Mustafa AKCA
Ey örtüsüne bürünen!
Badesselam…
Nur-u didem sırdaşım,
Kalb Mekkesinin putlarını kıran İbrahim gibisiniz. Eğer dostlardan ayrılığın acısı olmasaydı fena ve zeval yazılarını okuyan da olmayacaktı. Âlemde bir hoş seda bırakabilenler; hararet-i aşkından mancınıklara binenler, gözlerine karanlık indirilenler, yurduna kurt düşenler, taht ve saltanatı yellere vuranlara, başına testere tutulanlardan başkası da değil. Bu zamanın memesinden bizimle beraber emen şu insanlar kâh itizâl’in karanlık sokaklarında mahkûmdurlar kâh taassubun derin yaralarıyla muzdariptirler.
Kardeşim,
Her bir günün sonunda, karşısına dikilip namazını kıldığım cenazemin tek mühim tarafı, levh-i mahv ve isbatımda bıraktığı izlerden başkası değil. Her gün onca masraf ile ayakta tutulan vücudumun karşısına geçip işe yaramaz bir tortu oluşunu seyretmek yara üstüne yara açıyor kalbimde. Ehli dünyanın kaideleri birer kof fanteziden başka şey değil. Kanunlar her önüne gelenin deliverdiği acziyyet vesikaları. Seslerin kafes görüntülerin sihirbaz olduğu bu evrende, şu mülevves asr-ı hazırada, bilgi’nin sıkletini hikmet’in ağırlığıyla kaldırabilen İbrahim’in (as) hikâyesini bilen kaç kişi kaldı?
Eyyühel Müddesir,
İhtiyar Veli’nin bıçaklayageldiği nefsinden sızan nevalelerden nasibini alamamış birisi gibi, alnında karanlık sözler okunan adamların peşinden gittiğin yetmez mi daha. Yetmez mi bu dert, bu tenkis sana! Fakiyrül hâl olan şu kardeşin, sadrını temizlemeden elbisesini tathir etmeye uğraştığından, şu zamana kadar münafıkâne ve haînane yaşadığını yeni yeni fark ediyor. Nuh’un (as) gemisine binmek evindeki ağırlıkları atmakla mümkün. Safayı al keder vereni bırak. Rahmanın zikrine karşı körlük eyleme. Kendi semanda bir yıldız ol ve çemberini daralt ki “tekâsür”den içtinabın kolay olsun; şükrüne kuvvet ver ki elbiselerini yediklerinin anlamlarını da çözebilesin. Fasık-ı mütecahir olan, yani günahlarının propagandasını bizzat kendisi yapabilen şu asırda önemsiz bir ayrıntı gibi olmamaklığın için, Allah ve peygamberinin yaptığı gibi, şu güzerân-ı hayata karşı samimi bir ültimatom vermelisin.
Hüdâbin Kardeşim,
Hücrenden çık ve ellerimi tut! Muhacirler kadar müstağni Ensar kadar diğergâm kalabilmek; iyiliğin iki yüzünün çarpıştığı dünyanın birinci yüzünde, yenilmiş olanın galip gelen kadar mesud olduğu bir savaşın cengâveri olabilmek dünyanın tüm hazinelerini açan anahtarlardan daha kıymetli olsa gerek. Bilmek, hissetmeyi de getirmiyor. İman mütehassis olmaya kasdetmekten başka şey değil.
Yabanileri şahit tutmak, kalbinin levhalarına kazıdığın güzellikleri çöplüğe atmaktır. Riya rol yapmaksa yalan da kadere karşı senaryo yazmak demektir. Bir güzelliğin mi var ki içindekileri başkalarına gösteriyorsun? Göğsünü yarıp, dipsiz bir kuyuya bakar gibi içine eğsen gözlerini, “zalûmen” yahut “cehûlen” yazılarını görebilirsin. Öyle olmasaydı yediklerinle çıkardıkların birbirine benzerdi.
İ’lem Eyyühel Aziz,
Senin ve benim en büyük felaketimiz boş sözlere müşteri olmaklığımızdır. Et duvarından geçip içerine girebilen her bir şeyin, nurâni olsun zulmâni olsun, “lümme-i melekiyye” prizmasıyla asliyyeti sana görünecektir. Aynan bozuksa söyleyecek söz de yok demektir. Yüreğini toprak ile sözlendirmek, kokularını rüzgâra ve görüntülerini bekçilerine emanet etmek imanın altı esasından yarısını yaşamak demektir. Diğer yarısı için fıtrat denilen ayine-i lâtifânene gözlerini çevirmelisin. Terziler parçaları birleştirirler; parçalarını birleştirebilmek için İdris’in (as) dergâhında talim eylemelisin.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.