M. Nuri BİNGÖL
Hakikata sadakatsizle ihlas bir arada iskân eder mi?
Haksızlığa sapıp çoğunluğun seninle olmasını sağlamaktansa, adaletle haraket edip tek başına kalmayı tercih etmelisin. ( La-edri)
İki günden beri ikide bir- hatırladığım cümlenin menşei bir felsefi eser değil, duvardaki panoydu. Gerçi panolardan pek hazzettiğim söylenemez; fırdolayı cansız ve yekneaklık hissi veren bir çerçeve ile kendi içine ya da dünyasına, camiasına- kapalı olması gaye-i hayal diye gösterilen panoları değil, onların devamlı ve inkıta etmemiş olan canlı-kanlı, meslek-i hakikata en münasip panoramalar gönül ve idrak dünyama daha gür hislerle seslenir.
Duvar gazeteleri ve cansız panolar, eski hal muhal, ya yeni hal, ya izmihlal hikmetiyle sırt sırta verememiş alemler insanı nisyana ve ünsiyete sürükler çünkü; Benim oğlum bina okur, döner döner gene okur. hikmetli misalindeki mizahi hale düşürür; yeni hale - esas ve usule zıt olmamak kaydıyla- merhaba demektense, izmihlale gitmeyi sevdiren bir dun-himmetlilik derkesine indirir insanı.
Eğer O razı olduktan ve kabul ettikten sonra bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. şeklindeki Lema-yı İhlasdaki usulle müşterek olduğundan mıdır nedir, nazarıma garra bir beyazlıkla ( yed-i beyda) çarpan ifade, alem ve iklimimde öyle bir yer etmiş ki, bunu telefon aracılığıyla yani hava zerreleri vasıtasıyla- konuştuklarımızda da, şifahi görüşmelerimizde de bir makama aday kardeşe söylemek zorunda hissettim kendimi: Ali Beye...
***
Bütün hayatımız; hayatımızın harice aksetmiş şekli hal ve etvarımız hafifsenemeyecek cirimde bir endam aynası. Kimi gün eleğimsağmalar sarar kalbimizi, kimi gün kül rengi bulutlar... İki haftadır il aşırı ilçe komşumuzda Muhakemat okuyorum- okuyoruz. Okudukça kalbimizi saran tauna benzer hislerden müteşekkil düşman halkaları bir bir atılıyor sanki... Ne var Saykalül-İslam ya da Bediüzzamanın Muhakematı de denilmiş eserin başında?
Besmele ki İslam nişanı, şeairi- den sonra upuzun bir Salavat-ı Şerife; ama Türkçe, ama okuyan bütün tabakaların anlayabileceği tarzda. Aniden hatırlıyorum bilmâna Hadisi: Bir toplulukta benim adım yani Salavat- geçmezse, orada bir hayır yoktur. Demek ki böyle sohbetlere de Salavatla başlanılmazsa, onda bir hayır yoktur. Belki hemen zihinlere gelecektir? Acaba Üstad sohbetlerinin başında Salavat getiriyor muydu; her risalenin başında bulunmuyor da...
Çokların aklına gelebilecek sualin ya da vesvesenin- tehacümüne ben de uğramıştım. Sonradan düşündüm ki, peki Üstadın derslerden önce Salavat getirmediğine; en azından içinden söylemediğine dair bir delil, bir şahit, ya da aksini beyan buyurduğunu gören bir adem var mı?... Soruşturmanın neticesi kocaman bir sükuttu. O halde?...
Halbuki Salavatla başlayan o kadar çok risale var ki... Salavatın kıymetini hatırlatan o kadar çok ifadesi var ki... Nur Üstad çok zaman ve pek çok son şahide demiştir: Ben hayatımda yaşamadığım hiç bir ameli yazmadım; şahidimin olmadığı hiç bir hadiseyi aktarmadım.
Eğer mübarek yaşamamış olsaydı yazdıklarını, hiç der miydi? Pek çok risaleyi kendi nefsine; o da en ağır isnadlarla - ey nefs-i serkeş gibi hitaben yazdığına göre...
İşte ey insan! Bu rahmeti bulan, ebedî tükenmez bir hazine-i nur buluyor. O hazineyi bulmasının çaresi: Rahmetin en parlak bir misali ve mümessili ve o rahmetin en belig bir lisanı ve dellâlı olan ve Rahmeten-lil-Âlemîn ünvanıyla Kur'anda tesmiye edilen Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın sünnetidir ve tebaiyetidir. ve bu rahmeten-lil-âlemîn olan rahmet-i mücessemeye vesile ise salavattır. Evet salavatın mânası, rahmettir. Ve o zîhayat mücessem rahmete rahmet duası olan salavat ise, o Rahmeten-lil-Âlemîn'in vusulüne vesiledir. Öyle ise sen salavatı kendine, o Rahmeten-lil-Âlemîn'e vesile yap ve o zâtı da rahmet-i Rahman'a vesile ittihaz et. Umum ümmetin Rahmeten-lil-Âlemîn olan Aleyhissalâtü Vesselâm hakkında hadsiz bir kesretle rahmet mânasıyla salavat getirmeleri, rahmet ne kadar kıymettar bir hediye-i İlahiye ve ne kadar geniş bir dairesi olduğunu, parlak bir surette isbat eder. ( Sözler, 16)
Külliyatın yüzlerce ifadesinden birine, en kolay bulunanına bakınca bile meselenin bir cihetini gafletle atladığımızı görüyorum. Gerçi bilmâna- Hadiste dikkat çekilen yön, hayırlı olma hali idi. Bu ifadede bir de hadisenin rahmet yönüne dikkat çekiliyor. Okunanların tesir etmesi, ittifak ve ihlasa yol açması, bereketli olması, Allahın rahmetini celbetmesi için de demek ki Salavat-ı Şerifeye ihtiyacımız var.
Hem de usul- mukarreredendir:
Serde edebiyatçılık olduğundan, bu ifadeler barika-asa bir nesne gibi hafızamda kaldı. Usul kelimesini çok kere sizi bilemem- ama ben yol- yordam, metod, teknik... mânasına alıyordum. O gün hazırlanırken merak ettim; bunun lügat mânası nedir diye... Muhterem hocaefendiler hep usulid-din şeklindeki bir mefhumdan sık sık bahsederler; usulün ne demek olduğunu da biri, vakıf arkadaş Mehmed Hocanın dışında- pek açıklamazlar. Halbuki kelime asl kökünden müştaktır ve çoğuldur; asıllar, temeller, esaslar demektir. Yani kararlaştırılmış; Kuran, Kuranın müfessir-i hakikisi ehadis, Sahabe, Tabiin, Tebe-i Tabiin, Asfiya (rahüm), Üç yüz bin tefsirin Müfessirin-i İzamlarca, Üstad nevinden bütün Mücedditlerce tasdik edilmiş bir hakikattır ki;
Sıdk ve kizb ( yalan), yahut tasdik ( doğrulama) ve tekzib ( yalanlama, inkar), kinayat ve emsallerinde ( yani tebei mânası olan bütün kelime kullanmalarında, mecaz nevilerinde; remzi, işari de dahil...) fenn-i beyanda ( demek ki fen kelimesi sadece deneysel bilimleri anlatmaz; bütün ilimler aslında fendir) maani-i ûla tabir olunan maksat ve garaza teveccüh ederler.
Metnin sonunu şu şekilde anlamak mümkün. Beyan ilminde en yüce mânalar, yani nüsus ve ahkam, Ayetin ve Hadisin zahiri mânasına münhasır değildir. O zahiri mânaları asıl açıklayacak olan Kuranın nassları ve diğer hadislerin izahlarıdır.
Ancak mâani-i sanevi ile tabir olunan maksat ve garaza teveccüh ederler. Maani-i senevi, zahiri mana ile birlikte kast edilen ikinci mana demektir; kinaye gibi... Devam ediyor Üstad:
Mesela; Filanın kılıcının bendi uzundur. denilse, kılıcı olmasa da, fakat kameti uzun olursa, yine hüküm doğrudur, yalan değildir......................
Verilen misal büyük belağat alimleri tarafından söylenmiştir ve asıl kaynakları, Muhakematın 11. sahifesindedir.
Bütün bunlarla saykal kelimesini ve israiliyat mefhumlarını bir arada düşünmemek hakikata ters olacaktı herhalde ( her hal ü karda): Saykalül-İslamiyet.
İslamiyetin saykalı, mutlaka İslamiyetin bazı emirlerini çağa uydurmak şeklinde anlaşılamaz. [ Mesela muhitimizde gezdirilen ama gösterilen mukavemetle geri çektirilen, bu bidakar söz için de Üstadın bazı ifadelerini fasit tevil eden propağandalardan biri, zekatın çağdaş yorumu gereklidir; yani bazı binalara, okullara veya öğrenci yurtlarına da zekat geçmelidir. yavesine hiç bir zaman payanda olamaz Risale. Çünkü Bugün dininizi tamamladım. Ayeti ile Küllü bidatün dalale, küllü dalalEtün fin-nar Hadisi meseleyi noktalamıştır.] Zaten Muhterem Müellif (Ra) da aynı eserinde meselenin ne olduğunu açıkça beyan etmiştir.
Elhasıl: Bu hakikatı piş-i nazarına getiremeyen ve ayetleri muvazene ve doğru muhakeme edemeyen, meşhur Bektaşi gibi ki, namazın terkinde taallül ( sebep) yolunda demiş: Kuran diyor ( la tekrabüssalat...) namaza yaklaşmayın- , ilerisine de hafız değilim . nazar-ı hakikate karşı maskara olacaktır. (age. s. 11)
Bu ve bu nevi beyanları okuduğu halde, şu şu şu şeriattandır diyen cüretli insanlardan olamamak, - işin gerçeği- benim nefsime de ağır geliyor.
İkinci olarak Lema-yı İhlası güzelce günümüze adapte ederek izah eden dostum Abdulhakime de minnetdarım.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.