Latif ERDOĞAN
Gerçek iman olmadıkça...
Dilin söylediğini kalp tasdik etmediği için kültürel iman faydasız.
Tasdikteki zafiyeti sebebiyle taklidi iman mecalsiz. Tahkiki iman yakin demek. Şüphenin, tereddüdün sıfırlandığı nokta. Mertebeleri farklı. İlmelyakin, bilme ölçüsünde bir inanış. Aynelyakin görme kıvamında bir kabulleniş. Hakkalyakin, hissetme derecesinde Mutlak Varlığa yakın bulunuş.
Her yakin mertebesinin kendi içindeki dereceleri de sonsuz denecek ölçüde. Akli, kalbi, ruhi imanların dereceleri de birbirinden çok farklı. Latifelerin her birinde tecelli eden iman nuru bu yönüyle de imanı sonsuzlaştırma durumunda. İnsan mahiyetinin tümünü kapsayan iman, bir bakıma "iman miracına" hazır hale gelindiğinin de işareti. Buraya kadar iman, bütün iyi işlerin (salih amel) teşvikçisi olduğu gibi "mekarimi ahlak" denilen her türlü güzel ahlakın da oldurucu ve olgunlaştırıcı mütemmimi.
Mutlak ve mücerret imanın nurlarına mazhariyet ve Latife-i Rabbaniye'nin perde perde imana açılışı demek olan "iman miracı", sayısız mazhariyet yanında ilahi ahlakla ahlaklanmayı da netice verecek kutlu yolculuk. İmam Rabbani'nin bahsettiği ve bir tek iman hakikatinin inkişafını binlerce keramet ve vecid haline tercih ederim, dediği nokta bu kutlu yolculukta elde edilen varidatla alakalı. Bütün çirkin hal ve kötülüklerden arınmış bulunmanın yanında bütün güzel hal ve iyiliklerle de donanımlı olma keyfiyetine ulaşma mükemmeliyeti ancak böylesi bir yolculukla kazanılması mümkün insani seçkinlik. Yani, insan olarak yaratılmış bulunmanın biricik gaye ve hedefi...
Bu sebepledir ki Kuran, bütün teklif ve buyruklarını öncelikle "iman" üzerine temellendirir. Her bahsin ardından imana kapı açar. Anlatımlarını iman etrafında örgüler. İnsanın ancak imanla insan olabileceğini ancak imanla insan kalabileceğini öğretir. Kafirin durumunu hayvandan aşağı bir inişte görür. Şirkin imkansızlığını delilleriyle ispat eder, hala yanlışında ısrar eden müşrikin, insanlık vasfını kaybetmesi sebebiyle affolunma liyakatini de kaybettiğini açıklar...
Yine bu sebepledir ki, dinin ilk şartı imandır. İmanın olmadığı yerde faraza dinin diğer rükünleri yerine getirilse de hiçbir anlamı yoktur. Namaz imanla namazdır, oruç, zekat, hac ancak imanla ibadet konumuna yükselen pratiklerdir.
Ve yine bu sebepledir ki, bütün peygamberlerin ve de Peygamberimiz Efendimiz'in her fert ve topluma ilk çağrıları hep imana olmuştur. Efendimizin: "Benim ve benden önce gelen peygamberlerin söyledikleri en faziletli söz kelime-i tevhittir; imanınızı sürekli kelime-i tevhitle yenileyin" buyurması ve " Ey insanlar, Allah'tan başka ilah yoktur deyin, kurtuluşa erin" diyerek davetinde kelime-i tevhidi esas alması söz konusu sebebin en çarpıcı delilleridir.
Ve elbet yine bu sebepledir ki, iman esaslarının en tehlikeli şekilde sarsıntıya uğradığı bir asırda vazife başına geçen Koca Nursi, Nur Külliyatı denilen muhteşem risalelerinde ve özellikle beşer karihasıyla yazılması ve bir başkası tarafından aşılması imkansız "Ayet-ül Kübra" isimli benzersiz eserinde bıkmadan, usanmadan ve bir an dinlenmeden imana tahşidat yapmış; ve iman neşrini uğruna yaşadığı "en büyük dava" edinmiştir.
Çünkü hakiki iman olmadan ne insan olmak ne de insan kalmak mümkündür. Çünkü hakiki iman olmadan ne ahlakı anlamlandırmak ne de ahlakı sürekli kılmak mümkündür. Çünkü iman olmadan ne nizam kurmaktan ne de nizama uymaktan bahis açmak mümkündür. Zaten dünya gündeminin ilk sırasında yerleşik duran rezaletler yığını da bu imkansızlıkların göstergesi değil midir?
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.