Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

Seni Mescide Götüremeyen İman, Sırattan Geçirebilir mi?

Lisede, yatılı okulda edindiğimiz arkadaşlıklar pek unutulmuyor. Bazı sınıf arkadaşlarınızın teklif ve tavsiyesi ile, aynı dönem mezunları olarak bir toplantı tertip etmiş; Trabzon'u da içine alan bir dizi programlar yapmış, hatıralar eşliğinde eski günleri canlandırmaya çalışmıştık. Özellikle nisa taifesi, bu fakiri acaba "Habip arkadaşımız bize karşı istiğnalı duruşunu devam ettiriyor mu?" diye merak ederlermiş. Toplantı mekânına girince hepsi, ellerini bizim onlara karşı istiğna tutumumuzu ölçmek için, birden uzatmış, biz de ellerini tutmadan, sağ olun, teşekkürler, diye mukabelede bulunmuştuk.

Şimdi düşünüyorum da tâ lise yıllarında kazandığımız hassasiyetlerimizi ve daha takvalı duruşumuzu her konuda devam ettirebiliyor muyuz? Pek sayılmaz. Peki niçin diye, ara sıra bunu düşünüp durmuşumdur. Kendimce eksiklerimizi tespit etmeye, kendimize çekidüzen vermeye çalışırız.

Toplantıya katılan bazı arkadaşlarımız namazlarını kılıyor, bazıları da iyice dağıtmışlar. Hatta dağıtanlardan bazıları, keşke benim kafama vura vura namaz kıldırsaydın, diyerek, kendilerini bize şikayet edenler bile olmuştu. Yine bir arkadaşımız da hiç unutamadığım daha garip bir itirafta bulundu. Onun "Ben günah işlemeye ve başı bozukluğa devam edeceğim, ölümüme yakın bir tövbe ederim, yine de sizi geçerim." cümlesi, bir ibret levhası olarak aklımdan hiç çıkmaz. Bize yetişmesi ayrı bir husus ama cümlede birkaç önemli konu bir araya getirilmiş değil mi?

Günah işlemeye devam ederim.

Başıbozukluğu sürdürürüm.

Ölümüm yaklaşınca, haberim olur. Nasıl olacaksa?

Haberim olunca da önce yaptıklarımdan pişman olurum. Sonra da tövbe ederim ve temiz olarak kabre kendime atarım.

Bu ibretli itirafı yapan arkadaşa, kısa birlikteliğimizde neler anlatabiliriz, diye düşündük.

Aslında, bu tip ifade ve temenniler bazen lafzen bazen de hâlen denk geldiğimiz cinstendi. Kısmen de kendimiz ifade etmiyor olsak da bu arkadaşın bu hâlini pişmanlıktan öteye geçmeyen tövbelerimizle biz de yaşamıyor değildik. Pişmanlıklar önemli elbette ama bu günah ve hataya bir daha dönmemek anlamındaki tövbeye inkılap ederse, bir anlam ifade ediyor. Ama tövbenin ilk basamağı da elbette ki pişmanlık.

Bazen küçük günahları önemsemeyebiliyoruz. Halbuki küçük de olsa bunu devam ettirmek gafletine düşmeme garantimiz yok. Aman dikkat! Küçük de olsa, kusuru kime karşı işlediğimize bakıp o kusurun zannettiğimiz gibi küçük değil, büyük olduğunu anlamak mümkün.

Bunu böyle zihnimde mütalaa ederken 26.Söz'de geçen "Dua ve tevekkül meyalan-ı hayra büyük bir kuvvet verdiği gibi; istiğfar ve tövbe dahi meyalan-ı şerri keser, tecavüzatını kırar." cümlesi aklıma geldi. Gerçekten öyle değil mi? İstiğfar ve tövbe şerre, günaha olan meyli kırıyor, elini tutuyor, gözünü kapatıyor, aklına uyanıklık, iradene güç, ruhuna emniyet kazandırıyor. Hele bir de sağılan sütün geri dönememe katiyetinde bir kararlılık olursa. Bu kararlılık da içinde "zikir ve fikrin, şükür ve takvanın" bulunduğu epey bir temrin istiyor gerçekten.

Hüsn-ü hatime (imanla kabre girme)sizi bilmem ama bu fakiri çok düşündürüyor. Çok merak ediyorum, bazen de heyecanlanıyorum. Cenab-ı Allah, dünyamıza kefil ama ahiretimize kefil değil ki. Yani dünyaya gelmek bizim elimizde olmadığından, bu dünyada bize kefil olarak misafir eden Rabbimiz, ahirette ebedî olarak misafir edeceğini bildiriyor ama oradaki misafirlik keyfiyetimizi bizi bırakmış. Bize verilen zaman ve cihazat sermayesini sadece "bu ehemmiyetsiz hayat-ı dünyeviye için değil, belki ehemmiyetli bir hayat-ı bakiye için verildiğini anlayan" ve akıllılık ederek bu azim sermayeyi "şükür, fikir ve zikirde" harcayanlar, kârlı çıkacak.

Biz yine akıbeti ile ilgili kendince hayaller kuran arkadaşa dönelim. Bu yazıyı yazdığım zaman, akşam derste de bu hususu biraz sesli düşünmeye çalıştık. Günah işlemeye devam eden arkadaşın, küfre düşmemek garantisi var mı acaba? Maalesef küfre düşen arkadaşlarda gördüğüm, hata ve günahların farkında olmadan onları inkârın eşiğine getirdiğidir. Şeytanın kalbinde marifete yer kalmayışına sebep, devamlı çöpleri karıştırması olmamış mıdır? Şerle olan bu meşguliyet, şeytanı artık Rabbini düşünemez keyfiyetine çeviriyor sonunda. İşte kalbin mühürlenmesi de bunun üzerine oluyor zaten. Bu kalplerin mühürlenmesi ile ilgili çok suallerle karşılaştık. "Benim kalbim mühürlüyse, suçum nedir, dönemem ki daha?" diyerek. bunu küfrüne medar yapanlar var. Halbuki kalbin kararması, ilm-i ilahiyede de malûm olan ve ıslahı mümkün olmayan kişiler için geçerli. Yani bu tiplerin zararlarından sakınılması için, Cenab-ı Allah uyarıyor müminleri. Etrafa zarar veren bir iş yerinin ikazlara kulak asmadan zarar vermeye devam etmesi hâlinde, belediyece mühürlenmesine benzetebiliriz bunu. Zehirlemekten lezzet alan, haşeratın yuvasına dönmüş kalp sahiplerinin zehrinden başkasının zarar görmemesi için, Cenab-ı Allah bu kalpleri mühürlemiş.

Evet, şeytan ve her zaman ondan ders almaya hazır nefis, insana Allah'a yönelmeyi hiçbir zaman hatırlatmaya yanaşmaz. Erteletir sürekli. Bunu, sonraya bırakmayı sevimli gösterir. Öncesinde bunu hatırlatmayan nefis, ölümüne yakın ya da ölüm anında hatırlatır mı ona? Buna müsaade eder mi? Etmez arkadaş, etmez. Şimdi etmeyen, o zamanda fırsat vermez, yine erteletir. Delilimiz nedir? İşte arkadaşın bu sözleri bunun en büyük delili.

Kabre imanlı girebilmek garantisi, her an imanlı yaşamaya vabeste. Her daim, imana musallat vesvese ve vehimlerin tasallutu altında olan ve berrak bir yakiniyet kazanamamış iman, insanı kabre imanla götürür mü acaba? Götürmez, götüremez. Fırsat elindeyken, seni mescide atamayan bir iman, sıratına garanti olamaz. Olması da beklenemez. Ebedî bir saadetin başlangıcı, ciddiyet ister, temkin ve dikkat ister, her an sırattan geçiyorum gibi bir hassasiyet ister. Daha da önemlisi, bu hassas olma cehdinin her an diri olmasını ister. Hayat-ı bâkiyeye yardım eden azlara imdat etmek ister. İnsanda imanın yerleştirdiği latifeler bazen bir lokma, bir dane, bir lem'a, bir işaret veya bir öpmek de batabilir. Bu latifelerin batmaması, dikkat ve gayret ister.

Evet dostlar, seni bir seccadeye atamayan, mescide taşıyamayan, iki santimetrelik yorganı heyecanla üzerinden attıramayan iman, kabre imanla taşıyıp sırattan selametle geçirebilir mi? Derin düşünmek lazım.

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.