Mustafa ULUSOY
Gök neden gürler?
Yürüyordum. Caddede. Yalnız sayılmazdım. Etrafımda onca varlık vardı. Hayalhanemden çıkıp kâinatın seslenişine kulak kesilmek istiyordum. Derken, semadan yardım geldi ve beni kendime getirdi.
Bir çatırtı koptu, gök sanki yarıldı ve huzurlu bir ürküntü saldı yeryüzüne. En sevdiğim seslerden biriydi gök gürlemesi. Nedenini tam bilememiştim. Ta ki..
Derken, onlar düştü muhayyileme. Sesleri birbirinin içinden geçmiş, birbirine çarpıp düşmüştü. Kelimeleri mecalsiz, yorgun argın yığılıyordu kalplerinin içine. Onları dinlerken "Dandelion" (yön: Mark Milgard) filmindeki etkileyici sahne canlanmıştı muhayyilemde. Kadın mutfakta tabak çanak ne varsa etrafa fırlatır. Kırılmış kalbini tabakları kırarak göstermeye çalışır. Var gücüyle kocasına bağırır: "Bu evde her şey, duvarlar bile benim sesimi duyuyor ama sen duymuyorsun!" Adam bir şey anlamamıştı. "Sadece kendi sesini dinleyenler başkasının sesini duyamaz." dedim. Kendime. Yalnız sayılmazdım.
Adam kadını suçluyordu kadın da adamı. "Dediklerimi dinlemiyorsun, anlamıyorsun, çarpıtıyorsun, bana değer vermiyorsun, beni hep suçluyorsun, beni sevmiyorsun, ben senin için neyim bilemiyorum." Gök bir kere daha gürledi. Ardından yağmur iyice şiddetini artırdı. Yeryüzünün sesi semanın gür sesinden çekinmiş sus pus olmuştu sanki. Ya da bana öyle gelmişti. Derken, kâinatın sesine rüzgârın uğultusu katıldı.
Yürüyordum. Caddede. Yalnız sayılmazdım. Kâinat yanı başımdaydı ya. Her ikisinin de derdi neydi? "Beni lütfen dinle, beni duy, beni işit!" iniltisi ne demekti? "Beni doğru anla, beni olduğum gibi anla!" ne demekti? Kendi seslerini yükselterek diğerinin sesini bastırmak istiyorlardı. Gök neden gür bir seslenişle seslenmişti az önce? Tuhaf olan her biri diğerini çok sevdiğini ve değer verdiğini iddia ediyordu. Yok, samimi görünüyorlardı. Her ikisi de çırpınıyordu. "Beni duysana be adam/kadın!"
Yürüyordum. Caddede. Yalnız sayılmazdım. Şemsiyeye vuran yağmurun şapırtılarını kendime yoldaş etmiştim. Derken, "Birbirinizi neden bu kadar suçladığınızın farkında mısınız?" diye sormuştum. Susmuşlardı. Suskunluk kısa sürmüştü. "Bana değer verseydin şunu şunu yapmazdın..." demişti adam. Kadın hemen atılmıştı. "Sen de bana değer verseydin şöyle yapmazdın.."
"Burada biraz duralım ve her ikinizin söylediğine yoğunlaşalım. Sanki her ikinizin de asıl derdi birbirinizden değer görmek istiyorsunuz." Her ikisi de aynı şeyi söylemişti: "Ama ben ona çok değer veriyorum." "O zaman sorun birbirinize değer verip vermemekte değil, bu değeri doğru biçimde ve yeteri kadar ifade edip etmediğinizde." Her ikisi de hemfikirdi. Ama ötekinin değer verdiğini göstermediğinde!
Yürüyordum. Caddede. Onların yağan yağmurun altında kâinatın sesini dinlemelerini ne çok isterdim. Keşke bu mümkün olsaydı. Bir saat birbirleriyle hiç konuşmadan, birbirlerinden hiçbir şey talep etmeden, birbirlerini hiç suçlamadan, sadece gök gürlemesini, sadece yağmurun sesini, sadece rüzgarın uğultusunu dinleyebilselerdi. Sadece ama sadece konuşan kâinatın sesini dinleyebilselerdi. İçlerinde biriken kızgınlığı, öfkeyi, kırılganlığı kâinatın sesi yatıştırabilirdi belki. Belki duyulmayı talep etmeden önce dinlemeyi öğrenirlerdi. "Kâinatın sesini duymadıkça birbirimizin sesini duyabilir miyiz?" diye sordum. Kendime. Sanırım zordu bu. Kâinatın dilini anlamadıkça birbirimizin dilini anlamak güçtü.
"Yani" demiştim, "Aslında birbirinizi suçlarken her biriniz diğeri için değerli ve önemli olduğunu duymak istediğini ifade etmeye çalışıyor." Başlarını sallamışlardı. "Neden başkasından değil de birbirinizden değerli olduğunuzu duymak istiyorsunuz? Bir fikriniz var mı?" Her ikisinden de teker teker cevap istemiştim. "Çünkü onu seviyorum ve benim için değerli biri o. Ben de onun için değerli olmak istiyorum, derinlerde bana değer verdiğini biliyorum ama duymak istiyorum." Birbirlerine bakakalmışlardı. Yüzlerinde aydınlık bir tebessümle. "Bana değer vermiyorsun!"dan "Benim için sen çok değerlisin ve bu yüzden bana değer verdiğini duymak istiyorum"a gelmelerini istemiştim.
"Değer verildiğimizi duyarak duyulmak istiyoruz." dedim. Kendime. Yürüyordum. Caddede. Kâinat da sesini duyurmak istiyordu. Duyulmak istiyordu. İnsanın sesini duymasını istiyordu. Yağmur dinmişti. Bir köşeye çekildim. "Gök gürlemesi O'nun sınırsız kudret ve yüceliğini övgüyle anmakta" (Ra'd:13). Gökte sesinin duyulmasını istiyordu. Bir gürleme olarak değil, O'na bir yakarış, bir övgü olarak. Doğru şekilde duyulmak, anlaşılmak istiyordu. Her varlık gibi. Hepimiz gibi.
Zaman
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.