Ey Resûlüm! İmân eden kullarıma söyle, namazı hakkıyla edâ etsinler
Ayet meali
Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), İbrahim Suresi 31-33. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
31 . (Ey Resûlüm!) Îmân eden kullarıma söyle, namazı hakkıyla edâ etsinler ve içinde ne bir alış-verişin, ne de bir dostluğun olmadığı bir gün gelmeden önce, kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden, gizlice ve açıkça (Allah yolunda) sarf etsinler! (1)
32 . Allah O (Rabbiniz)dir ki, gökleri ve yeri yarattı ve gökten bir su indirdi de onunla size rızık olmak üzere mahsûller çıkardı. Ve izni ile denizde akıp gitmesi için gemileri emrinize itâat eder kıldı. Nehirleri de hizmetinize verdi.
33 . (Yörüngelerinde) devamlı olarak hareket eden güneşi ve ayı yine sizin için itâatkâr kıldı. Geceyi ve gündüzü de hizmetinize verdi. (2)
1- Bu âyetin meâlinde geçen “gizlice” ta‘bîri nâfile olarak verilen sadakalara işâret etmektedir. Nâfile olan ibâdetlerin, riyâ (gösteriş) olmaması için gizli yapılması daha efdâldir. “Açıkça sarf etmek” ta‘bîri ise, farz olan zekâta işâret etmektedir. Zîrâ farz olan ibâdetlerin, başkalarına misâl olması için açıktan yapılması daha fazîletlidir. (Celâleyn Şerhi, c. 4, 151)
2- “Şu kâinâttaki mevcûdâtın birbirine teâvünü (yardımlaşması), tecâvübü (karşılıklı cevab vermesi), tesânüdü (dayanışması) gösterir ki, umum mahlûkāt (yaratılmışlar), bir tek Mürebbî’nin (terbiye edicinin) terbiyesindedirler. Bir tek Müdebbir’in (tedbir edicinin) idâresindedirler. Bir tek utasarrıf’ın (idârecinin) taht-ı tasarrufundadırlar (idâresi altındadırlar). Bir tek Seyyid’in (Sultân’ın) hizmetkârlarıdırlar.
Çünki zemindeki zîhayatlara (canlılara) levâzımât-ı hayâtiyeyi (hayâta lâzım şeyleri) emr-i Rabbânî ile (Allah’ın emriyle) pişiren güneşten ve takvimcilik eden kamerden (aydan) tut, tâ ziyâ, hava, mâ’ (su), gıdânın zîhayatların imdâdına koşmalarına ve nebâtâtın (bitkilerin) dahi hayvanâtın imdâdına koşmalarına ve hayvanât dahi insanların imdâdına koşmalarına, hattâ a‘zâ-yı bedenin (beden uzuvlarının) birbirinin muâvenetine (yardımına) koşmalarına ve hattâ gıdâ zerrâtının (zerrelerinin) hüceyrât-ı bedeniyenin (beden hücreciklerinin) imdâdına koşmalarına kadar cârî olan (işleyen) bir düstûr-ı teâvün ile, câmid (ruhsuz) ve şuûrsuz olan o mevcûdât-ı müteâvine (birbirine yardım eden varlıklar), bir kānûn-ı kerem, bir nâmûs-ı şefkat (şefkat kānûnu), bir düstûr-ı rahmet altında, gāyet hakîmâne (hikmetle), kerîmâne (cömertçe) birbirine yardım etmek, birbirinin sadâ-yı hâcetine (ihtiyaç sesine) cevab vermek, birbirini takviye etmek, elbette bilbedâhe (açıkça) bir tek, yektâ, Vâhid-i Ehad,Ferd-i Samed, Kadîr-i Mutlak, Alîm-i Mutlak, Rahîm-i Mutlak, Kerîm-i Mutlak bir Zât-ı Vâcibü’l-Vücûd’un (varlığı zarûrî, ezelî ve ebedî olan Cenâb-ı Hakk’ın) hizmetkârları ve me’murları ve masnû‘ları (san‘atları) olduklarını gösterir.” (Mektûbât, 33. Mektûb, 317)