Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

Üstad, Niçin İmanî Külliyat Bıraktı?

Ramazan ayının ilk cumartesi günü, bu sitede Muhammed Numan Özel kardeşimizin "Ramazan-ı Şerifi Değerlendirme Tavsiyeleri" başlığı altında, her satırı dopdolu bir yazısı neşredildi. Hem Ramazan'ı değerlendirmek hem de bütün bir senemizi ramazan yapmak için, bu yazının birkaç defa okunmasını tavsiye ediyorum.

Yazıda, Risale-i Nurları okuma tarzı ile ilgili de "Kuru ve verimsiz okuma yapmaktan, her zaman kaçınılmalıdır" cümlesi, dikkatimi çekti. Çünkü bundan çok bîzarım. Cümlenin devamı da önemli. "Oku-geç mantığıyla hareket edilecek olsa, üstad ortaya külliyat değil; bir evrad u ezkâr bırakırdı. Üstad, imanî külliyat bıraktığına göre, okumada dikkat, tefekkür ve devamla gayret gösterilmelidir." Bu tavsiyeye mütalaayı da ilave etmek gerekir herhalde.

Dikkat, tefekkür ve devamlı okumak, istifadenin olmazsa olmazları. Yani işin özü, gazete gibi okumamakta saklı. Nurları okuma tarzları ile ilgili yapılan tavsiyelerin içinde, özellikle nakillerde, hep "Siz anlamazsanız da okuyun" cümlesi, çoğunlukta maalesef. Her nedense, "Gazete gibi okumayın" kısmı, bizzat üstadın tavsiyesi olmasına rağmen göz ardı ediliyor.

Bu fakir de okuyup geçmeyi bir türlü beceremediğim gibi, derslerde okunup geçilmesini de pek hazmedememişimdir. Belki bunun da yeri ve zamanı olabilir. Ama az da olsa akıl midesinin hissesine riayet edilmesi, en azından bazı kısımların tekraren okunmasını ısrarla uygulamaya çalışırım.

Bunu, bazı tenkitleri de göze alarak yapmaya çalışırım. Trabzon'da daha öğrenci iken, bu tarz dersleri yapardık. Bizi ikaz eden abimizin bir ay sonra gelip, "Habib kardeş, bu derse yeni biri gelmiş, onun için senin ders yapman gerekecek" demesini unutamam. Yine o dönemde, Nurları yeni tanıyan ve bu fakiri arayıp ders akşamları ders okumamızı ısrarla isteyen bir abimizin yıllar sonra, bu fakirin ders okumasını tenkidini de unutamam. Ona bu hususu hatırlatıp "sen o zaman bizim okumamızı niçin istiyordun" diye sordum. "Çok istifade ediyorduk, benim bu günlere gelmemde çok faydalı oluyordu" dedi. "İşte şimdi de senin o günkü durumunda olan ve istifade ederek senin bugünkü durumuna gelmek isteyenler var" deyince abimize, hiçbir şey diyemedi. Biz çoğu zaman empati yapamıyoruz. Meslek ve meşrebimizi muhafazayı bazı ritüellere hapsedip büyük haritayı ıskalıyoruz. Yaşadığımız cemiyetin seviyesinden ve gençliğin durumundan çoğumuzun haberi yok. Büyük hazinelerin hamelesiyiz ama sanki başkasının istifadesine pek aldırmayan bekçi konumunda kalıyoruz.

Okumada dikkat, tefekkür ve devam dedik ya. Sıra da önemli. Mutlaka bizi kitaba bağlayan, yani okuduğum bitince sıradaki kitabımız da olmalı. Yoksa boş vermişlik girdabına düşebiliriz. İşte bu fakir, şimdi sıralı olarak Sözler'i okuyorum ve 25. Söz'ü yeni bitirdim. 25. Söz, çeşitli altbaşlıkları olan üç Şule'den ibaret. Üçüncü Şule'nin son sayfalarında geçen "Hakikat-ı mutlaka, mukayyet enzar ile ihata edilemez" cümlesi, özellikle bu asrın maddeci, aklı gözüne inmiş, ölçüsünü şaşırmış insanı için, ilaç niteliğinde.

Yine Üçüncü Şule'nin başında üstad, "Kur'an'ın küfür ve gaflet zulümatını dağıttığını görmek ve zevk etmek isteyen" Kur'an mütalaacısına kendisini "asr-ı cahiliyette ve sahra-yı bedeviyette farz etmesini" teklif ediyor. Yani Kur'an âyetlerine bu asrın kafasıyla "Kur'an'ın güneşiyle gündüz rengini alan vaziyet" ile bakarsan, âyetlere haksızlık yapabilir, hürmetsizlik edip itirazda bulunabilirsin. "Zihnen ve fikren, cahiliye asrına gidip Kur'an ayetlerine bakarsan, âyetlerin parlaklık ve haşmetini daha iyi anlarsın" demek istiyor. Ama o asra gidip öylece âyetlere bakmaya, bir şart daha ilave ediyor ki işte, asıl bu yazıyı yazmamıza o şart vesile oldu. Nedir bu şart peki? Âyetlere "sathî ve basit bir perde-yi ülfet ile bakılmaması" şartı.

Peki, âyetlere "sathî ve basit bir perde-yi ülfetle" bakarsan, ne olur, neyi kaçırmış olursun? "Her bir âyetin ne kadar tatlı bir zemzem-i i'caz içinde, ne çeşit zulümatı dağıttığını" hakkıyla göremezsin. İşte arkadaş, aynı şey Kur'an'ın tefsiri Nurları okurken de geçerli. Okuyup öylesine geçersen, cümlelerin ve kelimelerin arasından kayan anlam cevherlerine muttali olamaz ve zaman israfına sebep olursun.

Geçenlerde, Ramazan Risalesi derste okunup geçilirken, sathîlik perdesini yırtıp ikinci, üçüncü ve beşinci nüktelerde geçen "şükür" kelimesini anlamaya ve kelimede derinleşmeye çalıştım kendi âlemimde. İkinci Nükte'de oruç için "hakikî vazife-i insaniye olan şükrün anahtarı" tabiri kullanıyor. Şükür neymiş? Hakikî vazife-yi insaniye. Bu fakir, Birinci Söz için, İslamiyetin özeti, derim çoğu zaman. Zikir, fikir, şükür ubudiyetin özü değil mi zaten? Bir teşekkür hangi kapıları açıyor değil mi?

Üçüncü Nükte'de "İnsaniyetteki hemcinsine şefkat ise, şükr-ü hakikînin esasıdır" cümlesi var ki cümlede oruç, insanı şükre götüren şefkate vesile olması yönüyle ele alınıyor. Demek ki şükür, nefsinde hissettiğin açlığın, seni harekete geçirmesi ve infaka götürmesiyle vücut buluyor.

Beşinci Nüktede ise, can alıcı noktalar var. Her bir cümlesi, bir lamba, bir kandil gibi parlayan nüktede şükrün, insanı rahmet kapısını çalmaya nasıl götürdüğü özetleniyor.

Evet dostlar, sathîlik ve ülfet perdesini yırtıp bakınca, ilerlemek bazen zor oluyor ama değiyor ve gerekli. Nurlarda ism-i İlâhî çok geçtiğinden, evrad ve ezkâr makamında okuyup geçmenin de belki faydası olur. Ama bizim derdimiz ve anlatmak istediğimiz farklı bir şey. Bu yönüyle okuyup geçmeyi, ağrı içindeki kafaya dışarıdan ilaç sürmeye benzetiyorum biraz. Psikolojik bir rahatlık verebilir sadece. Anlayarak okumak ise, ilaç almak gibidir, neticesi hoştur. Neticede üstad anlaşılması için kitap yazdı. "Gazete gibi okumayınız" da dedi ayrıca.

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum