Hüseyin KARA
Gayb âlemiyle nefeslenmek
Kur’an’dan Risale-i Nur Perspektifinde Günümüze Mesajlar(8)
Görülen ve görülmeyenlerle iç içeyiz. Ne kendimiz ne de dış dünyamız bu iki grup öğenin dışında olur. Bu nedenle “ben yalnız görüp dokunduklarımla ilgilenirim” sözü havada söylenenden başkabir şey değil. İnsanın bizzat kendisi görülen ve görülmeyenden oluşmuş. Hatta görülmeyen duygularımız görülen bedenimizden çok daha fonksiyonlu. Böylece yalnızca gördüğünü kabul eden kafanın, akıl, kalp ve duygularını nereye yerleştireceğini merak etmek ise bize düşer.
يُنْفِقُونَرَزَقْنَاهُمْمِمَّاوَالصَّلٰوةَوَيُقِيمُونَبِالْغَيْبِيُؤْمِنُونَلَّذِينَاَyani “Onlar ki gayba inanırlar,namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.”[1]ayeti görülmeyene dikkat çeker. Ayet, iman etmenin hakikati olarak gayba imanı şart koşar. Gayba iman, görülmeyenlerin başında olan ruhun kaynağına bağlılıktır. Görülenle görülmeyen arasında güçlü bir bağın kurulmasıdır. Gayb âlemiyle “şuhut” yani görülen âlem arasında bir uyumun kurulmasıdır. İnsanın görülmeyen dünyası görülen bedeniyle uyumsuzluk içinde olabilir mi?Dünya da görülmeyen ahiretten kopuk düşünülemez. “Gayb” ile “şuhut” birbirinin tamamlayıcısıdır. Bu bağların kopması halinde insan, maddenin yani görülenin esiri olur ki artık onun için gelişim denen şey hayal olur.
Gelişim yani “tekâmül”, gözle görülüp elle tutulanın görülmeyeni aralamasından, orada nefes almasından, oradakilerden bilgilenmesinden ve hatta gayb âlemine bağlı olarak dünya düzenine şekil verme noktasına gelmesinden sonra başlar. Bu bağı kurmayan insan, ne olursa olsun, maddenin sert kabuğunu kırıp özgürlüğüne kavuşamaz ve geldiği nokta itibariyle yalnızca kısır bir döngüden başka olamaz.Mesela; hayal dünyası tekâmülün atlama tahtası gibidir. Hayal ise alışverişini görülmeyen âlemle daha çok yapar. Bediüzzaman da haklı olarak hayal gücünün madde ile tatmin olmadığını ileri sürerek, “Elbette gayet câmi mahiyet-i insaniye, ebediyetle fıtraten alâkadardır.”[2]demek suretiyle bize göre gayb olan ebediyetin o sınırsız esintilerinden dünyada iken bile ferahlandığımıza işaret eder.
Gayba iman, iman dairesinin olmazsa olmazı olduğu gibi sonsuz açılımın da birinci adımıdır. İnsanınsonsuza uzanan emellerini doyuma ulaştıran tek yoldur. Gayba iman kapalılıkları, düşmanlıkları ortadan kaldıran ve abus çehreleri gülümsemelere çeviren bakış açısıdır.
Gayb biri izafi/göreceli ve diğeri mutlak diye iki türdür. Şimdi gayb olan daha sonra ya da burada olmayan bir başka yerde ayan olabilir. Gayb aslında var olmamak değil, bir sebepten ötürü fark edilir olmamak, özellikle görünür olmamaktır.[3]Bize göre gayb olan bir başkasına göre olmayabilir. Ama mutlak gayb bize göre olup Allah’a göre ise söz konusu değildir. O Allamu’lGuyûptur, her şey onun bilgisi ve kontrolündedir.
Görülen dünya, yani “şuhut” âlemi sanki bir yerlerden, yani gayb âleminden haber vermektedir.Bediüzzaman, maddenin asıl olmadığının, bir mana ile ayakta durduğunun, vücudun onun emrinde ve ona tabi olamayacağının deneyimlerle ortada olduğunu söyler. Elbette maddenin de bir görevi var; ancak bir hakikate hizmet etmekten öteye geçemez; hizmet ettiği hakikat ise ruhtur. Bu fikri teyit eden açıklamalardan sonra, “Bu hadsiz tereşşuhat ve lemaat gösteriyor ki, şu âlem-i maddiyat ve şahadet ise, âlem-i melekût ve ervah üstünde serpilmiş tenteneli bir perdedir” demek suretiyle, madde ilegayb dünyası arasında çok büyük mesafe olmadığına vurgu yapar.[4] Bir başka yerde daha açık bir şekilde “Âlem-i şehadet, avâlimü'l-guyûb üstünde tenteneli bir perdedir.”[5] der.İnsan görebilme yeteneğine sahiptir. Tekvini emirlere göre hareket eden, bilimsel araştırmaların dürbünüyle o perdeyi aralayıp madde ötesi denilen gaybâlemi hakkında ipucu bulabilir.
İşte iman, aslında gaybışuhut haline getirmektir. Nitekim meşhur Cibril Hadisinde, Peygamberimiz,imandan sonra, “ihsan”dan söz ederken, sanki imanın hayata geçirilişini işaret ederek, “Allah’a O’nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Çünkü sen onu görmüyorsan da O seni görüyordur.” yaklaşımı son derece ilginçtir.
İnsanın duyuları ve duyguları varsa, her grubun iletişim ve alışveriş içinde olacakları dünyaları da olmalıdır. Beş duyumuzla dünyada çok şeylere muhatap olabiliyoruz. İç dünyamızın duygularıyla alışveriş ettiğimiz şeyler çok daha fazladır. Hatta duyularla temas ettiklerimizden aldığımız duygusal haz tarifsizdir. Mesela dokunduğumuz nesnenin hazzını elimiz değil, dokunma duyumuzu aşan o görülmez duygu almaktadır. Sevgi, aşk nedir? Duyulan huzuru kim gösterebilir? Sevinmek ve üzülmek ne demek? Hiçbir insanı bu duygulardan soyutlayamayız.
İnsan olarak biz, görülenlerle görülmeyenlerin yani “gayb” ile “şuhut” un tam ortasındayız. İki dünyalıyız. Şimdi dünyada isek en yakın bir zamanda ahrette olmak içten değildir. İki dünyaya göre kendimize çeki düzen vermek zorundayız. Yalnız bir dünyaya göre hesaplarını yapan iflastadır; hem büyük bir yıkım içindedir.
بِالْغَيْبِيُؤْمِنُونَلَّذِينَاَayette olan “بِالْغَيْبِ”, ikiyüzlülük etmeden halis bir kalp ile iman etmeyi ifade eder. Burada derin bir teslimiyet vardır. İman edilen şeyleregayb da olsalar iman ediyorlar. Bir başka deyişle gayba ya da gayb âlemine iman ediyorlar.[6]
“Onlar ki gayba iman ederler” ayetinin eyleme dönüşmesi -ki imanın eylemi, dışa vurumu, davranışlarda belirişi ibadettir- iki şekilde olmaktadır. Biri, bireyin hayatını düzene sokan ibadetin en kapsamlısı olan kazaya kalmamasına özen göstererek namazı dosdoğru kılmaktır.
الصَّلوةَيُقِيمُونَوَyani “namazı dosdoğru kılarlar” ayetin bu bölümü, fiil kipiyle gelmesi de kozmik uyum olan bu muhteşem ibadetin ruhlarda canlı durmasını sağlamaktır. Bu fiille kullanımı bilinç düzeyinde şartlarına göre namazın kılınmasını ön görür. Bediüzzaman, burada namaza Allah’la kontak kurma anlamını yükler ve özlü bilgiyi verir: “Namaz, kul ile Allah arasında yüksek bir nispet ve ulvî bir münasebet ve nezih bir hizmettir ki, her ruhu celp ve ceza etmek namazınşe’nindendir.”[7]
Diğeri sosyal hayatın düzenini sağlayan bireyin temel görevidir.يُنْفِقُونَرَزَقْنَاهُمْوَمِمَّاyani “Rızık olarak verdiklerimizden infak ederler”ayetiyle Allah’ın verdiği maldan fakirin hakkının verilmesinin topyekûn hayatın düzeni için gerekli olduğu vurgulanır.
Namazla insan kendi hayatına çekidüzen verirken, zekât ya da sadaka ile de toplum hayatına katkı sağlar. Böylelikle bireyden ve toplumdan başlayarak kozmik uyumun tesisi sağlanmış olur. Çekirdek gibi Kur’an bireyi merkeze alarak kâinat genişliğinde bir birliği amaçlar.
[1] Kur’an, Bakara: 3
[2] Nursî, B.S. Şualar, 11.Şua, 8.Meselenin Hülasası, erisale.com
[3] Öztürk, Y.N.(2011), Kur’an’ın Temel Kavramları, Gayb maddesi, Yeni Boyut, İstanbul.
[4] Nursî, B.S. Sözler, 29.Söz, Şu Nükte-i Esasiyenin Hatimesi, erisale.com
[5] Nursî, B.S. Mektubat, Hakikat Çekirdekleri, erisale.com
[6] Nursî, B.S. İşaratü’l-İ’caz, erisale.com
[7]a.e.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.