Gayemiz insanları ebedi idamdan kurtarmaktır

Gayemiz insanları ebedi idamdan kurtarmaktır

Günün Risale-i Nur dersi...

Bismillahirrahmanirrahim

Bu istida, üç makamata gönderilmiştir .
 
Oradaki kardeşlerime bir me’haz olmak için gönderildi

Yirmi seneden beri sabredip sükut eden bir mazlumun şekvasını dinlemenizi istiyorum.
Hürriyetin en geniş suretini veren cumhuriyet hükumetinde herbir hürriyetten men edilmekle beraber, düşmanlarım, benim aleyhime her cihetle serbest olarak beni eziyorlar. Hürriyet-i vicdan ve hürriyet-i fikr-i ilmiyeyi temin eden cumhuriyet hükumeti, ya beni tam himaye edip, garazkar, evhamlı düşmanlarımı sustursun veyahut bana, düşmanlarım gibi hürriyet-i kalem verip, müdafaatıma yasak demesin. Çünkü, resmen, perde altında her muhabereden men im için postahanelere gizli emir verilmiş.

Su ve ekmeğimi getiren bir tek çocuktan başka kimseyle beni görüştürmemek için tenbihat verildiği bir zamanda, eskiden beri benim muarızlarım fırsat bulup, tam Mahkeme-i Temyizin beraatımızı tasdik ederek, mahkemedeki ehl-i vukufun tahsin ettikleri kitaplarımı almayı beklerken, o düşmanlarım, hiç münasebetim olmayan bir-iki mahrem risalelerimi verdirip, sonra meslekçe benim aleyhimde bir-iki ehl-i vukufun eline geçirip, aleyhimde fena bir rapor hazırladıklarını işittim.

Daha sabır ve tahammülüm kalmadı. Ben hükumet-i cumhuriyenin bütün erkanlarına, belki dünyaya ilan ediyorum ki:

Kur'ân-ı Hakimin sırr-ı hakikatiyle ve i cazının tılsımıyla, benim ve Risale-i Nur'un programımız ve mesleğimiz ve bilfiil semeresini gördüğümüz ve çalıştığımız ve gaye-i hareketimiz ve hedefimiz, ölümün idam-ı ebedisinden iman-ı tahkiki ile biçareleri kurtarmak ve bu mübarek milleti de her nevi anarşilikten muhafaza etmektir.

İşte Risale-i Nur, üç ehl-i vukuf heyetinin ve üç mahkemenin incelemesinden geçtiği halde, bu iki vazife-i kudsiyeden başka, kasdi olarak dünyaya, idareye, asayişe dokunacak ciheti olmadığına, yirmi senelik hayatım ve yüz otuz Risale-i Nur, meydanda, cerh edilmez bir hüccettir.

Evet, mahkemece dava ettiğim ve benimle münasebettar bütün dostlarımın tasdiki altında, yirmi seneden beri hiç müracaat etmeyen ve on seneden beri hükümetin erkanlarını-birkaçı müstesna olarak-bilmeyen ve dört seneden beri Dünya Harbinden ve hadisatından hiç haber almayan ve merak etmeyen bu biçare mazlum Said, hiç imkanı var mı ki, ehl-i siyasetle uğraşsın ve idareye ilişsin ve asayişin ihlaline meyli bulunsun? Eğer zerre miktar bulunsaydı, "Karşımda kimler var, dünyada neler oluyor, bana kim yardım edecek?" diye soruşturacaktı, merak edecekti, karışacaktı, hilelerle büyüklere hulul edecekti.

En elim cüz i bir hadise şudur ki: "Bir tecrid-i mutlak içinde, her muhabereden kesilmiş vaziyetimden kurtulmak için hapse girmeye bir bahane bulunuz ki beni hapse alsınlar, bu azaptan kurtulayım" diye bazı dostlarıma bir gizli mektup elden göndermiştim. Ta, benim hayatımın sermayesi ve neticesi ve gayet ziynetli bir surette tezyin edilmiş Risale-i Nur dan, Denizli de mahkemede bulunan kitaplarıma yakın olayım ve teslim almaya çalışayım. Maatteessüf, aleyhime olan oradaki ehl-i vukuftan birtek adam beni müdafaa ederken, o dahi mektubumu görüp, hapse girmem için aleyhime hüküm vermeye mecbur olmuş.

Beni hapislere sokan muarızlarımın bir bahaneleri de-o mahkemede ondan beraat kazandığım-"tarikatçılık"tır. Halbuki, Risale-i Nur da daima dava edip demişim: "Zaman tarikat zamanı değil, belki imanı kurtarmak zamanıdır. Tarikatsiz Cennete gidenler çoktur, imansız Cennete giden yoktur" diye bütün kuvvetimizle imana çalışmışız. Ben hocayım, şeyh değilim. Dünyada bir hanem yok ki, nerede tekkem olacak? Bu yirmi sene zarfında, bir tek adam yok ki, çıksın desin: "Bana tarikat dersi vermiş." Ve mahkemeler ve zabıtalar bulmamışlar. Yalnız eskiden yazdığım tarikatlerin hakikatlerini ilmen beyan eden Telvihat Risalesi var ki, bir ders-i hakikattir ve yüksek bir ders-i ilmidir, tarikat dersi değildir.

Hürriyet-i vicdanı esas tutan hükumet-i cumhuriyenin, elbette bu milletin milyarlar ecdadının ruhları bağlandığı bir hakikate ve onun yolunda dünyaya meydan okudukları ve iman-ı tahkikiyi galibane felsefeye karşı ispat eden bir eseri ve hadimlerini himaye etmek, ehemmiyetli bir vazifesidir. Yoksa, o zayıf hadimin ellerini bağlayıp, binler düşmanlarını ona saldırtmaya, hiçbir vecihle o cumhuriyetin düsturları müsaade etmez. Cumhuriyet beni dinleyecek diye şekvamı yazdım. Evet, (Allah bize yeter, O ne güzel vekildir. (Al-i İmran Sûresi: 173.)) derim. (Emirdağ Lahikası)
• • •


Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLÜK:

ANARŞİST : hiçbir kayıt ve kural tanımayan, düzene düşman; yıkıcı; terörist.
ÂSÂYİŞ : Emniyet, güvenlik.
BAHANE : Yalandan özür.
BERÂAT : Heybetlilik, büyüklük, sağlamlık, dayanıklılık, kavîlik; ilim, cesâret ve diğer güzel vasıflarda emsâlinden üstünlük.
BEYÂN : Açıklama; izah; anlatma.
BÎÇARE : Çaresiz, zavallı.
BİLFİİL : Bizzat kendi çalışması ile; kendi yaparak.
CERH : Çürütmek, yaralamak.
CİHET : Yön, taraf; vesile, sebep, bahâne.
ECDÂD : Cedler, atalar, dedeler.
EHL-İ VUKUF : Bilirkişi.
ELÎM : Acı veren, çok acıklı, üzüntü veren.
ERKÂN : Rükünler, esaslar.
EVHAM : Olmayan birşeyi olur zannı ile meraklanmak, vehimler, kuruntular.
GÂLİBÂNE : Galip bir tarzda. Üstün gelerek
GARAZKÂR : Kin güden, kötü niyetli kimse.
GAYE-İ HAREKET : Yapılan hareketin gayesi ve maksadı.
HÂDİM : Hizmet eden, hizmetkâr.
HÂDİSÂT : Hâdiseler, olaylar.
HİMÂYE : Koruma, korunma.
HULÛL : Geçmek, nüfuz etmek, girmek, dahil olmak.
HÜCCET : Senet, vesika, delil; bir iddiânın doğruluğunu ispat için gösterilen belge.
HÜRRİYET-İ FİKR-İ İLMİYE : İlmi fikir hürriyeti.
HÜRRİYET-İ KELÂM : Konuşma hürriyeti.
HÜRRİYET-İ VİCDAN : Vicdan hürriyeti.
Î'CÂZ : Mu'cizelik; âciz bırakmak, insanların benzerini yapmaktan âciz kaldıkları şeyi yapmak.
ÎDÂM-I EBEDÎ : Dirilmemek üzere yok oluş; âhiret inancı olmadığı için ölümü ebedî yokluğa gitmek olarak görme.
İHLÂL : Bozma.
ÎMÂN-I TAHKİKÎ : İnandığı şeylerin aslını, esâsını bilerek inanma; sarsılmaz îmân, şuurlu ve tahkiki îmân.
İSTİDÂ : Dilekçe, müracâat dilekçesi.
KASDÎ : İstiyerek, kastederek, niyetle ve bile bile yapılan.
MAATTEESSÜF : Üzülerek; üzüntüyle ifâde etmek gerekir ki.; yazıklar, teessüfler olsun; ne yazık ki.
MAHKEME-İ TEMYİZ : Yargıtay mahkemesi. Yanlışı doğrudan ayıran mahkeme.
MAHREM : Gizli. Nikâh düşmeyen, evlenilmesi haram olan yakın akrabâ.
MAKAMÂT : Makamlar, dereceler.
MAZLUM : Zulme uğrayan.
ME'HAZ : Menba'. Bir şeyin alındığı, çıkarıldığı yer. Bir şeyin aslının alındığı kaynak.(Cumhur-u avâmı, bürhandan ziyâde me'hazdaki kudsiyet imtisâle sevkeder. M.)
MEN : Yasaklama, engelleme, mâni olma.
MUÂRIZ : Karşı, zıd, ters.
MUHÂBERE : Haberleşme.
MÜBÂREK : Bereketlenmiş, uğurlu, hayırlı.
MÜDÂFAÂT : Savunmalar.
MÜNÂSEBET : İki şey arasındaki uygunluk, yakınlık, bağlılık, yakışmak, vesile, alâka.
MÜNÂSEBETTAR : İlgili, alâkalı, bir şeye uygun ve yakın olan.
RİSÂLE : Mektup, küçük kitap.
SABR (SABIR) : Acıya ve zorluğa katlanmak. * Bir musibet ve belâya uğrayanın telâş ve feryad etmeyip sonunu bekleyip tahammül ile katlanması.
SEMERE : Netice, kâr, meyve.
SIRR-I HAKİKAT : Hakikat sırrı.
SÜKÛT : Suskunluk, sessizlik.
ŞEKVÂ : Şikâyet etmek, sızlanmak.
ŞEYH : Tarikat dersi veren mânevî lider, mürşid.
TAHAMMÜL : Sabretme, katlanma, dayanma.
TAHSİN : Beğenmek ve alkışlamak, güzelleştirmek, iyi ve güzel bulmak.
TASDİK : Onaylama, doğrulama.
TECRİD-İ MUTLAK : Tek başına, hücre hapsinde bulundurmak, kimseyle görüştürmemek.
TEKKE : Zâkirlerin, dervişlerin zikir ve ders için toplandıkları yer.
TELVİHÂT : Kinâyeli açıklamalar.
TENBİHÂT : Tenbihler, îkazlar. Nasihatlar.
TEZYİN : Süslemek, donatmak, bezemek
TILSIM : Herkesin bilip çözemediği gizli sır; fevkalâde kuvvet ve tesire sahip olan şey. Sihirli söz.
VAZİFE-İ KUDSİYE : Mukaddes vazife. Kusursuz ve kıymetli vazife.
VECİH : Cihet, yön, taraf, cephe, tarz, şekil, sebep.
ZÂBITA : Emniyet görevlisi.
ZİYNET : Süs.