Habibi Nacar YILMAZ
İnek Süt Vermez
"Allah, hikmete riayet edenlerin yardımcısıdır; hikmetini çiğneyenlerin değil."
"Biz, Allah'ın emrinde ve hizmetinde olmakla yükümlüyüz; (haşa) Allah, bizim hizmetkârımız değil."
"Allah, kulunun ihtiyacı olan rızkına kefil ama ihtiraslarının ve israflarının kefili asla değil."
Çoğumuzun, çoğu zaman eksik anladığımız ya da yanlış tatbik ettiğimiz takdir ve tedbir; hikmet ve tevekkül gibi önemli hususlara değinen, yukarıdaki cümleleri aylık takip ettiğim dergilerin birindeki bir yazıda görünce, yukarıya aldım. Yine takip ettiğim diğer bir dergide de bu hikmet, tedbir ve bir kul olarak bize düşeni yapma hususunda okuduğum bir anekdotu da aşağıda paylaşmak istedim bu yazımızda.
"Bir çiftçi, oğluyla birlikte çalışırken, sana çok önemli bir hayat prensibi vereceğim evlat, demiş. Ve çalışmaya devam etmişler. Aradan günler geçmesine rağmen adam, bahsettiği hayat dersini anlatmamış.
Bir gün yine çalışırlarken, çocuğu babasına sormuş. 'Bana bir şey söyleyecektin, ama hâlâ söylemedin.' Çiftçi 'Evet oğlum gel anlatayım.' diyerek, ineği işaret etmiş ve demiş ki 'Evladım, sakın bunu unutma, inek süt vermez.' Çocuk şaşkınlık içinde 'Sen ne diyorsun baba!' demiş. Çiftçi 'Evet, doğru duydun evladım.' demiş, inek süt vermez. Ve eklemiş 'Süt için, ineği getirip bağlaman, taburene oturman, kovayı altına koyup süt sağman, gerekir. Yani sütü inek vermez, sen alırsın. İnekten süt vermesini beklersen, hiçbir şeyin olmaz. Sen alırsan sütün olur.
Duyduğu bu cümlelerle ikinci defa şaşıran çocuğuna 'Evet çocuğum demiş, hayatta bir şey elde etmek istiyorsan; senin alman, senin yapman gerekir. İşte diyeceğim hayat prensibi bu idi."
Gerçekten bu nasihat beni çok düşündürdü. Sonunda, senin alman senin yapman gerekir, diyor ya. Çoğumuzun yanlış veya eksik anladığı dediğimiz noktaya işaret ediyor işte.
Sebeplerin tamamen bittiği yerde, mucizelerle destek alan peygamberler de dahil bu prensibe. Üstad, Muhakemât eserinde bu hususa "Hilkat-ı âlemde câri olan kavanîn-i İlâhiyeye, peygamberlerin teslim ve ittibalarından gaflet, pek büyük bir gafletin neticesidir." cümlesiyle işaret edip izah getiriyor. Ne demek bu? Peygamberler, kendilerine Allah'ın kâinatta koyduğu adet kanunlarına yani hikmete riayetten azleden insanlar değildir. Tam tersi, herkesten ziyade hikmete ve adetullaha riayet ederek insanlara da fiilen bunun dersini veren insanlardır." Yani kendilerine düşen vazifeyi yaptıktan sonra, Allah'ı vekil tutmuşlardır. Çünkü bir kulun peygamber de olsa bir yaratma ve nasip etme gücü yoktur.
Bunu İslam alimlerinin hareket ve hizmet düsturlarında da açıkça görürüz. Üstadın üzerinde ısrarla durduğu ve "Bir sırren tenevveret düsturumuz vardır." ifadesi ile, güçlü savunmalar yapması, talebelerine meşvereti, azamî irtibat ve ihtiyatı tavsiye etmesi, bunların birkaç misalidir.
Bir kul olarak, edep de bunu gerektirmez mi zaten? Bunun tersi, Allah'ı imtihan edepsizliğine kadar götürür insanı. Takdirin Allah'tan olması, kulu tedbir almasından muaf tutmaz ki. Kul neticede kendine düşeni yapmak, yani edebini takınmakla mükellef.
Bunu, içindeki ince nükteyi uzun zaman anlamakta zorlandığım 13. Notada geçen şeytanın İsa Aleyhisselam'a yaptığı teklife, İsa Aleyhisselam'ın verdiği cevapta daha iyi görürüz mesela. Mânevi hizmetlerde şevke de medar, çok önemli olan insanın kendisine düşen vazifeyi yaptıktan sonra gerisini Allah'a bırakmak ve onun vazifesine(takdirine) karışmamak düsturunu da bize ders veren diyaloğu hatırlayalım.
"Bir zaman şeytan Hazreti İsa Aleyhisselam'a itiraz edip demiş ki "Madem ecel ve her şey, kader-i İlahi iledir. Sen kendini bu yüksek yerden at, bak, nasıl öleceksin?" Hz. İsa Aleyhisselam demiş ki "Cenab-ı Allah, abdini tecrübe eder ve der ki "Sen böyle yapsan sana böyle yaparım, göreyim seni yapabilir misin?" diye tecrübe eder. Fakat abdin hakkı yok ve haddi değil ki Cenab-ı Hakkı tecrübe etsin ve desin "Ben böyle işlesem, sen böyle işler misin?" diye, tecrübevâri bir surette Cenab-ı Hakkın rububiyetine karşı imtihan tarzı, sû-i edeptir, ubudiyete münafidir."
Madem hakikat budur, İnsan kendi vazifesini yapıp Cenab-ı Hakkın vazifesine karışmamalı."
Vazifeni yapıp Allah'ın takdirine karışmamayı, çok şeye tatbik edebiliriz. Hizmete devam edip iman hakikatlerini muhtaçlara ulaştırıp neticeye bakmamalı. Çünkü neticeye bakmak, bazen hayal kılığına sebep olduğu gibi, neticeden sual de edilmeyeceğiz. Yani hizmette hırsa, neticeye kanaatle mükellefiz. Neticeye baktığımızda, "Ben böyle yapıyorum, bakayım Cenab-ı Allah buna nasıl bir netice takacak?" diye, Allah'ı tecrübe etmiş oluyoruz. Halbuki bizim Allah'ı tecrübe etme hakkımız yok. Dünyevî ticaretimizde de öyle değil mi? Ticaretini doğru yapıp neticeye bakmamalı, yani kanaat etmeli. Çünkü neticeye bakarsan, bazen yarına devam etmek hususunda tereddütler yaşayabilirsin. Vazifeni yaptın, neticeyi Cenab-ı Hakka bırak. Nasıl bir netice veriyor, diye beklediğin zaman, yine Allah'ı tecrübe etmiş olursun.
Seni en parlak, ulvî ve maksud netice olan rızay-ı İlâhiye götüren vesilenin de mahiyetine bakmamalı. Çünkü hangi vesile seni o maksuda ulaştırabilir, çoğu zaman bilemeyebilirsin. Bakarsın, güçlü bir vesilen var ama vesilenin içine karışan riya, kibir veya başka bir maraz, o vesilenin kurdu olmuş, onu çürütmüştür. Mâyesi ihlas olan bir şey, küçük olmadığı gibi; temelinde ihlas, samimiyet olmayan bir hizmet de kıtalar da geçse anlamsızdır, neticesidir.
Nereden başlamıştık, inek süt vermezden. Verir de onu almak için hikmete, sebeplere başvurmak gerekiyor. Bir yerden okumuş ya da birinden dinlemiştim. Sahabeye dışarıdan bakan insan, onları ehl-i dünya zannedermiş. Üstad da "Birkısım sahabe ehl-i medeniyetten daha ileri gitmişler." ifadesini kullanıyor.
Evet dostlar, Burdur'da önemli hizmetlerde bulunmuş Nasuhizade Şeyh Mehmed'in üstad için yazdığı ve sonu "Hazine-i Kur'an'ın bir miftahıdır Hazret-i üstad" mısrasıyla biten bir şiiri var. O şiirin dokuzuncu mısrasında da geçen "İçi umman-ı vahdette, dışı sahray-ı kesrette görünür üstad" cümlesi bana göre tam da hikmet noktasını bize gösteriyor. Demek mesele, esbab dairesinin gereğiyle, itikat ve tevhid dairesinin gereklerini karıştırınca bu, Müslümanlar için sefalet de dahil çok ağır bedellere sebep olabiliyor.
Selam ve dua ile.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.