Halil DOĞAN
Gazocağı İğneniz Var mı?
Başakşehir’den başladık aramaya, taa Laleli’ye kadar İstanbul’u taradık gazocağı iğnesi bulmak için.
Bu devirde gazocağı mı kaldı ki iğnesi olsun. Bulamıyoruz işte.
Gazocağı iğnesi de ne?
Gazocağı da ne?
Tüpgaz (likitgaz) devriminden önce gazocağı denilen alet odun ateşinden yemek yapan insanların işini hayli kolaylaştırmıştı. Metal ayakların üzerinde gaz yağı denilen petrolden üretilmiş sıvının depolandığı yer, üzerinde gazın yukarıya püskürtüldüğü yer olan meme, onun üstünde gazın alev aldığı başlık, onun da üzerinde üzerine ısıtılacak kabın koyulduğu yer.
Gaz yağı o zaman yabancı maddeler içerebildiğinden içinden geçtiği meme ucunu tıkardı. İşte aradığımız “iğne”, “Gazocağı iğnesi” bu ucu tıkayan pisliği temizlemek için. Toplu iğneye benzeyen ama daha ince bir metali, gerektiğinde ocak yanarken de temizleme ihtimali olduğundan eller yanmasın diye uzun bir teneke parçasına tutturularak elde edilen bir alet.
İster yemek yap, ister su ısıt, ister ütü ısıt.
Ben çocukken amcam Mehmet Doğan’ın o zaman Urfa’nın tek kuru temizleyici dükkanı olan “Bursa Kola Evi”nde çalışırdım ve küçük ütüleri gazocağında ısıtırdık. Üstüne “elcek” denilen bir aparatla koyar ve ısınınca yine elcekle alırdık.
Laleli’de Laleli Camii'nin karşısına gelen bir sokakta arabada dururken, hemen caddedeki dükkanlarda olabileceği ihtimali belirince arabayı kullanan oğluma:
“Oğlum siz bekleyin, cadde trafiğine girmeyin, ben bakıp geleyim” dedim.
Onlar ailecek beklerken ben caddeye çıktım. Hemen köşedeki dükkandaki abiye sordum. Sorarken de dükkandaki malzemelere hızlı bir göz gezdirdim. Aman Yarabbi gözlerime inanamıyorum. Turistlere hitap eden konfeksiyon ürünü kıyafetlerle dolu dükkanda tezgah altında, köşeye sıkışmış bir gazocağı!
Gazocağı var ama gazocağı iğnesi yok.
-“Abi..” dedi işyeri sahibi. "Biz gazocağı ile ilgili problemleri firmasına yönlendiriyoruz." Hemen ocağın üzerindeki markayı büyük bilgin Google’a yazdım. Yazdım da aman Allah’ım neler neler görüyorum..
Neyse... Rüyanın bundan sonrasını yazmayayım.
Evet gecenin dördünde gördüğüm, beni uyandıran bir rüya.
“Gördüğüm” ve “Rüya” kelimeleri bir arada.
Lisedeyken Kompozisyon dersine kıymetli hocam Mehmet Adil Saraç geliyordu. Bir gün derse girdikten sonra “bundan sonraki derslerde sözlü yerine geçmek üzere bir arkadaşı tahtaya kaldıracağım ve bir kelime söyleyeceğim. Bir dakika düşünme süresi sonunda beş dakika konuşacak. Söyledikleri makul, mantıklı, bilgiye dayalı şeyler olacak. Deneme amaçlı tahtaya kalacak biri var mı?" diye sordu.
Tabi sınıf şaşkınlığını, tereddüdünü üstünden atamadan bir arkadaşımız "ben kalkarım" deyince, sınıfın kahramanlığını, cesaretini, alkışlar ve bravo sesleri arasında tahtanın önünde yerini aldı. Adil Hoca kelimeyi veriyorum, “Rüya” deyince sınıftan bir “Aaa” ses yükseldi.
Bir dakikalık süre sonunda arkadaşımız -ki benim yakın arkadaşımdır- başladı konuşmaya.
-Rüya geceleri uyurken gördüğümüz şeylerdir.
Hocam hemen sözünü kesti.
-Mantıklı şeyler söyleyeceğiz dedik. Uyurken, göz kapalıyken nasıl göreceğiz ki?
Tabii ki hocamızın gayesi arkadaşımızı sıkıştırmak değildi. Arkadaşımıza cesareti için teşekkür edip yerine oturttuktan sonra güzel bir konuşmanın nasıl olması gerektiğini ifade eden, efradını cami, ağyarını mâni bir konuşma yapmıştı.
Uyurken görmek.. Rüya..
İslam ansiklopedisinde “Sözlükte “görmek” anlamındaki rü’yet kökünden türeyen rü’yâ kelimesi uyku sırasında zihinde beliren görüntülerin bütününü (düş) ifade eder.” diyor.
Yani uyurken, gözü kapalıyken, görmek..
Eee arkadaş da öyle demişti..
Mahiyeti hakkında üzerinde bilim, ilim, din, felsefe hiç birinin ititifak edemediği konulardan biri. Bazıları gelecekten haber veren rüya-ı sadıka var diyor ki benim böyle rüyalarım da var. Bazıları şuur altına yerleşen fikir, görüntü gibi verilerin uyurken şuur altından çıkartılıp bize sunulan bir beyin animasyonu olduğunu söylüyor. Gördüğüm çoğu rüya böyle. Sonrasında tahlil ederken rüyanın bu kısmı falanca gördüğüm şey, diğer yeri şu düşündüğüm şeyin tezahürü dediğim çok olmuştur.
Bu gazocağı iğnesi rüyası da aynen öyle bir şey.
İki gün önce annemle biraz dolaşalım dedik. Belediyenin yaptığı Selçuklu Parkına gittik. İçinde çocuk parkı, oturma yerleri, kafeterya dışında suni çay, suni şelale ve suni gölet olan bir park. Elimizdeki kamp sandalyesine annemi oturtup, kendim de şelalenin hemen yanında yere, bağdaş kurdum.
Evin en büyük çocuğu olunca annemle muhabbetler eskilere, bayağı eskilere gidiyor.
-Hatırlar mısın? diye sordu. Yusuf Hoca vardı..
-Hatırlayamadım dedim. Kim ki bu Yusuf Hoca..
-Yusuf Hoca nerden çıktı?
-Sen dedin ya. Urfa’da Yusuf Hoca vardı.
-Ya oğlum ben ispirto ocağı diyem, sen Yusuf Hoca anlisan. Artık kabul et, sen de yaşlanisan ha.. Duymisan uydurisan..
Daha düne kadar yaşı sorulduğunda 15 diyen annem (Aramızda 18 yaş var. Benim yaşım kaç oluyor o zaman). Bana yaşlanıyorsun diyor.
Elbette mazeretim var. Bence şelalenin tam dibinde oturduğumdan şelalenin acayip gürültüsü ve koltukta-yerde oturma farkı yeterli mazeret ama annemi mi kıracağım, yaşlı diyorsa yaşlıyımdır.
-Eee dedim n’olmuş ispirto ocağına..
-Rahmetli abin.. diye başladı cevaba ama gözleri doldu.. Bir müddet durdu.
İsmail abimden bahsediyordu. Abim dediğime bakmayın onunla dünyada aynı anda birlikte bir hayat yaşamadık. Ben doğmadan 4 yaşındayken vefat etmiş. Çok güzel, çok sevimli ve akıllı bir çocukmuş. Babam onunla ilgili şiir bile yazmış.
-Ben çay içmezdim ama annem çay tiryakisiydi diye devam etti. Annem bize geldiğinde ispirto ocağının üzerinde cezvede iki bardaklık çay yapardım ona. Annemin geldiğini gören İsmail hemen gider ispirto ocağını getirir, cezveye su doldurur ve yanıma koyar, çıkardığı manasız seslerle “anneanneme çay yap” derdi. Tabii sonraları gazocağı çıktı. Sonra tüp çıktı. Şimdi doğalgaz. Ne günlerdi.
Sözün arasında “gazocağı” geçince annem benim olduğum ortamda mutlaka gülümser. Bu sefer de şaşırtmadı. İsmail abimi hatırlamanın hüznü arasında “gazocağı”nda gülümsedi.
Gazocağı aramızda şifre gibidir. Günün birinde, çocuk yaşlarda ben tam işe geç kalmışken annem bana gaz ocağını yak öyle git demiş. Ustadan azar işitmek var tabii. Annem arkasını döner dönmez ben kaçmışım. Onu hiç unutmamış. Halbuki çoğu zaman ben yakardım.
Halil gazyağı doldur.
Halil ispirto getir.
Halil kibriti çak.
Halil memesine pislik geldi, tutuk yani, iğneyi al temizle..
İğne nerde? İğne nerde? Bulamadım..
Sahi sizde gazocağı iğnesi var mı?
*Mehmet Adil Saraç hocama özel not: Hocam, gece dörtte gördüğüm rüyayı, sabah dokuzda çala kalem yazdım. Bu bir deneme. Özellikle imla kuralı hatalarıma bakıp yazılı ve sözlü notlarına yansıtmayın lütfen.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.