Yanlış Anlaşılan Rüyalar: Şeyh Rahmi Baba’nın Mustafa Kemal İle İlgili Rüyası

Yanlış Anlaşılan Rüyalar ve Doğru Yorumları-2

Şeyh Rahmi Baba’nın Mustafa Kemal İle İlgili Rüyası[1]

Abdulhamid Han döneminde Şeyhülislâmlık’ta görev yapmış Şeyh Rahmi Baba 1930’lu yıllarda şeyh ve halife arkadaşlarını gizlice Anadolu’nun bir kasabasına davet eder. “Kahriye” okunacak, yani “Ya Kahhâr” zikri çekilerek Mustafa Kemal’in ve rejiminin “kahr u tedmiri” için dua edilecektir. Dâvet kabul görür ve gizlice toplanılır. Kahriyenin okunacağı sabaha birkaç saat kala Şeyh Efendi bütün niyetlerini altüst edecek bir rüya görür:

Bir dünya haritası. Ortasında Türkiye. Türkiye toprakları dünyanın diğer bölgelerinden bariz bir şekilde ayrılırcasına yemyeşil. Fakat etrafı, sınırları simsiyah, hayli kalın, lakin alçak duvarla çevrili. Peygamber Efendimiz haritanın başında ve insanların gözü önünde dünyayı yeniden taksim ediyor; şurayı şuna, burayı buna verin diye emirler veriyor, etrafındakiler de gerekeni yapıyorlar.

Mustafa Kemal, Trakya bölgesi gibi bir yerde duruyor. Yüzü Peygamber Efendimiz’e dönük değil ve duruşundan anlaşıldığına göre mahcup ve tedirgin bir durumda; bu yüzden Efendimiz’e bakamıyor. Sıra Türkiye’nin kime verileceğine geldiği zaman Şeyh Efendi gözlerini beş açıyor ve pürdikkat kesiliyor. Peygamber Efendimiz yüzünü çevirmeden yalnız eliyle işaret ederek “burayı şuna verin” buyuruyorlar. Burası dediği Türkiye’dir, şu dediği de Mustafa Kemal’dir.

Şeyh Efendi kan ter içinde uyanır. Düşüncelidir. Niyetiyle rüyası arasında bir müddet gider gelir. (Tasavvuf ve tarikat kültüründe rüya, doğrudan bilgi kaynaklarından biridir). Abdestini alır, namazı cemaatle kılmak için arkadaşlarının yanına gider. Namaz eda edilir, dua biter. Fatiha çekilir. Herkesin kahriye okumaya geçilecek dediği bir anda Şeyh Efendi rüyasını anlatmaya başlar...

Rüyayı şöyle yorarlar: Türkiye yemyeşil olduğuna göre bu hayra, İslâm’a alâmettir ve durumun esas itibariyle iyi olduğunu gösterir. Etrafındaki duvarların kalın ve siyah oluşu tedirginlik verici; çünkü siyah küfür işaretidir, fakat alçak oluşları mevcut menfi durumun çok uzak olmayan bir zamanda aşılabileceğini gösteriyor. Gerek Efendimiz’in ona karşı tavrı, gerekse Mustafa Kemal’in duruşu menfi... Fakat Türkiye’yi ona veren Hz. Peygamber olduğuna göre buna karşı çıkamayız. Kahriye okumaktan vazgeçilir ve şeyhler, halifeler memleketlerine dönerler...

İsmail Kara’ya bu rüya, Turgut Özal’ın cumhurbaşkanı seçildiği günün ertesinde Cağaloğlu’nda karşılaştığı ciltçi Sezgin Neşriyat’ın sahibi Ahmet (Mehmetbaşoğlu) Ağabey isimli bir dervişten nakledilmişti. Yazarın dostu olan râvi, bu rüyayı gören Şeyh Rahmi Efendi’den el alan bir zata mensuptur.

Sultan II. Osman’ın gördüğü rüyada olduğu gibi bu rüyada da görülen bizzat Hz. Peygamber’in (ASM) kendi şahsiyeti değildir, diyebiliriz. Çünkü bizzat kendisidir diye anlaşılırsa, o günün Türkiye’sinde yapılmış olan harf inkılabı, kıyafet inkılabı, şapka inkılabı, hilafetin kaldırılması gibi İslamiyet’in kural ve prensipleriyle taban tabana zıt icraatların bizzat Hz. Peygamber (SAV) tarafından tasdik edilmesi anlamına gelir. Ayrıca 1932 yılında M. Kemal’in imzası ile başlayan ve İslam âleminde emsali görülmemiş Türkçe ezan ve Türkçe namaz gibi bir garabete ve diğer inkılap kanunlarına da kutsal kaynaklı bir tasdik ortaya çıkmış olur. Oysa bu durum Kur’an ve Sünnet’e % 100 şekilde muhaliftir. Bu tarz inkılaplara taraf çıkan din bilginlerini, ilim ve hikmetin kapısı Hz. Peygamber’in en has ilim talebesi Hz. Ali, Ercuze kasidesinde “ulema-i su” (kötü âlimler) olarak isimlendirir; onların “Karınlarını ateşle doldurduklarını” ifade eder.[2] Eğer faraza rüyada bizzat Hz. Peygamber’in (SAV) görüldüğü kabul edilirse dahi, bu rüyadan M. Kemal ve icraatlarının Hakk katında makbul olduğu ve Allah’ın bundan razı olduğu anlamı asla çıkmaz. Çünkü rüyada Hz. Peygamber, Onun yüzüne bakmamaktadır. Ki bu durum rüya ilminde, M. Kemal ve icraatlarından razı olunmadığı anlamına gelir. Hz. Peygamber ayrıca isteyerek değil, kerhen bu taksimatta Türkiye’yi onun idaresi altına vermektedir. Bunun kişisel ve kevnî birçok sebepleri bulunmaktadır:

a. Kişisel boyutuyla sebebi M. Kemal’in karakterine bakıyor. Bir kişi bir şeyi samimi şekilde ister ve bu uğurda büyük fedakârlıklar yaparsa Allah onun bu samimi isteğini bir dua olarak kabul edip cevap verir. Bu manada M. Kemal, kendisiyle bizzat Ankara’da görüşen, zıtlaşan ve tartışan Bediüzzaman Said Nursi’nin ifade ettiği üzere “hubb-u câh” ın (makam sevdası) ve “kariyer tutkusu”nun sembolü olacak derecede büyük bir makam hırsına sahiptir.[3] Bu uğurda bütün mukaddesatını feda etmiştir. Onun bu fedakârlığı yanlış yolda dahi olsa bir samimiyet ve bir dua olduğu için bütün samimi duaları kabul eden Allah, onun da bu duasını kabul ederek Türkiye’nin siyasi idaresini ona ve ekibine verir. Bu bir İlâhî emir olduğu için rüyaya göre Hz. Peygamber (SAV) istemeyerek de olsa bu emre itaat etmiştir.

b. Cenab-ı Hakk, Âhir Zaman’da iman-küfür, hidayet-dalalet, ihlas-nifak savaşı için muazzam bir zemin açmak, kaliteli ruhlar ile kalitesiz ruhları ayrıştıracak bir imtihan ortamını Türkiye’de kurmak istediği için Türkiye idaresini, M. Kemal ve ekibine vermiştir. Onun yaptığı İslam’a ve kutsala muhalif icraatlara karşı kaba kuvvet ile değil —Palulu Şeyh Said’in teşebbüs ettiği gibi— bilakis ilim, hikmet, ihlas, uhrevilik, şefkat ile mücadele edilmesini murad etmiştir —Bediüzzaman Said Nursi, Süleyman Hilmi Tunahan, Gönenli Mehmet Efendi, Çorumlu Ali Efendi’nin izlediği yol gibi—. Bu çerçevede Cenab-ı Hakk bu imtihan salonunu açmış; kâinatın bir Nur Fabrikası haline gelmesi, İlâhî nurları yansıtacak derecede ruhların sabır ve manevi cihad ile açılabilmesi ve kaliteli hale gelmesi için şartları zorlaştırmış; Türkiye’yi kuvvet ile hikmetin, dünyevilik ile uhreviliğin, şehvet ile şefkatin, cismanilik ile ruhaniliğin savaş alanı kılmıştır. Mustafa Kemal ve idaresi, bu savaşta kaba kuvvet, dünyevilik, şehvet ve cismanilik tarafının temsilcileri olmuştur. Bediüzzaman Said Nursi, S. Hilmi Tunahan, Gönenli Mehmed Efendi gibi hak ve hakikat erleri ise hikmetin, şefkatin, ruhanilik ve uhreviliğin sembolü ve temsilcisi olmuşlardır. Bu ortamın oluşabilmesinin şartı, M. Kemal’e bu imkânların verilmesine vabeste olduğundan rüyada İlâhî emir ile Hz. Peygamber (SAV) istemeyerek de olsa Türkiye idaresini ona vermiştir.

Bu iki temel ve büyük hikmet ile rüyayı ele almak gerekir. Bu çerçevede rüyanın yorumlanabileceği 2 ihtimal bulunuyor. Bu iki ihtimalle rüyayı tabir etmek, rüya ilmi açısından da muteber ve doğru bir usuldür. Bu çerçevede rüyaya bakıldığında Haydar Baş ve ekibine M. Kemal hakkındaki düşünceleri için ekmek çıkmaz diyebiliriz. Haydar Baş ve ekibi M. Kemal’i mübarek bir evliya derecesinde görecek, Hz. Peygamber’in soyundan bir seyyid olduğunu iddia edecek derecede bir inhirafa kapıldılar; Onun ve arkadaşlarının İslam ve kutsal aleyhindeki taban tabana zıt uygulamalarına karşı kör ve sağır kesildiler.[4]

Rüyanın aslî ve hakikate daha uygun boyutuyla tabiri ele alınırsa görülür ki, rüyadaki Hz. Peygamber (SAV) İslam âleminin ve özelde Türkiye müslümanlarının şahs-ı manevisi ve kollektif kişiliğidir. Yanındaki sahabeler sıdk, adalet, şefkat, ilim, ibadet gibi manaların temsilcileri olan şura heyetidir. M. Kemal, kendisini takip eden garplılaşma taraftarı olan grubun temsilcisi ve ruhani sembolüdür. Mustafa Kemal’in garplılaşma taraftarı ve Selanikli olduğunun sembolü olarak rüyada Türkiye topraklarının Batı’yla bitişik olan Trakya kısmında bulunmaktadır. Said Nursi’nin bildirdiği üzere Asya kıtası duygu, kalb ve mâzinin sembolüdür; Avrupa ise düşünce, akıl ve gelecek zamanın sembolüdür. Türkiye’nin yeşil olması, Türkiye toplumunda o an sosyal ve kültürel olarak İslâmiyetin hayatta tesirinin devam ettiği anlamındadır.[5] Sınırlarının siyah bir duvarla çevrili olması, bir açıdan bakılırsa Türkiye’nin bir kuşatma altında olduğunu ifade eder. Diğer açıdan ise duvar, rüya ilminde devlet manasında olduğu için, rüya haber veriyor ki Türkiye siyasi idaresi karanlık, kutsallıktan uzak bir yapı mahiyetindedir. Yani laik devlet siyah, kısa boylu ve kalın bir duvardır. Duvarın kısa olması, rüya ilminde yükseklik, ilmin ve şuurun fazlalığını ifade ettiğinden, idari kadronun öngörülü olmadığı, ilme dayanmadığı ve bilinçli bir yapıda olmadıklarını ifade eder. Yüksek duvar, aşılmaz bir set teşkil ettiğinden, rüyadaki duvarın kısalığı, Türkiye’nin çok rahat şekilde dış etkiler ve istilalara maruz kalacak bir boyutta olduğunu ifade eder. Türkiye’de meydana gelen çok sayıdaki dış güçlere dayanan darbelerde gördüğümüz üzere… Bizans döneminde İstanbul’u asırlarca düşman istilasından engelleyen sır, surlarının kalın ve yüksek olmasında saklıdır. Duvarın kalınlığı, siyasi yapının güç odaklı olduğunu ve hiyerarşik yapıyı sağlam kurduklarını ifade eder. Demokrat Parti başa geçtiğinde M. Kemal’in partisi olan CHP “Başa siz geçtiniz ama kadrolar bizim adamlarımızla dolu” demekle duvarın kalınlığı meselesini ifade etmişlerdir.

Hz. Peygamber’in (SAV) rüyada M. Kemal’in yüzüne bakmaması, İslam ümmetinin ve özelde Türkiye Müslümanlarının onun icraatlarından razı olmadıklarını ifade eder. Ona kerhen idareyi vermesi ise, baskı ve zorbalıkla, “açık oy-gizli sayım” gibi siyasi garabetlerle, halkın istemeye istemeye Onu iktidara seçimle getirmeleri anlamındadır. Türkiye siyasi tarihi kitaplarında belirtildiği üzere CHP 1925-1950 yılları arasında açık oy-gizli sayım ile daima iktidar olmuştur. Ne zaman açık sayım yapılmışsa M. Kemal’in partisi CHP iktidarı kaybetmiştir. Bu siyasi durum gösteriyor ki 1923-1938 yılları arası CHP iktidarı da meşru ve hak edilmiş bir iktidar değildir. Rüyadaki manzara da bu durumu ifade etmektedir. Hz. Peygamber (SAV) ve şura heyetinin dünyayı taksim etmesi gösterir ki, dünya siyasi idaresini İslam dünyasının perişan hali taksim etmektedir. Çünkü İslam ülkeleri iman ve İslamiyetin gereği olarak yek-vücud olmaya çalışsalar dünya siyasi haritası bu şekilde çizilemezdi. İslam ülkelerinin başsızlıktan kaynaklanan perişan hali de dolayısıyla dünya siyasi haritasının taksiminde büyük rol oynamakta hatta rüyaya göre en büyük ve etkin rolü oynamaktadır. Bu çerçevede rüya, siyaset ilmi noktasında İslam âleminin etkin rolünü bildirmesi açısından çarpıcıdır.

Rüya her iki boyutuyla dahi ele alındığında görülmektedir ki Şeyh Rahmi Baba’nın rüyaya dair yaptığı tabir yanlıştır. Eğer rüya sahasında hakikaten mütehassıs olan Hz. Ebu Bekr-i Sıddık veya Muhammed ibn-i Sîrîn veya Said bin Müseyyeb veyahut Aziz Mahmud Hüdai hazretleri gibi âlim ve ârifler aynı rüyaya dair tabir yapsalardı rüyayı bu şekilde tabir etmezlerdi. Her tarikat şeyhinin rüya ilmine vukufu olmadığı tasavvuf tarihince sabittir. Bu çerçevede Şeyh Rahmi Baba en azından gördüğü rüyanın tabirini, döneminin en büyük âlimi olduğu binlerce âlimin şehadetiyle sabit olan ve M. Kemal’in emriyle Isparta’nın Barla nahiyesine sürgün edilen ve o an hayatta olan Bediüzzaman Said Nursi’ye bir mektupla sorsaydı, kendi tabirinin eksik ve hatalı olduğunu görebilirdi. Said Nursi’nin M. Kemal ve ekibinin Türkiye’de yaptıkları icraat hakkında düşünceleri, ona karşı manevi mücadelesi ve aldığı net tavır bellidir. Evet Kur’anın bildirdiği üzere “Her ilim sahibinden üstte daha büyük bir ilim sahibi vardır.”[6] Rüya ilmi de buna dâhildir. Detaylıca incelemede görüldüğü üzere bu rüya da yanlış anlaşılan rüyalar sınıfına girmektedir.

[1] Bu rüya İlahiyatçı yazar İsmail Kara’ya ait “Şeyh Efendi’nin Rüyasındaki Türkiye” isimli kitapta geçmektedir. Kitap, Kitabevi yayınları tarafından 1998 yılında basılmıştır.

[2] Bkz. Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi, Mecmuatü’l-Ahzab, Ercûze Kasidesi; Bediüzzaman Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, 18. Lem’a.

[3]Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, 29. Mektub, 6. Kısım, 1. Desise-i Şeytaniye… Mustafa Kemal’in makam sevdası ve hırsı, o kadar şiddetlidir ki sosyal medyada okuduğum ve gördüğüm üzere onun görüldüğü bazı rüyalar rüyayı görenin “makam sevdası” ile alakalı olacak şekilde yorumlanacak içeriğe sahipti.

[4] M. Kemal ve ekibinin çok sayıdaki icraatından birisi, Kur’anın Nisa suresi, 23 ve emsali âyetlerinde üstüne basarak vurguladığı “süt akrabalık” bağı hakkındadır. 4 Ekim 1926’da yürürlüğe konulan Türk Medeni Kanunu ile bu bağın kurduğu akrabalık inkâr edilmiştir. Kur’anın net bir hükmünü inkar etmenin hükmünün ne olduğu İslam âlimlerinin icma ve ittifakı üzere sabittir. Süt akrabalık konusunda M. Kemal ve ekibinin düşüncelerini, bu konuda yapılmış çalışma ve araştırmalara birazcık bakan birisi öğrenebilir. Acaba Haydar Baş ve takipçileri Kemalist rejimin “süt akrabalık” meselesindeki tavrını nasıl sindirebilecekler!

[5] 2003 yılında görülen bir rüyada dinlediğim üzere Türkiye’nin idari sisteminin sembolü “orak ve çekiç” tir. Yani laiklik söylenegeldiği üzere din-devlet ayrımı değil, dinsizlikle sonuçlanan bir süreç ve idari sistemdir.

[6] Yusuf suresi, 76. âyet.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.