Hadi Uluengin: Kutsalı ararken Cevşen dinlerim
Uluengin, "Ne vakit ki kutsalı aramak sancısı ruhumu fazlasıyla kemirir, Cevşen dinlemek ihtiyacını hissederim" dedi
Risale Haber-Haber Merkezi
Taraf yazarı Hadi Uluengin, "Ne vakit ki kutsalı aramak sancısı ruhumu fazlasıyla kemirir, Cevşen dinlemek ihtiyacını hissederim" dedi.
"Cevşen metafiziği" başlıklı yazısında Cevşen-i Kebir duasıyla metafizik arayışta estetik ve huşunun zirveye ulaştığına dikkat çeken Ulunegin'in yazısı şöyle:
Cevşen-i Kebir ilk besmeleden sonra “yâ Allah/ yâ Rahman, yâ Rahîm/ yâ Alîm/ yâ Halîm/ yâ Azîm/ ya Hakîm/ yâ Kadîm/ yâ Mukîm/ yâ Kerîm” diye başlar.
Farsçada zırh anlamına gelen bu duaya ilişkin tevatür ise muhteliftir.
Kimi ulema tarihçeyi Ehl-i beyt aracılığıyla Uhud Savaşı’na dek çıkartır. Hazreti Resulullah’a Cebrâil Aleyhisselâm tarafından bir vahiy gibi indirildiğini varsayarlar.
Diğer kesim ise Heterodoks addeder. Sonradan eklenmiş bir uydurma olarak nitelerler.
Bunu da Şii rivayetin genel kabul görmüş hadisler arasında yer almamasıyla açıklarlar.
Yukarıdaki ikinci yaklaşım hiç umurumda değil!
***
Değil, çünkü inanç bâbındaki agnostik kimliğime rağmen ve hangi din mitolojisinde olursa olsun, yerleşiklik kazanmış bütün ritüelleri kabullenmekten yanayım.
Üstelik El Ezher Üniversitesi’nde Fakih veya Şarkiyat fakültesinde teolog olmadığıma göre çok geniş bir mümin kitlesi tarafından benimsenmiş duayı aforoz etmek haddime düşmez
Kaldı ki yukarıdaki ritüeller insanın mukaddesi arayış sürecinde aracı işlev görürler.
Kilisede istavroz çıkartmak da, havrada Kadiş okumak da, camide secdeye varmak da, cemevinde hû çekmek de sözkonusu arayışın hem aynı, hem farklı tezahürleridir.
Dolayısıyla, ne vakit ki varoluş tragedyası benliğimi fazlasıyla kavurur ve ne vakit ki kutsalı aramak sancısı ruhumu fazlasıyla kemirir, Cevşen dinlemek ihtiyacını hissederim.
***
Bildiğim bütün kıraatler arasında Ahmet Yıldız tarafından teganni ve terennüm edileni tercihimdir. Farsî ve Arabî hafızlardan da dinliyorum ama bence eline su dökemezler.
Her hâlükârda ister Ortodoks, ister Heterodoks sayılsın, Yaradan’a doksan dokuz adıyla hitap eden bu emsalsiz yakarış en az Mezmurlar, en az Meseller, en az Sutralar kadar ilahidir.
Cevşen-i Kebir duasıyla yukarıdaki metafizik arayışta estetik ve huşu zirveye ulaşır.
***
Bıyık altından tebessüm eden kaba materyalistlerin istihzasını işitir gibi oluyorum:
Mutlaka, “be adam madem agnostiksin o hâlde niçin duadan dem vuruyorsun? Yoksa hidayete erdin de şimdiden kapısını mı yapıyorsun?” diyorlardır.
Ne hazin ve ne gülünç bir yaklaşım!
***
Hazin ve gülünç, çünkü Mircea Eliade’nin saptamasını biraz değiştirerek aktarayım:
Kutsalı aramak insanın fıtratındadır! Varoluşunun ta kendisidir!
Ruh asgari uyumlu bir kozmosa ihtiyaç duyar. Kaos ise o ruhu tahrip ve tarumar eder.
Ve, sütunuma da başlık olan “modern zamanlar”ın sonsuz vahim ve sonsuz onulmaz tragedyasıNietzsche’nin deyişiyle Tanrıyı, yani o kutsalı öldürmüş olmaktır.
Daha doğrusu öldürdüğünü sanmış olmaktır! Kaos buradan başlar ve benliği kemirir.
***
Nitekim bu tehlikeyi öngördükleri içindir ki Maistre’den Herder’e muhafazakâr filozoflar hep yukarıdaki kutsalı savundular. Dogmanın dokunulmazlığını kasten sahip çıktılar
Hatta belki Gazali’nin dahi çok daha önceleri aynı tehlikeyi sezinlediği söylenebilir.
Zaten genel olarak bütün modern ideolojiler, özel olarak da totaliter ideolojiler farklı bir kutsalı ve dogmayı farklı bir dinde ikame ettirebilmek girişiminden başka bir şey değildir.
Nazilerin “Führer”inden komünistlerin “Vojd”una veya ulusalcıların “Ata”sına, bunların tümü de dünyevi tanrı sunmak istediler. Yeni totemlere iman ve ibadeti şart koştular.
Oysa ilahi insanın varoluş tragedyası kaba materyalist formüllere indirgenemeyecek kadar çetrefil ve ikame ideolojilerin kutsallarıyla tatmin olmayacak kadar metafiziktir!
“...yâ Alîm/ ya Halîm/ yâ Azîm/ yâ Hakîm/ yâ Kadîm/ yâ Mukîm/ yâ Kerîm!”