Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

Bu Bayram Ne Keselim?

90'lı yılların başlarıydı. Ramazan yaklaşmış ve biz de herhangi bir görevimiz ve ilahiyatçı da olmamamıza rağmen, bir camide vaaz vermeye niyet etmiştik. Önce Trabzon Müftülüğüne uğradık ve Hacıkasım Camisi'nde teravih öncesi vaaz vermek istediğimizi ilettik. Müftü de bize kimliğimizi bile sormadan ilgili caminin derneğine havale etti. Eğer onlarla anlaşabilirsen olur, dedi.

Biz de hemen cami derneğine gidip bu arzumuzu ilettik. Sonra çok hazin bir şekilde Rahmetli olan, dernek başkanı Hacı abimiz bu fakire, "Hocam tamam da bizim size verecek bir paramız yok" deyiverdi. Çok şaşırmıştım doğrusu. Hem de üzülmüştüm. Vaaz parayla mı verilirmiş, diye de içimden geçirmiştim. Biz de herhangi bir ücret istemediğimiz iletince o da sevinmişti ve vaaza başlamıştık.

Sonunu anlatayım. Bayram vaazını bitirip namazı kılmıştık. Dernek başkanı olan rahmetli Hacı abimiz, elinde bir tomar para ile yanımıza yaklaşarak bu fakire, "Hocam biz size bir ücret veremeyiz dedik ama küçük de olsa bir harçlık para topladık lütfen alır mısınız?" dedi. Hem şaşırmış hem de yüzüm kızarmıştı. Hemen İkinci Mektuptaki istiğna düsturu aklıma geldi ve bu parayı alamayacağımı, bunun benim için mümkün olmadığını söyledim. Hacı abimiz ısrar edince de elindeki parayı alıp caminin içinde, hemen önümüzdeki yardım kutusuna attım. Bu sefer yüz kızarma ve taaccüp sırası Hacı abideydi. Şaşırdı, ne diyeceğini bilemedi. Fakat ondan sonra yaptığımız vaaz ve nasihatlar belki unutulmuştur ama bu tavrımız hiç unutulmadı. Caminin yanından her geçişimizde Hacı abi bizi çağırır, cemaati toplar, "Bu hoca var ya vaaz verdi ama bir kuruş da para almadı. İşte böyle hocalara ihtiyacımız var" diye de ilan ederdi. Bu örnek bir hareket diye mahalleye de yayılmıştı.

İşte o ramazandaki vaazlarımıza, vaazın birinde anlattığım "kesmek" fiiline değişik bir yaklaşım getiren bir anektodumuz damga vurmuştu. Bütün zamanları ilgilendirdiği için, bundan söz etmek istiyorum.

Bir zâta Kurban Bayramı öncesi birisi sormuş:

"Bu bayram ne keselim?"

Şu cevabı vermiş:

"Önce, gıybeti kes, yalan konuşmayı kes, kul hakkı yemeyi kes, haram yemeyi, kötülük işlemeyi kes, öyle kurban kes. Eğer bunları kesmezsen, ne kesersen kes!"

Geçenlerde, Rize'de çok değerli dostumuz, hizmet insanı Numan Toprak kardeşin misafirliğinde İstanbul'dan gelen Said Özadalı ve diğer arkadaşlarla üç gün çok verimli bir program yaptık. Bunu orada da anlattım ve biraz da üzerinde durduk. Özellikle Said abi bu hususun üzerinde haklı olarak çok durdu.

Biz şimdi ihlas ehemmiyeti diyoruz. Gıybeti, yalanı, dedikoduyu keselim, diyoruz da bunu ne kadar yapabiliyoruz acaba? Suizandan uzak duralım; gurur, kibir ve enaniyet semtimize hiç uğramasın, diyoruz da bunda ne kadar muvaffak olabiliyor, ticaret ve sosyal hayatımızda sünnet-i seniyye dairesine ne kadar riayet edebiliyoruz? Bu sualleri oradaki arkadaşlar hep beraber nefsimize sorduk. Bazı hatıralar anlattık. Bu fakir de anlattı. Anlatırken, sonradan fark ettiğimiz hatalarımızı da itiraf ettik. Bu hataların bir daha olmaması için çalışmaya kendi nefsimize söz verdik. Kur'an'a fiillerimizle de ayna olmamız gerektiği üzerinde ısrarla durduk.

"Okuduklarımızı yaşamadıktan sonra, niçin okuyoruz ki?" suali de gündeme geldi. Gerçekten eksik ve hatalarımız oluyor. Âyât-ı Kur'an'a tam ayna olamıyoruz diye okumayı da bırakmak ya da noksanlaştırmalı mıydık?

Bu fakire göre tam tersi olmalıydı. Şahsen okumalarımızda, ders ve sohbetlerde eksilme veya ara verme olduğunda, elimiz şaşırıyor, gözümüz kayıyor, dilimiz sürçüyordu. Öyleyse, okumaya kuvvet vermek gerekiyordu. Okumak ile okuduklarını yaşamak, birbirini besleyen, birbirine destek veren iki önemli âmel.

"Kesmek" fiili, dilimizde kim bilir kaç anlamda kullanılıyor. Yukarıdaki anlatımda "son vermek, durdurmak" anlamında ne kadar da vurucu kullanılıyor değil mi? Kur'an, sadece gıybeti en kötü ve çirkin fiil olan ölü eti yemeye benzetiyor. O hâlde bu gıybeti dilinden, kalbinden, yanından yörenden, kulağından, evinden mümkünse mahallenden at, gitsin. Son ver bu habis fiile. Bak nasıl hafifliyor ve büyük bir yükten kurtuluyorsun.

Çok şey kendiliğinden düzeliyor, kalbin ve aklın rahatlıyor. Hiçbir faydası olamaması ile birlikte hasenatını yiyip bitiren bir illetin yükünü üzerinden atmış oluyorsun.

Bir hadîste geçiyor zannediyorum. Hazret-i Peygamber, "Bir Müslüman ne yapmaz, diye soruyor. Zinadan tut hırsızlığa tüm fiiller için yapabilir ama bir mü'min asla yalan söylemez" buyuruyor. Yalan, suistimale müsait olduğundan dolayı, üstad cevaz vermiyor. Bir defa cevaza yaklaştın mı tevil ile yalan söylenmeyecek husus kalmıyor. Onun için, ya susmak ya da doğru konuşmaktan başka bir yol yok. Bunu bazen sınıflarda anlattığımda bazılarından:"Biz hiç konuşmayalım mı?" diye çıkışanlar oluyordu. Evet, konuşmayacağız kardeşim. Ya doğru, faydalı konuşacağız ya da susacağız. Bütün bu şeyler ve kabahatler aslında "Cenab-ı Hakk'ın hesabına olmayan fâni dünyadan, fâni şeylere karşı alâkaları kesme"mekten kaynaklanıyor. Kalp insanın idare merkezi yani bir nevi insan âleminin arşı durumunda. Kalpteki arızalar, kirlilikler lisanımızı da elimizi de gözümüzü de arızalı hâle getiriyor, kirletiyor. Öyleyse kelime-i tevhidin esasatıyla kalbi söylettirmek, ruhu işlettirmek gerekiyor.

Evet dostlar, kurbandan önce gıybeti,yalanı, haramı kesmezsek kurbanın sevabı da eriyip gidiyor böylece.Akıllılık, kesmeye gıybetten ve yalandan başlamayı gerektiriyor değil mi?

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.