Gönüllere genişlik veren sure
Rasûl-i Ekrem gönül ferahlığına kavuşturulduğu için bu sureye İnşirah ismi verilmiştir. Bu ferahlık, kalbinin îman ile rahatlatılması, hikmet ve bilgi ile aydınlatılması ve günahlardan arındırılmasıdır.
Peygamberimiz’e vahiy kesilmiş ve fetret-i vahy denilen hüzünlü bir dönem başlamıştı. Kıblenin tahvîlinde olduğu gibi, Allah Rasûlü’nün, muhtaç bir ruh hâliyle başını göklere dikip beklediği, günlerin akabinde Cenâb-ı Hakk’ın teveccühüne mazhar olarak Kıble’nin değiştirilmesiyle Efendimiz’in risâleti âleme ilân edilmiş, ardından Duhâ ve İnşirâh sûreleriyle kendisine inşirâh-ı sadr müjdesi verilmiştir.
Burada “dîk-ı sadr” denilen gönül darlığının; doğru değerlendirilip doğru anlaşılması gerekir. Hz. Peygamber’in stres gibi basit bir ruh hâline ma’rûz kaldığını düşünmek doğru değildir. Dîk-ı sadr O’nun hissettiği ağır sorumluluğun, muzdarip gönlünde hâsıl ettiği heyecan olmalıdır.
“Fetret-i vahiy” döneminde Allah Resûlü’nün, gönlüne, “Acaba vahyin kesilmesini gerektirecek bir şey mi yaptım?” gibi bir mülâhaza gelmiş olabilir. Senelerce susuzluktan dudakları çatlamış insanların yağmur duasında gözlerini semâya dikip rahmet bekledikleri gibi, O da Cenâb-ı Hak’tan mahz-ı rahmet olan vahiy sağanağını bekliyordu.
GÖNÜL VE KALP FERAHLIĞI VEREN SÛRE
“Senin için bağrını açmadık mı?” âyetindeki neşrah fiili; et ve benzeri şeyleri açmak, yarmak ve genişletmek anlamındadır. Sadr kelimesi ise; “bağır, döş ve göğüs” demektir.
“Şerh-ı sadr” ise kelime olarak; göğsün açılması, kavram olarak; gönül ve kalp ferahlığı demektir. Ruhî sevinç, kutsal kaygı, bilgi ve tahammül genişliği anlamlarına gelir. Vahyin kesilmesine Peygamberimiz ziyâdesiyle üzülmüş, “terk mi edildim?” diye bir kaygıya kapılmıştı. Hatta kendisini bu hâliyle gören bir kadın; “Hayrola yanında arkadaşını görmüyorum, O da mı sana darılmış ve seni terk etmiş?” diye sordu. Duha Sûresi’nde bu olaya işâreten; “Rabbin seni asla yalnız ve yardımsız bırakmadı, sana darılmadı.” müjdesi verilmiş ve hemen ardından İnşirah Sûresi indirilmiştir.
“SADR” KELİMESİNİN HİKMETİ
Burada kalp yerine “Sadr” denilmesinin bir hikmeti vardır: Şeytan, kalbe vesvese vermek için göğüsten girmeye çalışır. Göğüs kalbin zırhıdır. Şeytan buradan kalbe bir gedik açarsa oradan vesveselerini vermeğe başlar. Kalpte hüzün, keder ve yanlış düşüncelerin doğmasına sebep olur.
“Senden o yükünü indirmedik mi?” âyetinde ifâde edilen, yükünün hafifletilmesi, beşer tâkatiyle taşınması mümkün olmayan, vahyin ağırlığını kaldırabilecek ve alabilecek bir kıvâma getirilmesidir. Ebû Hayyân: “Göğsü açmak demek: kendisine vahy edileni alabilmesi için onu hikmetle aydınlatmak ve rahatlatmak.” derken bunu ifâde eder.
Çocukluğundan Mi’râc mu’cizesine kadar dört defa Peygamberimiz üzerinde gerçekleştirildiği rivâyet edilen “Şerh-i sadr”’ın, “Şakk-ı sadr” da denen cismanî tarafı ihtilaflı olmakla birlikte, ma’nevî yanı ittifakla kabûl edilmiştir. Bütün peygamberlerin vahyi alabilecek konuma gelmeleri için geçtikleri bir tasfiye süreci ve süzgeci vardır. Kur’ân-ı Kerîm’de “Istıfâ, ıstafeytüke, ıstafâki ve yestafî” şeklinde bütün peygamberler ve Hz. Meryem vâlidemiz için kullanılan ve Efendimizin ismi ve sıfatı olarak böyle bir tasfiye ameliyesinden geçtiğini ifâde eden Mustafâ, Duhâ ve İnşirah sûrelerinde vurgulanan kalbî ve ma’nevî bir arınma ve arındırmayı ifâde etmektedir. İnsânî zaaflardan arınma ve arındırma anlamındaki tasavvufun aynı kökten gelmesi, kalbin tasfiyesi ve nefsin tezkiyesini gâye edinmesi, bu ilmin hem kaynağını hem de metodolojisini göstermesi bakımından önemlidir.
veda‘nâ; fiili koymak, kaldırmak, vizr kelimesi ise; yük, sıkıntı ve günah demektir. Burada “Beli büken yük” ifâdesi, günah yükünü değil, çekilen sıkıntıların ağırlığı ve kutsal kaygı anlamındadır. Bu âyetteki “vizr” kelimesi, mânevî sorumluluğu ifâde eder. Arz ve semânın kabullenmekten kaçındığı kutsal emânetin ağırlığı, “dağları darmadağın edecek” kadar ağır vahiy tecellîsinin ve Kur’ân’ın indirilmesinin etkisi şeklinde değerlendirilebilir.
PEYGAMBERİMİZ’İ (S.A.V.) HÛD SURESİ İHTİYARLATTI
Resulullah’ın Hira’ya çıkışı nasıl Mekke’den bir kaçış değil, aksine Mekke’nin fethine bir yürüyüş ise, risâletle buluşması da bir taraftan sıkıntılarından kurtulması, diğer yandan yeni sorumluluklarla buluşması demektir.
“O sırtında gıcırdamakta olan (ve bu şekilde sana eziyet) veren yükünü? (Hafifletmedik mi?” âyetindeki enkada fiili; bükmek ve kırmak, zahr kelimesi ise; sırt ve arka demektir.
Buna göre “inkâd-ı zahr”: yükün ağır basarak kemikleri çatırdatmasıdır. Nakid; deve üzerine konan yükün ağırlığından sepetlerin, palanların ve kaburgaların çıkardığı sestir. “Beni Hûd Sûresi ihtiyarlattı.” derken “Neden Yâ Rasûlallah?” diye sorulduğunda: “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” emr-i celîlinin gerektirdiği hassâsiyet belimi büktü.” ifâdesi bu ağırlığın anlaşılması açısından önemlidir.
Biz, bu yükün peygamber olmanın getirdiği ağır sorumluluk olduğu görüşündeyiz. “Doğrusu Biz senin üzerine ağır bir söz yükleyeceğiz.” anlamındaki âyetten, peygamberimize tevdî edilecek ağır sözün vahiy olduğu kendiliğinden anlaşılır.
“Senin şânını yüceltmedik mi?” âyetindeki; rafe’nâ; yükseltmek, zikr ise; ün, şan, şeref, vahiy ve Kur’ân gibi anlamlara gelmektedir. Buradaki “zikrinin yüceltilmesi”’nden maksadın,Peygamberimizin adının kelime-i şehâdette ve tahiyyâtta Allah ile beraber anılmaya, ezanlarda, hutbelerde, vaazlarda, hitaplarda ve kitaplarda “Hamdele” ve “Salvele” ile yer almaya başlamasıdır.
Rasûlüllah’ın “nâm-ı celîlini, yâd-ı cemîl” yaparak yükselten bu âyetle; Hz. Peygamber’in sıradanlaştırılmasına sed çekilmiştir. Dînin kutsama ve ta’zîm üzerine kurulduğu dikkate alınırsa, Hz. Peygamberi ve diğer peygamberleri küçülten ve küçümseyenlerin nasıl yanıldığı daha iyi anlaşılır. Peygamberleri küçümseyen ve küçültenler onların değerini düşüremezler. Ne var ki onlar ve onlara uyanlar kendileri kaybederler. Kur’ân-ı Kerîm’in ve Hz. Peygamber’in sıradan kabûl edilmesiyle, onlar üzerinde âyet ve hadisler, emir ve yasaklar etkisiz hâle gelir. Allah’ın kadrini yükselttiği bir Peygamberi siz nasıl sıradan bir insan gibi değerlendirebilirsiniz?
EFENDİMİZ’İN (S.A.V.) SIFATLARI
O, sıradan bir kul iken kendisini; Cenâb-ı Haakk’ın “Allah’ın Rasûlü”, “Hatemu’n-Nebiyyîn”, “Üsve-i hasene” ve “Rahmeten li’l-âlemîn” gibi sıfatlarla yücelttiği bir peygamberi, kullar ve sözüm ona hocalar nasıl küçültebilir? “Muhakkak ki Allah ve melekleri, peygambere salât ile ikramda bulunurlar. Ey îman edenler, haydi O’na teslîmiyetle salât ve selâm getirin.” anlamındaki âyet O’na ta’zîm ve saygıyı emrederken, siz böyle bir saygısızlığı nasıl içinize sindirebilirsiniz?
“Demek ki, zorlukla beraber bir kolaylık var.” anlamındaki ayetlerde ise; geçmiş sıkıntılar, yerini nasıl kolaylıklara bırakmış ise, gelecek sıkıntılar için de yeni kolaylıklar sağlanacağı vurgulanmaktadır.
“O halde boş kaldığında yine kalk yorul! Ve ancak Rabb’inden ümit et, hep O’na doğrul!”âyetlerinde iki husûsa dikkat çekilmekte, “boş zaman” anlayışının bir mü’minin ajandasında yer alamayacağına ve her işte Allah rızasının gerekliliğine işâret edilmektedir. Usr; güçlük, zahmet, göğüs darlığı ve vazife yükü, gibi şeylerdir. Yüsr ise; Kolaylık, demektir.
El-Leyl suresinin 5-7. ayetlerinde ki: “Bu sebeple kim malını Allah yolunda harcar, takvâ üzere davranır ve en güzeli onaylarsa Biz ona en kolay olanı daha da kolaylaştırırız.”
“Kim de Allah yolunda yurdundan göç ederse, yeryüzünde barınacak çok yer ve genişlik bulur. Kim Allah’a ve Elçisi’ne katılmak üzere evinden çıkar, sonra kendisine ölüm gelirse, o kişinin ecri şüphesiz Allah’a aittir. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” manalar bu kolaylıkları açıklamaktadır.
Bize verilen mesaj; karşılaşılan güçlüklerin üzerine gitmemek, sorunlardan kaçarak onun bir parçası olmak yerine, zorluklarla bıkmadan usanmadan mücâdele etme ısrârına işâret etmektedir. Dikkat edilirse, ayette “boşalır boşalmaz” diye çevrilen ifâde, sürekli bir kararlılığa dikkat çekmektedir.
MÜSLÜMANIN GÖREVLERİ
Âyetteki; ferağte fiili; bitirmek, boşalmak, insab emri ise; kalkmak, dik durmak demektir. “Sadece Rabbine yönel.” ayetindeki irğab emri ise; rağbet etmek ve yönelmek demektir.
Burada öncelikle Hz. Peygamber’e hitap edilmekte ve vahiy ile emredilen bir husus yerine getirilince, peşinden diğerine geçmesinin önemine dikkat çekilmektedir. Müslüman her gün dünden daha ilerde olmak zorundadır. “İki günü birbirine eşit olan ziyandadır.” buyuran Efendimize ümmet olmanın gereği budur.
Nesab kelimesi; dikili taş demektir. Buradan hareketle; bir işi bitirdiğin ya da bir sıkıntıdan kurtulduğun zaman, dik ve sağlam dur! şeklinde bir yorum yapılabilir. Burada Müslümanlara yapılan önemli bir emirle daha karşılaşıyoruz: Müslüman, güçlüklere karşı dik duran, yılmayan ve savrulmayan insandır.
Âyetteki “ferğab” kelimesi; “ferağğıb” olarak da okunmuştur. Buna göre âyetin anlamı “..ve başkalarını da yalnızca Rabbine yönelt.” demektir. Müslüman sâdece kendisini değil başkalarını da Allah’a yöneltmekle görevlidir.
Günlük hayatımızda gereksiz iş ve lüzumsuz söze yer yoktur. Kur’ân-ı Kerîm’de “lağv” terimi ile ifâde edilen bu husûsu Hz. Peygamber: “Faydasız iş ve gereksiz sözden uzak durmak, kişinin ahlâkının güzelliğindendir.” şeklinde açıklamaktadır. Müslüman, boş ve anlamsız işlerden kaçınan, hayatında gereksiz işlere yer vermeyen ve her konumda doğru iş yapıp üretken olan insandır.
Bu âyette ilâ rabbike ifâdesinin ferğab emrinden önce gelmesi, yönelişin gerçekleştirileceği tek mercîin Cenâb-ı Hak olduğunu vurgulamak içindir. Efendiler Efendisi için asâleten söz konusu olan inşirâh-ı sadr’ın, vekâleten ümmet için de her zaman geçerli olduğu dikkatten uzak tutulmamalıdır.
Kaynak: Prof. Dr. İrfan Gündüz, Altınoluk Dergisi, 363. Sayı, Mayıs 2016
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.