Raif ÖZTÜRK
Gâfil ve mü’min…
-“Mü’min misiniz?” Sorusuna, genellikle; “elbette, evet, gayet tabî veya elhamdülillâh” gibi cevaplar verilir. Acaba bizler, gerçekte mü’min miyiz?
Veya nasıl bir mü’miniz ve de ne kadar mü’miniz?...
•MÜ’MİN kimselerin, Kur’ândaki tarifi şöyledir:
Mü’minûn Sûresi, 1.’den, 11.ye kadar olan âyetler:
“O mü’minlerdir ki, onlar namazlarında huşû’ (korku ve eziklik) içinde olanlardır.
Ve o mü'minler ki onlar, her türlü lüzumsuz ve boş şeyden (söz ve meşguliyetlerden) yüz çevirirler. Onlar ki zekât vermek için çalışırlar. (Yani, zekât veren kimse olmak için çalışırlar.)
Onlar mahrem yerlerini günahlardan korurlar. Yalnız eşleri (ve cariyeleri) ile yakınlık kurarlar. Çünkü bunu yapanlar ayıplanamazlar. Ama bu sınırın ötesine geçmek peşinde olanlar, işte onlar haddi aşanlardır… O müminler; üzerlerindeki emanetleri gözetirler, verdikleri sözleri tam tamına tutarlar… Mü’minler, dünyevî gâile ve düşüncelerden sıyrılarak namazların rükûnlarına, şartlarına, vakitlerine riayet ederek kılanlardır... İşte onlar, gerçekten (yüksek makamlara) vâris olanlardır... Onlar Firdevs Cennetlerine vâris olurlar ve orada ebediyen kalırlar...”
Peygamberimiz (s.a.v.) Firdevs Cenneti hakkında şöyle buyurmuştur:
-“Cennette yüz mertebe vardır; her birinin arası da yer ile gök arası kadardır. Firdevs ise bunların en yukarıda olanıdır. Cennetin dört nehri buradan çıkar. Onun üzerinde de Arş
vardır. Allah’tan Cennet istediğiniz zaman, Firdevs’i isteyin...” (Tirmizî, Cennet: 4.)
Mü’min olmanın belirtileri, Kur’ânda şöyle tarif ediliyor:
•Enfâl S. 2. Âyet: Mü'minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığında kalpleri ürperir; kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğunda imanları ziyadeleşir; bir de yalnızca Rablerine tevekkül ederler…
***
Mü’min kimselerin evleri ise, Kur’ânda şöyle tarif ediliyor:
“O NÛR; öyle evlerde ışık verir ki, Allah onların yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir. Oralarda, sabah akşam O’nu c.c. tesbih ederler.
O evlerde öyle adamlar vardır ki, ne bir ticaret, ne de bir alışveriş, onları Allah'ın zikrinden, dosdoğru namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoymaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin döneceği bir günden korkmaktadırlar. (Nur Suresi, 36.-37. Âyetler.)
Bu iki âyetin açıklaması:
Müminlerin evlerinin tarif edildiği bu iki âyetten, bir bakıma mescid tanımı da çıkmakta ise de, “mescid” yerine “ev” sözcüğünün kullanılmış olması dikkat çekicidir. Bundan, 10. Sure, 87. Âyet’deki (..Biz de Musa'ya ve kardeşine; “Kavminiz için Mısır'da evler edinin,” diye vahy ettik. “Evlerinizi mescid haline getirin. Namazlarınızı dosdoğru kılın. Mü'minleri müjdeleyin.”) emrinin gösterdiği hedefe uygun şekilde, mü’minlerin evlerinin içlerinde, Allah’ın anıldığı ve sabah akşam O’nu c.c. tesbih eden adamların bulunduğu birer mescide benzemesi gerektiği sonucunu çıkarmak, çok daha gerçekçidir.
Hattâ, Prof. Dr. İbrahim Canan hocamızın tespitine göre de; bu iki âyet, özellikle aile reislerini bu konuda ciddî bir sorumlulukla karşı karşıya getirmektedir. Sabah ve akşam vakitlerinin ve erkeklerin özellikle zikredilmesinden bu sonuç çıkarılabilir. Çünkü; Nisa, 34. Âyette, (Allah'ın, bazısını bazısına üstün kılması ve onların kendi mallarından harcaması nedeniyle erkekler, kadınlar üzerinde 'sorumlu ve gözeticidir.') açıklaması geçtiği gibi, erkeklerin aile hayatında yönetim ve koruyup gözetme sorumluluğu vardır. Sabah ve akşam vakitleri de, erkeklerin evde bulundukları iki vakti bildirmektedir. Bu da, ideal bir Müslüman aileye yakışan şeyin, sabah ve akşam vakitlerini Allah’ı anarak, (cemaatle namaz kılarak) O’nu c.c. tesbih ederek, O’nun c.c. kitabını okuyarak ve O’nun c.c. rızasına ulaştıracak bilgileri kazanmaya çalışarak değerlendirmek olduğunu ve bunda, başlıca sorumluluğun evin reisine düştüğünü gösterir. (Ümit Şimşek meâlinden.)
Yine dikkat çekicidir ki; mü’minlerin tavsif edildiği bu âyetler, hayatın dışında bir model önermemekte, ticaret ve alışverişi asla devre dışı bırakmamaktadır. İbni Abbas’ın da dediği gibi, “Allah’ın nurunu kendilerine misal olarak verdiği bu kimseler, halk içinde en çok ticaretle uğraşan, en fazla alışveriş yapanlar da olabilir; ancak bu meşgaleler, Allah’ı anmaktan onları asla alıkoymaz.” (Müstedrek, 2:432, no. 3506. - Tefsir-i Kebir.)
A’raf suresi, 205. Âyet: Kendi kendine, yalvararak ve ürpererek, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam Rabbini an. Gafillerden olma.
..Ve siz hâlâ oyalanıyorsunuz, gaflet ediyorsunuz. (Necm: 61.)
Peki, bu son iki âyette olduğu gibi, onlarca âyetlerde de sakındırılan GAFLET nedir?
Gafletin lügat anlamı:
Dalgınlık, dikkatsizlik, boş bulunma, ne yaptığını bilememe, aymazlık, dalgı, ihtiyatsızlık.
Istılah anlamı ise; ef’âlimizde (iş, hareket, söz ve davranışlarımızda) Allah’ı c.c. hesaba katmamak. Gündemimizde Allahın c.c. unutulduğu zamanlardır... Dalâletten önceki hâldir!…
Saygıdeğer dostlar. Bu işin hiç şakası yok, tekrarı hiç yok, imtiyazı ve iltiması da yok. Bu işler için bizlere verilen sürenin garantisi de hiç yok. Hiç ölmeyecekmişiz gibi dünya için çalışırken, YARIN ÖLECEKMİŞİZ gibi de Ahiretimiz için çalışmak zorundayız.
İş-işten geçtikten sonraki pişmanlıkların da, hiçbir faydası yoktur…
***
Buraya kadar; İlâhi kılavuzumuzdan mü’minin tarifini, tavsifini, mü’min olmanın belirtilerini ve mü’min kimselerin evlerinin tasvirini tahlil etmeye çalıştık.
•Acaba, yüce yaratıcımızın tarif ettiği şekilde HAKÎKÎ MÜ’MİN nasıl olunur?
Mü’min= “altı şarta ÎMAN eden” anlamına geldiğine göre, bizler îmanımızı nasıl tekâmül ettirebiliriz? Ve yüce yaratıcımızın rızasına uygun, “hakîkî mü’min” nasıl olabiliriz?
Akl-ı selim olarak bizlerin en önemli gündem maddemiz bu olmalı, değil mi?...
Öyle yâ, yalancı dünyanın geçici menfaatleri için öyle çok fedakârlıklar yapıyoruz ki!
İki cihan saadeti için, Firdevs Cenneti ve en önemlisi de Yüce Rabbimizin rızasını kazanabilmek için, fedakârlıkların en âlâsını yapmamız gerekmez mi?...
•Hakiki MÜ’MİN olmanın tarifi de aslında, yukarıdaki âyetlerde vardı.
Öncelikle: Her türlü lüzumsuz ve boş şeyden (söz ve meşguliyetlerden) yüz çevireceğiz. Kalplerin ve gözlerin döneceği bir günden korkarak, evlerimizi mescidlere ve yüce Rabbimizin anıldığı, Kitabının okunduğu ve mütalâa edildiği medreselere çevireceğiz.
İman ve Kur’ân hakikatleri ile ilgili eserleri okuyacak ve mütalâa edildiği meclislere, mümkünse her gün gideceğiz. İmanımızı kemâle erdirmeye azamî gayret edeceğiz…
Öyle yâ; Yüce Rabbimiz Nisâ, 136. Âyette; “..ey ÎMAN EDENLER, Allaha, Resulüme ve Kur’âna ÎMAN EDİN!” diye emrederken, bunu kast ettiği besbelli değil mi?
Yoksa; iman etmiş olanlara Allah c.c., niçin tekrar “.. İMAN EDİN” desin ki!...
Bu emrin başka birçok hikmeti var, fakat bize düşen, sadece uygulamaktır. Vesselâm…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.