İbrahim KAYGUSUZ

İbrahim KAYGUSUZ

Farklılığın Meşruiyeti ve İttihad

Bediüzzaman’a göre İttihad-ı İslam, ruhanî ve manevîdi. Yani, sûri ve cismanî değildir. Ona göre “tearüf-i ruhani” yani “manevi irfan” ittihada kâfidir.

İttihadın “bireysel ve toplumsal” düzeylerine dikkat çeken Bediüzzaman, her düzeyin mahiyetini ayrı ayrı nazara verir.

Bediüzzaman İttihad’ın bireysel düzeyinde “kalbi bağlılık ve yönelme”ye atf-ı nazar eder.

Bediüzzaman, “Güzeli görmek ve ona yönelmek ferdin prensibi haline gelmelidir” diyerek, ittihat için gerekli olan “bireysel pozitif odaklanmayı” nazara verir.

İttihat bireyden topluma doğru evrildikçe bir başka incelik devreye girer: “Mesalik ve edillede ihtilaf, maksat ve neticede ittihad.”

Bediüzzaman’a göre “Kuvve-i dafia ve cazibe (çekim/itim dengesi) gibi bir kıyasta bulunmalı; ta muvazene bozulmasın. Sırf ittihat taklidi intac eder.” (Eski Said Dönemi Eserleri)
Yani “daire-i itikat ile daire-i muamelat” birbirine karıştırılmamalı.

Dolayısıyla “itikad ve nas”a taalluk etmeyen meselelerde bütün Müslümanlar “aynı kalıpta” düşünmek zorunda değildir.

Beşeri münasebetlerde mesalik/yöntem ve edille /maslahat-ı mürsele, ihtilafı beraberinde getirebilir.
Bu müsbet ihtilaftır ve bu ihtilaftan maksat bireyin ve toplumun maslahatıdır.

Toplumların sosyolojik ve kültürel temelde farklılık arz etmesi, muamelattaki hükümlerin farklılığını doğurur.
Bu müsbet ihtilaf, fizikteki çekim-itim dengesi gibi toplumsal dengeyi netice verir.

İslam şeriatı, bu nokta-i nazardan, “farklılığın meşruiyetini” salık verir.
Bu bağlamda bir kıyasta bulunulduğunda muvazene bozulmaz ve tek tipleştirilmiş mukallit bir toplum karşımıza çıkmaz.
Çünkü mukallit bir toplum, arzu edilen şey değildir.

Bediüzzaman’a göre ittihad, meslek ve meşreplerin birleştirilmesi değildir.
Çünkü mesleklerde ve meşreplerde ittihat mümkün olmadığı gibi caiz de değildir. Zira taklit yolunu açar ve “neme lazım başkası düşünsün” sözünü söylettirir.
Hâlbuki asıl olan, herkesin kendi “lazım”ını yani “vazifesini” yerine getirmesidir.
İşte bu farzdır!

Sebebine gelince:
Bediüzzaman, yirminci asrın sonlarında, kapitalist ve sosyalist ideolojiler arasındaki çatışmanın sona ermesi ile bütün insanlığın büyük bir tehlike ile karşı karşıya kaldığından söz eder.

Bu tehlike sadece Müslümanları değil, bütün insanlığı tehdit eden “küresel bir ideoloji”dir.
Bediüzzaman bütün insani ve ahlaki değerlere karşı savaş açan bu ideolojiye karşı sadece Müslümanları değil, başta Hıristiyanların hakiki ruhanileri olmak üzere yeryüzündeki bütün ehl-i tevhidi ittifaka davet eder.
Ona göre Kur’an medeniyeti “Batı medeniyetinin inkişaından inkişaf edecek” ve onun menfi esasları yerine insan fıtratına yaraşır müspet esaslarını yerleştirecektir.

Bediüzzaman, İslam dünyasındaki etnik ve kültürel farklılıkların, İslam’ın uhuvvet (kardeşlik), adalet (hukuken eşitlik) ve meşveret (meclis) hakikatleri üzerinde uzlaştırılabileceğini dile getirir.

Onun dile getirdiği hakikatler, küresel boyutta bütün dünya toplumlarının uzlaşabilecekleri rahmet, şefkat ve muhabbet prensipleridir. Nitekim İslam Peygamberi (asm), bütün insanlığa rahmet olarak gönderilmiştir.

Bediüzzaman’a göre İslamiyet, sadece Müslümanlar için değil bütün dünya için rahmettir. Hatta ona göre, “İslamiyet” ile “insanlık/insaniyet” arasında derin ontolojik bağlar vardır.
Kendi ifadesiyle “İslamiyet, insaniyet-i kübradır” (Mektubat) Yani İslamiyet insanlığın en güzel yansımasıdır. Bediüzzaman’a göre “insaniyet-i suğra” denilen mehasin-i medeniyet (medeniyetin güzellikleri), insaniyet-i kübranın mukaddemesidir.

Bediüzzaman’ın küresel ölçekte ifade ettiği “insaniyet-i suğra” (küçük insanlık/medeniyetin olumlu sonuçları) tanımlamasının dışında kalan “mimsiz medeniyet” ise, ideolojik bir olgu olup Avrupa sömürgeciliğinin ve emperyalizminin küreselleşmiş bir yansımasıdır. Daha somut bir ifade ile, İngiliz-Yahudi ideolojisinin “küresel” bir boyut kazanmasıdır.

Küresel bir boyut kazanan İngiliz-Yahudi ideolojisinin menfi tesirlerini kıracak gerçek ise İttihad-ı İslam şemsiyesidir.

Bediüzzaman İngiliz-Yahudi medeniyetinin beşere empoze ettiği “tüketim, heves ve şehvetle muzlim (kararmış) hissiyatın” insaniyet-i kübra olan İslamiyet ile aşılacağını söyler.

Batı medeniyetinin dünyaya miras bıraktığı bütün kirli izleri temizleyecek ve insanlığa huzur getirecek yegâne hakikat, Bediüzzaman’ın “insaniyet-i kübra” olarak ifade ettiği İslamiyet ve onun uygulama alanı olan “İttihad-ı İslam”dır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum