer bize adanmış… Sevinçle uyandım. Doğru buraya koştum. Yarın şafakla, Korfu’ya yelken açacağız!

Kaptanlar, Barbaros’un ellerine sarıldılar. 27 Eylül 1538’de Korfu’ya yelken açan Donanma-yı Hümayun, 28 Eylül’de tarihin en büyük meydan savaşlarından biri olan Preveze zaferini kazanmıştı.[1]

Rüyanın tahlili: Denizcilik literatüründe, gemilerin ahşaptan yapıldığı ve ziftle kalafatlandığı bir dönemde bir deniz savaşında gemileri yanan taraf, savaşı kaybeden taraftır. Çünkü yanan bir geminin alevleri ve ondan sıçrayan kıvılcımlar diğer gemilerin de bezden ve kumaştan yapılan yelkenlerini tutuşturabilmektedir. Bu çerçevede Barbaros’un rüyada Andrea Dorya’nın gemilerinin yandığını görmesi, Osmanlı’nın Preveze savaşını kazanacağının işaretidir. Aynı zamanda rüya ilminde gemi, tevekkülün, elinden geleni yaparak başarıyı Allah’tan beklemenin sembolüdür. Bu çerçevede gemilerin yanması, tevekkül duygusunun kaybolmaya başlaması, telaş ve gerilim alevlerinin ortalığı sarması anlamındadır. Bu çerçevede de meseleye bakılırsa Hıristiyan dinine mensup Dorya’nın Allah’a tevekkülü alev almış, anbean aza tükenmektedir, diye anlaşılabilmektedir.

Dorya’nın rüyada cenk meydanını terk etmesi ise, eğer kendi kaptan gemisi ile firar ediyorsa, savaşı kazanma ümidini kaybettiğini ifade eder. Kaptanı firar eden bir ordunun galip gelmesi savaş tekniği olarak çok zordur. Eğer filosuyla beraber Dorya firar ediyorsa bu durumda Müttefik donanmasını savaşı komple kaybettiğini, Dorya dahil bütün donanmanın savaşı kazanma ümidini yitirdiğini ifade eder.

Barbaros’un rüyadan sevinç içinde uyanması, müjdeci haberci rüyaların genel ruh hali karakterdir. Bu tarz rüyalarda rüyayı gören kişi mutluluk, sevinç ve heyecan içinde uyanır. Buna mukabil ikaz edici rüyalarda ise telaş, endişe, korku hissi içinde kişi uykudan dehşetle kalkar. Bu fark da göstermektedir ki Barbaros, Preveze Savaşı’nda Andrea Dorya’ya karşı galip gelecektir. Ertesi günlerde gerçekleşen Preveze Deniz Savaşı Akdeniz’deki İslam hâkimiyetini perçinlemiştir.

2.Rüya: Sultan II. Osman’ın (Genç Osman) Rüyası ve Tahttan İndirilişi[2]

Sultan II. Osman, Hac farizasını yerine getirme hususunda ıs­rar ettiği sıralarda bir gece son derece önemli bir rüya gördü. Bu rüya şöyle idi: Hazret-i Padişah üzerinde sefer elbisesi ol­duğu halde oturuyor ve Kur'an-ı Kerim tilavet eylemektedir. İki Cihan Serveri (S.A.V.) Efendimiz Hazretleri yanında cihar-ı yâr-i güzin olduğu halde padişahın tilavet eylediği odaya giri­yor, başından miğferini mübarek elleriyle çıkarttığı genç pa­dişaha bir tokat atıyor. Padişah, yere düşmesi ile beraber, Efendimiz Hazretlerinin ayaklarına yüz sürmek için hamle ediyorsa da buna muvaffak olamıyor ve uykudan dehşet içinde uyanıyor.

Genç padişah terden sırılsıklam olmuş göz­leri manzaranın verdiği dehşetten büyümüş, adeta göz ka­paklarından dışarı fırlamış, kadem-i mübarekeye yüz sürememenin çıldırtıcı üzüntüsü içinde perişan bir halde ilk doğru kararı veriyor. Âlimler toplansın. Zahir ve bâtın ulemâsı geli­yorlar. İşte bu iki sınıf ulema arasındaki ezelî ve ebedî fark ortaya çıkıyor. Şöyle ki: Padişah hocası ve Lala'sının zahire açık tabiri «Sultanım; siz bu rüyayı ve reva kaldığınız duru­mun sebebini Hac gibi bir farzı eda edeyim mi etmeyeyim mi tereddüdünüze bağlamalısınız. Size düşen Hac farizasının eda­sında en ufak tereddüt göstermeden ifa-yı hac etmenizdir.»

Buna mukabil, Padişahın Kaimpederi Şeyhülislâm Es’ad Efendi tasavvufta zamanın kutb-u azamı Şeyh Aziz Mahmud Hüdai’nin (K.S.) bir bağlısı olarak sadece rüyayı tabir et­mekle kalmadı bir de Şeyhülislâm olarak fetva veriverdi. “Memâlik-i Osmaniyye (Osmanlı memleketleri) fevkalâde karışıklıklar içindedir. Ayrı­ca Halifeler için ecdad-ı a’zâmınızın da tatbik ettiği gibi hac farz değildir. Siz nizam-ı âlemi teminle vazifelisiniz” mealin­deki fetva asabî mizaç padişahın elinde parçalanarak kenara atılan bir kâğıt haline geliverdi. Genç Osman fetvayı yırttı amma içine de bir şüphe düştü. Babasının da Şeyhi olan Az­iz Mahmud Hüdai Hazretleri’nden gördüğü rüyayı tabir etme­sini istedi. Gelen cevap: Tahtında oturması ve nizam-ı âlemi temine gayret göstermesi fakat âkıbetin iyi görülmediği me­alinde idi...[3]

Rüyanın Tahlili: “Rüyada Hz. Peygamber’in (ASM) Görülmesi” isimli makalede belirttiğimiz ve örnek rüyalarla gösterdiğimiz üzere insanlık âleminde meşhur kişiler çok yönlü şahsiyet sahibidirler. Bu şahsiyet yönleri itibariyle rüyalarda sembolleşirler. Eğer bu meşhur kişiler peygamberler gibi toplumsal ve evrensel boyutta iseler, Freud ve Jung’un tabirleriyle kollektif bilinçaltı semboller haline gelirler. Fakat meşhur olmayan kişiler, en belirgin yönleriyle kişisel dünyalar açısından birer sembol olabilirler. Tanıdığımız en öfkeli kişiyi aşırı öfkeli durumlarda rüyada görmemiz bundan dolayıdır. Carl G. Jung bu sembollere, arketip adını verir.[4] Bu açıdan meşhur şahıslar:

  • Eğer bir din, mezheb, akım veya yolun başlatıcısı iseler, o yolun ilki ve başlatıcısı olmaları noktasında bir şahsiyetleri var. Mesela Müslümanlık dini açısından Hz. Peygamber’in (ASM), Hıristiyanlık için Hz. İsa’nın (AS), Yahudilik açısından Hz. Musa’nın (AS) sembolik şahsiyeti gibi… Hz. Peygamber (ASM) ile ilgili bazı rüyalar bu yönü içerir.
  • Eğer bir meşhur kişi açtığı yol ve getirdiği usulle kendi devrinde belirli bir sayıda kişi yetiştirmişse; o yetiştirdiği kişi ve grubun temsilcisi mahiyetinde diğer bir şahsiyeti olur. Mesela Hz. Peygamber’in (ASM) sahabelerinin temsilcisi rolündeki şahsiyeti gibi…
  • Eğer kişi bir ilim, irfan, mücadele, eğitim, sanat v.b. bir akımın başlatıcısı ise bu bilgi ve düşünceye dayalı manevi yapının da sembolü olur. Bu manada Hz. Peygamber’in (ASM) “Sünnet-i Seniyye”yi temsil eden bir şahsiyeti var. Bazı rüyalar da bu yöne dairdir.
  • Eğer bir kişi kendi ruh ve hakikatini, yaratılış sırrını keşfetmiş, varlık ve hayat âleminde kendisinin neyin sembolü olduğunu bilecek bir irfanî, kudsî ve zamanüstü seviye kazanarak hakikaten kendisi olmuşsa kendi hakikat ve sırrına dayanan bir şahsiyeti elde eder. Bu manada Hz. Peygamber’in (ASM) “hamd hakikati ”ni temsil eden bir şahsiyeti var.
  • Eğer bir kişi, bir ülke iktidarında bulunup onu siyasi manada yönetiyorsa bu durumda o ülkenin siyasi rejimi veya yönetiminin sembolü olan bir şahsiyet de taşımaya başlar. Bu çerçevede Hz. Peygamber’in (SAV) “Medine Kralı” şeklinde bir şahsiyeti de bulunmaktadır. Yakın zamanda görülen sahih ve sadık bir rüyada bizzat kendisi, kendisinin böyle bir yönü olduğunu ve bu yönle de kendisinin bazı icraatlarını okumak ve anlamak gerektiğini ifade etmiş ve ümmetini uyarmıştır.
  • Bir de doğrudan doğruya meşhur kişilerin kendi şahsî hayatını ve kişiliklerini ilgilendiren bir şahsiyetleri var. Bazı rüyalar da bu yöne dairdir.

Hazret-i Peygamber’in (SAV) bunlar haricinde temsilcisi olarak göründüğü başka yönler de bulunmaktadır. Hz. Peygamber’in (SAV) rüyalarda göründüğü farklı farklı şahsiyet ve sembolik yönleri rüyaların detaylarından ayırt edebiliriz. Çünkü ilk iki yön itibariyle kişinin temsilcisi olduğu grubun ve akımın zaman içinde yaptığı yanlışlar ve sergilediği olumsuz özellikler temsilcilerinin özelliği olarak görünür. Eğer ki o temsilcinin kişisel hayatında bu özellik ve olumsuzluğu olmadığını biliyorsak rüyanın şahsî kimliği ile ilgili olmadığını diğer kişilikleriyle ilgili olduğunu rahatça anlarız. Bu açıdan rüyaları anlamak, bilgi noktasında alt yapı ister. O alt yapı olmadan rüyalar yanlış anlaşılır. Bu yanlış anlamayı Genç Osman’ın hocası ve lalasının görülen rüyayı rüyanın içeriğine zıt bir tarzda «Sultanım; siz bu rüyayı ve reva kaldığınız duru­mun sebebini Hac gibi bir farzı eda edeyim mi etmeyeyim mi tereddüdüne bağlamalısınız. Size düşen Hac farizasının eda­sında en ufak tereddüt göstermeden ifa-yı hac etmenizdir.» şeklinde yorumlamaya çalışmalarında görebiliyoruz.

Rüyayı sahih bir şekilde anlamak için, rüyanın görüldüğü şartları göz önüne almak gerekir. Çünkü birçok rüya yaşanan şartların raporu; sosyal ve kişisel hayatın gidişatına dair alınan kararların ve yapılan icraatların manevi âlem açısından bir değerlendirilmesi; yanlışlara dair ikaz ve doğru tavırlara dair tasdik içeriklidir. Bu rüya da yapılan ve yapılmak istenen icraatların bir sonuç raporudur.

Merhum araştırmacı tarihçi yazar Yavuz Bahadıroğlu padişahın karakteri, aldığı eğitim ile beraber padişahın rüyayı gördüğü süreci şöyle anlatır:

Daha ziyade “Genç Osman” olarak tanıdığımız Sultan II. Osman, 14 yaşında iken, amcası Sultan I. Mustafa’nın tahttan indirilmesi üzerine Osmanlı tahtına oturdu (26 Şubat 1618). Babası: Sultan I. Ahmed, annesi: Mahfiruz Hatice Sultan’dır.

Çok iyi yetiştirilmişti: Arapça, Farsça, Latince, Yunanca ve İtalyanca gibi doğu ve batı dillerini klâsiklerinden tercüme yapabilecek kadar iyi bilirdi. Edebiyat (şiirlerinde “Farsî” mahlasını kullanırdı), matematik, coğrafya ve tarih konularında uzmanlık derecesinde bilgiliydi. Ayrıca da hattat ve şairdi.

Padişah olduğunda, öncelikle adli sisteme el attı. Çünkü sistem içten çürümüştü: Bazı kadılar yasalara aldırmadan keyiflerince hüküm veriyor, yerleşik nizamı hiçe sayıyorlardı. Tayin ve terfi işlemlerinde rüşvet dönüyordu. Bunları tespit eder etmez, “Adalet mülkün temelidir” diyerek harekete geçmişti.

İlk iş olarak kadı (hâkim/savcı) atamalarını Şeyhülislamın elinden alarak kendine bağladı. Bu da, ulema sınıfının tepkisini çekti.

Öte yandan bozuk mali sistemi rayına oturtmak amacıyla bazı tedbirler alarak devlet gelirini arttırmaya çalıştı… Tabii bu da kendine göre bir düzen kurmuş olan “tuzu kuru” mihrakların düzenini bozdu. Kılını kıpırdatmadan yüksek gelir elde etmeye alışmış çevrelerin huzurunu kaçırdı.

En önemlisi de ordu bozulmuştu. Yeniçeri ağaları, yani o dönemin generalleri, sürekli olarak darbe planları yapıyor, askerin eğitimine özen göstermiyorlardı. Bu durum Lehistan Seferi sırasında iyice kendini gösterdi: Yeniçerilerin savaşmak istememesi Osmanlı ordusunun başarısızlığına sebep oldu. Bu hadise bardağı taşıran son damla idi: “Genç Padişah, Anadolu, Mısır ve Suriye’den toplayacağı askerlerle yeni bir ordu kurmaya karar verdi.” Aynı zamanda saray, harem ve ilmiye teşkilatlarını yeniden kurmak, yeni kanunlar çıkarmak gibi yenilikçi düşünceleri de vardı.

Kapıkulu Ocakları bu durumdan rahatsızdı ve bunu belli etmekten kaçınmıyorlardı. Devlete “fitne” girmiş, “taraf” ve “taraftar”lar oluşmuş, içten içe ilkesiz bir “savaş” başlamıştı.

Her gün su-i istimal, rüşvet, yolsuzluk söylentileri çıkarılıyor, bunları halka kabul ettirebilmek için, asker ve sivil bürokrasi ile ilmiyeye mensup bazı “ajan”lar, yemin billâh ederek, ev ev, dükkân dükkân gezip anlatıyordu. Şeyhülislam Es’ad Efendi’nin başında bulunduğu ilmiye sınıfı ise susuyor, suskunluğuyla Padişah aleyhinde olduğunu hissettiriyordu.

Fitne toplumun içine de girmiş, toplum, “Padişah yanlıları” ve “Padişah karşıtları” olarak ortadan bölünmüştü. Ayrıca sivil bürokrasi de boş durmuyor, Padişah’a idari zorluklar çıkarıyorlardı. Amaç Padişah’ı “zan” altında bırakıp etkisizleştirmek, “yenilikçi” planlarını bozmak, bu noktada “icraat” yapamaz hale getirmekti. “İstemezük” çığlıkları kopmaya başlamıştı: “Bu Padişah’ı istemezük!”

Padişah bütün bunların elbette farkındaydı, ama genç ve deneyimsizdi, sorunu biliyor ancak çözemiyordu, çözüp planları bizzat yakın çevresi tarafından akamete uğratılıyordu. Artık kendisine bağlı bir ordu kurması şart olmuştu… Bu amaçla Halep, Erzurum, Şam ve Mısır beylerbeyine asker yazmaları için gizli bir irade gönderdi. Ne var ki, yandaşlarını saraya kadar sokmuş olan yeniçeri generalleri bundan anında haberdar oldular. Bu da bardağı taşıran son damla oldu: “Bu Padişah bize lâzım değil” demeye başladılar.

Başka çaresi kalmayan Sultan Genç Osman, bu kez de hacca gideceğini ilan etti. Daha önce hiçbir padişah hacca gitmemişti. Sadrazam Dilaver Paşa ve Şeyhülislam Es’ad Efendi çok uğraştılarsa da Sultan Genç Osman’ı ikna edemediler. Rüyada Peygamberimizi gördüğünü, kendisini hacca çağırdığını söylüyor, fakat bu iddia ulemayı etkilemiyordu.

Sonunda Yeniçeri Ocağı ayaklandı: “Artuk senun padişahluğun bize lazım değildur” diyerek Padişah’ı tahttan indirdiler ve maalesef Yedikule Zindanı’nda katlettiler (20 Mayıs 1622).[5]

Süreç eşliğinde ve Hz. Peygamber’in (SAV) rüyada 5 farklı kişilikle görüldüğü bilgi ışığında Genç Osman’ın gördüğü rüyaya bakıldığında rüyanın manası: “Padişahın, Osmanlı halkı ve askeriyesi tarafından bir darbe yapılarak tahttan indirileceği ve halktan asla bir merhamet görmeyeceği” şeklindedir. Rüyada görülen Hz. Peygamber (SAV), Hz. Peygamber’in (SAV) bizzat kendisi değildir. Bunun birkaç belirtisi bulunuyor:

  1. Padişah Kur’an okumaktadır. Rüyaya göre padişah Kur’an okurken Hz. Peygamber onun miğferini başından çıkartıp onu darb etmiş ve ayaklarına kapanıp yalvarmasına dahi kulak asmamıştır. Oysa bütün siyer kaynaklarınca sabittir ki, Hz. Peygamber (SAV) Kur’anı hürmetle okuyan hiç kimseye hayatı boyunca bir hiddet göstermemiş ve bir şiddet uygulamamıştır.
  2. Hz. Peygamber (ASM) kendisinden merhamet dileyen herkese merhametle kucak açan bir karakter sahibidir. Kur’an bu yönünden dolayı onu “Rahmeten li’l-âlemîn”[6] olarak vasfeder.
  3. Padişahın tahttan indirilme hadisesinden sonra Yeniçeri terörü sarayı esir almış, 8 yaşında bulunan IV. Murad’ın gözleri önünde Topal Recep Ağa, sadrazam Melek Ahmet Paşa’yı öldürmüş, başka kişilerin hayatına da kasdetmiştir. Bu çerçevede Kur’anın “Ne zulmediniz, ne zulme uğrayınız”[7] âyeti ile olaya bakıldığında, rüyanın bizzat kendisiyle ilgili olmadığı anlaşılır. Aksi takdirde bu rüya yapılan Yeniçeri zulümlerini bizzat Allah ve Resulü’nün (SAV) onay verdiği bir olay olarak gösterip yeniçerileri takdis etme anlamına gelir. Allah ve Resulü (SAV) zulümden münezzehtir; fakat rüyaya göre ümmeti zulümle mülevvestir.
  4. Yeniçeri Ocağı’nın Sultan II. Mahmud döneminde topa tutularak yıkılması ve sağ kalanların da idam edilmesi hadisesi Osmanlı iktidarı, siyaseti ve halkı tarafından “Vak’a-yı Hayriye” (Hayırlı Olay) diye isimlendirilmesi gösterir ki, Yeniçeri Ocağı içinden çürümüş bir elma gibi, Osmanlı ve İslam dünyası açısından zararlı bir yapı konumundadır. Yeniçeri Ocağı’nın Sultan II. Osman öncesi ve sonrasında yaptıkları zulümler ve işledikleri cürümler gösterir ki, rüya Hz. Peygamber’in (SAV) zâtî şahsiyeti ile ilgili değil; o an ki Osmanlı halkı ile ve dar çerçevede siyasi kadro ile ilgilidir. Bu tarz siyasi içerikli rüyalarda, bu rüyada gördüğümüz üzere, Hz. Peygamber ve Onun şûra heyeti olan Raşid Halifeler ve Aşere-i Mübeşşere veya yakın sahabeler toplu bir şekilde görülürler. Fakat hepsi sembolü oldukları manaları yansıtırlar. Hz. Ebu Bekir, sıdk ve hakikate bağlılığın, Hz. Ömer adalet ve hakla batılı ayırmanın, Hz. Osman şefkat ve fedakârlığın, Hz. Ali ilim ve hikmetin…

Rüyada padişahın Kur’an okuması, sosyal hayat, devlet idaresi, kâinatın akışını hikmetle okuma, hak merkezli olarak düzeltme arayışı demektir. Çünkü Kur’an kelimesi, Arapça’da, okuyuş ve okuma demektir. Süreçte gördüğümüz üzere padişah, sosyal ve siyasi problemleri iyi okumaktadır fakat siyasi tecrübesizliği iktidarına ve hayatına mal olacaktır. Padişahın miğferinin Hz. Peygamber (SAV) tarafından çıkarılması, Osmanlı halkı ve Türk milleti, fıtraten savaşçı olduğundan, savaş başlığının çıkarılması demek iktidarını kaybetmek anlamına gelir. Rüya ayrıca darbenin askerî bir kanattan geleceğini, bunun sebebinin ise Lehistan Seferi’ndeki başarısızlık olduğunu da bildiriyor. Padişahın Hz. Peygamber’in ayaklarına kapanması ve Onun bunu reddetmesi, bir açıdan Padişah’ın halktan merhamet dilenmesi anlamına gelir. Fakat darbeyi yapanlar bunu reddedecek. Diğer açıdan ise, ayaklarına kapanmak ayaklarını öpmek içindir. Rüyada ayaklar, bir kişinin gittiği yol ve mezhep anlamına; öpmek ise, bir düşünce veya duyguyu kabul etmek anlamına gelir. Yani padişah darbe esnasında yeniçerilerin ve halkın algısını kabul edecek hale gelecek ve rıza da gösterecek fakat Yeniçeri ağaları onu dinlemeyip tahttan indirecek ve sonrasında da öldüreceklerdir.

Rüya konusunda mâhir olan, Sultan 1. Ahmed Han’ın yanlış anlaşılan rüyasını sahih minvalde tabir eden ve tabiri birebir çıkan Aziz Mahmud Hüdai Hazretleri, rüyanın genel mesajını doğru okur. Siyasi gidişatın bir askerî darbeye doğru aktığını müşahede ederek rüyayı şöyle yorumlar: “Padişah hac yapma niyetinden vazgeçip tahtında oturmalı ve nizam-ı âlemi temine gayret göstermelidir. Fakat âkıbet iyi görülmemektedir.

II. Osman’ın şehit edilmesinden 18 sene sonrasında padişah IV. Murad onu şehit eden Yeniçerileri kullanarak Bağdad’ı fethetmiş ve Safevi’lerin elinden almıştır. Fakat öncesinde disiplinsizlik ve vazifesizlikten dolayı şımaran ve laçkalaşan Yeniçeri ocağını sıkı bir disiplin altına almış, darbeci Yeniçeri ağası Topal Recep Ağa’yı idam etmiştir. Bu durum da göstermektedir ki, idarecilik bir sanattır, her kişinin harcı değildir; her başa geçen değil bazı iktidara gelenler işin ehlidir. IV. Murad’da gördüğümüz üzere…

İncelediğimiz ve ele aldığımız örnek rüyalarda görüldüğü üzere sadık rüyalar ya geçmişe uzanan ve geçmişin sırlarını ifşa eden bir keşşaftır, ya mevcut zamanın perde arkasını ve hakikatini bildiren bir kalp gözüdür veya yakın veya uzak gelecek zamandan haber veren bir müjde veya ikazdır.

[1] Safinaz YALÇIN, Doğu ve Batı Kaynaklarına Göre Rüya Yorumu Anahtarı, s. 376-379.

[2] II. Osman’ın rüyası ve tahlili, “Yanlış Anlaşılan Rüyalar ve Doğru Yorumları” isimli makalemizden alınmış ve revize edilmiştir.

[3] https://tarih.ihya.com/osmanli/1.mustafa-ve-2.osman-donemi/sultan-genc-osman-in-gordugu-ruya.html.

[4] Bkz. Carl G. Jung, Dört Arketip.

[5] https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/yavuz-bahadiroglu/genc-osmanin-peygamber-ruyasi-5382.html.

[6] Enbiya suresi, 107.

[7] Bakara suresi, 279.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
9 Yorum