Habibi Nacar YILMAZ
Dio ve Ordu'nun Dereleri
Dio ismi, biraz garip geldi size belki. Asıl adı, Dıamond Tema olan Arnavut asıllı arkadaşımız, kendi tabiri ile kendine kısaca Dio dediği için, kolaylık olsun diye, bu ismi kullanmayı tercih ettiğini söylemişti bir yayınında. Biz de onu tercih ettik.
Daha önceki bir yazımızda da isim vermeden Dio'nun bir konuşmasını değerlendirmiş, düştüğü çukuru anlatmaya çalışmıştık. Bu sefer, bir müddet önce, Şahin Doğan'ın bir paylaşımından haberimin olduğu bir videosundan bahsedeceğiz. Bu yayına nasıl ulaşabilirim, diye düşünürken, çok değerli bir öğretmen arkadaşımız, Dio'nun Bahadır Malkoç kardeşimizle, Yeraltı Kanalında yapmış olduğu tartışma sohbetinin videosunu bana attı.
Öncelikle, şunu ifade etmeliyim ki üst düzey bir olgunlukla geçen bu sohbet tadındaki diyalog, bir yönüyle, izlediğim ilklerden oldu diyebiliriz. Her iki kardeşimizin de olgun ve dikkatli tavırları, sakin konuşma tarzları ve seviyeli üsluplarıyla, her takdirin üstünde olduklarını gösterdiler. Her ikisi de piyasada tanınan ve takdir edilen birer figür haline gelmişler diyebiliriz. Dio'nun bilebildiğim kadarıyla kendi videoları; Bahadır Malkoç'un ise,"Mabeyn" adıyla Youtbe kanalı ile çeşitli inanç grupları ile muhatap olduğunu ve onların hidayet yolculuklarında onlara yardımcı olduğunu biliyoruz.
Sohbeti dinleyince aklıma ilk önce, Cenab-ı Allah'ın meleklere "Yeryüzünde bir halife yaratacağım." hitabına karşılık, meleklerin hakikat-i hâli tam bilemediklerinden olacak ki Cenab-ı Allah'a "Fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?" şeklindeki itirazlarını anlatan Bakara Suresinin 30. Âyeti geldi nedense.
Melekler bu sohbete, önceden muttali olabilselerdi acaba, Cenab-ı Allah'a olan itirazlarına neler eklerlerdi, nasıl bir sitemi daha dile getirirlerdi gerçekten tahmin edemiyorum.
Biri diyor ki başta insan olarak biz harika bir sanatız; sanatlı olmayan, mucize sayılmayan hiçbir şey yok âlemde. Öyleyse, bunların bir sanatkârı, bu mu'cizelerin bir mu'cizekârı olması gerekiyor, akıl bunu diyor ve gerektiriyor. Aksi olamaz. Bu,bir kanun çünkü.
Diğeri ise, bir sanatın sanatkârının, bir mu'cizenin mucizekârının olmayabileceğini cümle oyunları ve felsefi cambazlıklarıyla anlatmaya, bir imkânsızı ispata çalışıyor.
Biri, bize göz, dil, akıl gibi pahalı cihazlar takılmış; canlılar sanki bizi tanıyor gibi, bize hizmet ediyor. Bu cansızlar bizi tanımadığına göre, bizi tanıyan ve bize merhamet eden biri var ki bunları bize hizmet ettiriyor. Akıl bana bunu gösteriyor, düşünce bunu gerektiriyor, diyor.
Diğeri, her şeyin bir maksadı olduğunu ve bu maksadın da bize baktığını, biz böyle zannettiğimiz ve bize öyle öğretildiği için, öyle diyoruz, cansızlarda gaye olmayabilir, diyor. Derelerdeki suyun her zaman susuzluk gidermediğini de buna örnek veriyor.
Halbuki dere ya da dağ veya lüzumsuz gördüğümüz niceleri, sadece bilinen, görünen veya zannedilen gayeler için değil ki kardeş. Belki bizim bildiğimiz gaye, binlercesinden biri. Onları bilemeyişimiz, başka gayelerin olmadığına delil olmaz ki. Yazının başlığını da bu acib ve anlamsız benzetmeden dolayı öyle verdim zaten.
Ah Dio kardeş! Ne zamana kadar aklın görevini göze, naklin görevini tahmin ve kuruntulara, bir saniye sonrasını bile göremeyen vehme vereceğiz?
Dio'nun Bahadır Malkoç kardeşimizin "Her sanat, sanatkârını gösterir." tezine karşı verdiği bir örnek var ki hayretimden nutkum tutuldu. Ne yalan söyleyeyim, onun adına biraz utandım doğrusu.
"Yerler ıslaksa bu, her zaman yağmurdan olmayabilir. Biri de ıslatmış olabilir. Sanat da her zaman bir sanatkârdan gelmeyebilir böylece." diyor sevgili Dio.
Değerli Dio, yerler bazen değil, her zaman hem de şiddetli ıslak olsa, ne diyeceksin ya da ne diyebiliriz?Yerler, her zaman ıslak, hem de bu ıslaklık, senin de şiddetli bir inatla göremediğin gibi, şiddetinden bile görünmüyorsa ne olacak? Başka ihtimal olur mu? Süleymaniye Camisi'ne girdiğinizi düşünün. Bu mabedi, mimarı olmadan düşünebilir, izah edebilir misiniz? Kâinatta şuursuz zerrelerin hiç şaşırdığı yok. Sanatın şiddetinden ve çokluğundan, sanatın farkında bile değiliz. Yani yerler her zaman ıslak sevgili Dio. Heykele bakıp hemen onun heykeltıraşını sorduğumuz gibi, her biri bir ilmin konusu ve sanat harikası olan mesala insana veya bir hücreye, atoma baktığımızda da normal bir akıl, bunların sanatkârını sorar ve arar. Düzenin büyüklüğünden, kusursuzluğundan da bunun sonsuz bir ilim ve kudret sahibi tarafından sevk ve idare edildiğini kabul eder, mantık oyunlarına girmez.
Dio, genelde güzel cümleler kuruyor, kendisini iyi ifade ediyor ve kendinden emin görünüyor. Kendine göre, belki mantık örgüsü de var. Fakat bir yerlerden tanıdık bu izah ve mantık örgüsünün sathi ve esassız olduğunu geç de olsa göreceğine ve bu tip çürük iddialarının peşini bırakacağına inanıyorum şahsen. Eğer bir projenin parçası değil de iyi niyetli ise.
Bu tip cümle ve mantık oyunları bize bir yerden tanıdık geliyor dedik ya. Gerçekten de öyle. Maddenin ezelî sanıldığı, ilmî gelişmelerin daha pek olmadığı geçen asırda, birçok zihni iğdiş edip sıkıntıya sokan Alman felsefeci Buchner'in "Madde ve Kuvvet" diye bir kitabı var. Onu okumuş, evir çevir etmiş ve elimizde bir maskaraya çevirmiştik bir zamanlar. "Kol ve ayağa ihtiyacımız olduğu için, ortaya çıkmışlar." gibi "ihtiyacı" ilah yerine koyan; "uzun zamanı" başka bir yaratıcı gören gibi tezler savunuluyordu kitapta. "Dağlarda bir çiçeği gören olmadığına göre, onun yaratılmasının ne lüzumu varmış?" gibi kâinatı müşahedeyi ve mevcudatın görevini sadece insana mahsus zanneden, aklı göze indirmiş bir zihniyetin ürünüydü bu cümleler.
Dio arkadaşımız da cevabı içinde birtakım felsefî izah ve ters mantık cümleleriyle, akıl gözünü şaşırtmaya çalışıyordu konuşmalarında. Bir de bu tiplerin çoğunun düştüğü çukurda, yaratılan ile yaratanı, mahlukla vacib-ül vücudu kıyaslamaktan kaynaklanan mantık hataları yapıyordu. Vacibi, mümkin olan aklıyla ölçüp biçiyor, bazen de maddeye bile böyle bir izafet veriyordu.
Bütün bunları dinlerken, yine aklıma Onuncu Söz'de Mukaddime'de geçen "Felsefe şakirtleri ve millet-i küfriye ve nefsi emmarenin en müthiş dalâleti Cenab-ı Hakkı tanımamaktadır" cümlesi geldi. Allah'ı tanımak mı istiyorsunuz kardeşim? O'nu sınırlı aklına göre ölçüp biçmeyeceksin. O, Kendisini kâinat sanatıyla gösterdiği gibi, kelamıyla da elçileriyle de tarif edip bildiriyor. Onlara müracaat edeceksin. Elimizdeki akıl ipi zamanla ve maddeyle sınırlı. Sınırsız olan bir Zât'ı ancak sıfatlarıyla bilip tanıyabilir. Görmeyi veren, elbette görür ve Güneş'in de sahibidir ve benim görmediklerimi de görür, aksi mümkün mü? Kulak da dil de öyle hakeza.
İnsan, bilmediği veya uzağında olduğu bir şeyin hakikat de olsa düşmanı olabiliyor böyle işte.
Buna "azamet ve kibriya ve nihayetsizlik noktasında ya gaflete veya masiyete veya maddiyata dalmak sebebiyle darlaşan akıllar" da eklenince, böyle azametli, ihatalı meseleleri idrâk edemiyor ve inkâra sapıyor. İmanî meseleler, özellikle Allah'ın sıfatları, geniş ve ihatalı ve derin olduğundan, sınırlı ve mahdut aklın sınırlarıyla yoklanamıyor. Yoklansa, haddini aşınca böyle inkâra sapılıyor ve hadsiz cümleler kuruluyor.
Dio kardeşin incileri çok. Yaratmayı olup biten, olmuş bitmiş bir süreç olarak zannediyor. Her bakışın, yürümenin, hulâsa her fiilin bir yaratma, yaratılış eylemi olduğundan ve yaratmanın sürekli ve ihatalı bir fiil olduğundan habersiz ki "Tanrı yaratmadıktan sonra, bir işe yaramaz." iddiasını ve hadsiz cümlesini kurabiliyor. Hele, sonsuz ve ezelden gelip ebede giden Halık isminin azametli ve ihatalı tecellisini "Yaratmak da bir noksanlıktır." şeklinde bir cümle ile tarifi ve dolayısıyla sonsuza noksanlık izafe eden cümlesi var ki evlere şenlik.
Ne mikro düzeyde bir laboratuvarda ne de makro kâinat laboratuvarında (bilim dünyasını elli sene kandırıp hayali evrimler üretmeye sebep olan sahte Piltdown Adamı ve benzerleri hariç) ispatı yapılamamış, yapılamadığından teori düzeyinde kalmış; altı, varsayım ve hayali şeylerle doldurulmuş tür değişimi evrimine de inanıyor arkadaşımız. Ve bundan yola çıkarak "Evrimle yaratan beceriksizdir." diye de karar veriyor.
Kâinatta bir tür değişimine yol açacak bir evrim yok. Pire ve hamsi balığının devamları bile bunu çürütür. Ama zerrenin hikmetli yolculuğu var. O da yine Allah'ın koyduğu kanunlar ve hikmet dahilinde oluyor. Zaten, tüm yaratılışları ve vücuda gelişleri sıraya koyup saniyeye bölerseniz, her an mükemmel bir yaratılış olduğunu ve her an binlerce insanın, her an binlerce ferdin yaratıldığını görürsünüz. Bu da biraz matematik zekası ve düzgün bakış açısı gerektiriyor herhalde.
"Yaratmadan önce de Tanrı değil miydi?" de soruyor Dio. Arkadaş belli ki yaratmayı ve yaratılanları gözüne ilişenler olarak görüyor ve anlıyor. Ya da Allah'ı aklın sınırlarına alıp hem hâkim hem mahkûm zannediyor, ne diyelim.
Muktezi ile iktizayı da bilmeyen arkadaşımız "Allah her şeyi bilmek zorundaysa, demek her şeyi bilmeye mahkûm" da diyor.
Güzel kardeşim, Allah'ın her şeyi bilmesi bir mahkûmiyet değil. Kâinata baktığınızda, bunun böyle bilinmesi ve öyle olduğu, aksinin mümkün olamayacağı bir mecburiyet. Bu mecburiyet, bizim için, Allah için değil. Başka türlü, kâinatı ve varlığı izah edemezsiniz çünkü. Ya sonsuz bir ilim, kudret ve irade altında bu faaliyet oluyor ve sanatlar vücuda geliyor ya da aksi mümkün değil. Allah mahkûm olduğu için öyle değil. Sen, onu öyle bilmeye, öyle görmeye mahkûmsun. Yoksa, hiçbir şeyi izah edemezsin. O'nun ilmi, öğrenilmiş ilim değil ki öğrenmeye, bilmeye muhtaçmış, diyebilelim. Biz olandan anlıyoruz ki bunları olduranın kudreti, sonsuz olduğu gibi ilmi de sonsuz. Aksi olsa, kâinat olamaz ki biz de böyle bir cümle kurabilelim. Eşyanın varlığı, sonsuz bir ilmi iktiza ediyor. Bütün bu noksan, yanlış ve gülünç yaklaşımlar, mümkini vacib ile kıyastan kaynaklanan cehaletin eseri.
Cenab-ı Allah'ın fail-i muhtar olduğunu gösteren bazı şuzuzat dediğimiz kural dışı sanatları var. Bazen omurga bozuk olur, bazen de aynı şartlara rağmen ağaç meyve vermez. Dio, bunu da kâinatta mükemmellik olmadığına yani bir nevi kaosa delil delil sayıyor. Başta kaos, yani düzensizlik olsa, katiyyen ilim de bilim de olamaz, hiçbir araştırma yapılamazdı. Aslında bu nadiren olan kural dışılık, bir düzensizliği değil; düzenin kendi kendine olmadığını gösterir. Bakınız, bu sanat böyle de olabilir ama her zaman böyle olmuyor.
"Milyarlarca galakside bir düzen var ama gerisinde olduğunu ne biliyormuşuz?" Ah genç kardeşim! Görünen ya da görünmeyen tüm galaksilerde bir düzen olmazsa, sen bir nefes bile alabilir misin? Alamazsın. Bir nefeste iki defa hayatın bağışlanabilir mi? Bağışlanamaz. Senin, parmağını bile oynatabilmen, işte görmek istemediğin bu düzen sayesindedir. Buradaki problem düzenin olup olmayışı değil, senin bu düzeni kuranı göremeyişin. Akıl göze inince, basiret kitlenir. Bunu açmak ise, büyük gayrete bağlıdır.
Bahadır kardeşimiz "İnek bizi tanımıyor ama süt veriyor. Ağaç meyve veriyor, neden peki?" diye soruyor. Cevap tam bir aymazlık maalesef: "Bu tezler, çürütülemez tamam, ama bu, bunların çürütülemeyeceğine delil olmaz."
Yukarıda anlattıklarım ve bu son cevap, vasat bir aklın cevabı değil ve olamaz. Taraftar tatmini oyunlar gibi geldi bana. Çünkü Dio'nun sonradan bu video üzerine yaptığı düzeltme videosunu biraz izledim. Kendisine getirilen tenkitlere baktım. Biraz tribünlere oynama ve proje olma şüphemizi artırdı maalesef.
Evet dostlar, şefkat maddenin ürünü olabilir mi? O zaman, yavru büyüyünce annedeki şefkat nereye gidiyor? Bir nehir gidiyor, göz görüyor; akıl da der ki bu nehir bir göle veya denize dökülüyor. "Görülenden görünmeyene gidemezmişiz." ne demek? Akıl ne iş yapar? Muhakeme ve muhasebe için değil midir? İskelet gibi ağaçların dirildiğini gören akıl, insanın da dirileceğini anlamaz mı? Gök gürlemesinden, yağmurun yağacağını anlayan akıl, sanattan sanatkâra gidemezse, bin derece kör sayılmaz mı? Akıl, hayal, hafıza, ruh gibi mahlukların bile mahiyetini anlayamayan ve kâinata bile anahtar deliğinden bakabilen insan, Allah'ın mahiyetini anlayabilir mi? Mahlukat Allah'tan haber verir ama ona benzemez, mukayeseye gelmez. Çünkü onun vücudu vacip, kadim ve bâkidir. O, mucizatıyla malûm, Zâtı ile meçhuldür. Kıyasa gelmez, çünkü "Mukayyet enzar, hakikat-i mutlakayı ihata edemez."
Bu vesileyle Bahadır Malkoç kardeşimi tebrik ediyorum, Dio arkadaşımıza da hidayet diliyorum. Yazı ancak hatırımızda kalanlarla sınırlı kaldı elbette. Bahadır kardeşimizden yeni videolar bekliyoruz. "Sanat varsa, sanatkâr olmalı. Akılsız şeyler, akıllı gibi, bize hizmet ediyor, neden peki?" tezinin arkasını bırakmasın sakın.
Selam ve dua ile.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.