Halil KÖPRÜCÜOĞLU
Risale-i Nurda, Kanun ve Namus Nedir?-2
“Şeriat-ı İlâhiye ikidir:
Biri: Sıfat-ı Kelâmdan gelen bir Şeriattır ki, beşerin ef'âl-i ihtiyariyesini tanzim eder.
İkincisi: Sıfat-ı iradeden gelen ve "evâmir-i tekviniye" tesmiye edilen Şeriat-I Fıtriyedir ki, bütün kâinatta câri olan kavânin-i âdâtullahın muhassalasından ibarettir.
Evvelki şeriat nasıl Kavânîn-i Akliyeden ibârettir;
Tabiat denilen ikinci şeriat dahi, mecmu-u kavânin-i itibariyeden ibarettir.
Sıfat-ı Kudretin hassası olan Tesir ve İcada mâlik değillerdir.” (İlk Dönem,179)
[Buradaki incelik Sıfat-ı Kelâmdan gelen birinci Şeriat, biz insanların, hayatını, fiillerini tanzim ediyor ki Namuslar bu kısma giren kanunlardandır. Belki Farz, Vacip ve Sünnet vb ıstılahlarla ortaya konan şeyler hep nevamislerdir, diye kanaatimiz var.
İkinci şeriattaki tekvini kanunlar da ise bütün Kâinattaki, Tabiattaki mevcudatın mecburen tâbi olduğu emirlerdir. Ancak, onların tesir ve icada kabiliyeti yoktur; arkalarında hükmeden tamamen Kudret-i İlahi, İlm-i İlahi, İrade-i İlahidir, denerek buraya dikkat çekiliyor. ]
- “Evâmir-i şer'iyeye karşı itaat ve isyan olduğu gibi, evâmir-i tekviniyeye karşı da itaat ve isyan vardır. Birincisinde mükâfat ve mücâzâtın ekseri ahirette, ikincisinde ağlebi dünyada olur. Meselâ, sabrın mükâfâtı zaferdir; atâletin mücâzâtı sefalettir; sa'yin sevabı servettir; sebatın mükâfâtı galebedir. Müsavatsız adalet, adalet değildir. (İ.Dönem,595)
[Değişik seviyelerde emredilen, tavsiye edilen; sabır, çalışkanlık, say etmek, sebatkâr olmak, adaletli davranmak gibi bütün hayatımızı kapsayan davranış şekillerimiz, bizim irademize bağlı olarak uyacağımız namuslardır demek Allahu âlem doğru bir yorum olabilir!]
Küçük Bir Zeyl
“Kadîr-İ Alîm ve Sâni-İ Hakîm,
Kanuniyet şeklindeki âdâtının gösterdiği nizam ve intizamla
Kudretini ve hikmetini ve Hiçbir tesadüf işine karışmadığını izhar ettiği gibi;
Şuzûzât-ı kanuniye ile, Âdetinin harikalarıyla,
Tagayyürat-ı sûriye ile, Teşahhusatın ihtilâfâtıyla, Zuhur ve nüzul zamanının tebeddülüyle
Meşietini, İradetini, fâil-i muhtar olduğunu ve
İhtiyarını ve hiçbir kayıt altında olmadığını izhar edip
Yeknesak perdesini yırtarak ve Her şey, Her anda, Her şe'nde, Her şeyinde Ona muhtaç ve Rububiyetine münkad olduğunu ilâm etmekle
Gafleti dağıtıp ins ve cinnin nazarlarını esbabdan müsebbibü'l-esbaba çevirir. Kur'ân'ın beyanatı şu esasa bakıyor. (Sözler, 281)
“FITRAT YALAN SÖYLEMEZ.
Bir çekirdekteki meyelân-ı nümüvv der: ‘ben sümbülleneceğim, meyve vereceğim.’ Doğru söyler. Yumurtada bir meyelân-ı hayat var. Der: "piliç olacağım." biiznillâh olur, doğru söyler. Bir avuç su, meyelân-ı incimad ile der: "fazla yer tutacağım." Metin demir onu yalan çıkaramaz; sözünün doğruluğu demiri parçalar. Şu meyelânlar, iradeden gelen evâmir-i tekviniyenin Tecellîleridir, cilveleridir.” (İlk Dönem,185)
Üçüncüsü:
“İnsan, santral gibi, bütün Hilkatın Nizamlarına ve Fıtratın Kanunlarına ve Kâinattaki Nevâmis-i İlâhiyenin şualarına bir merkezdir.
Binaenaleyh, İnsanın, O kanunlara İntisap ve irtibat etmesi ve O namusların Eteklerine yapışıp temessük etmesi lâzımdır ki, Umumî cereyanı temin etsin.
“Ve Tabakat-ı âlemde deveran eden dolapların hareketlerine muhalefetle O dolapların çarkları altında ezilmesin. Bu da, ancak O emir ve nevâhîden ibaret olan İbadetle olur.” (İşarat’ül İcaz,195)
[Mehmet Fırıncı ağabey, ‘Ne iş yapıyorsunuz’ diyenlere; ‘Kıyametin kopmasını geciktirmeye çalışıyorum’ derdi! 11. Sözdeki serginin devamı için Yaveri Ekrem’in ve sergiyi doğru dürüst gezenlerin varlığını, o sergisinin devamı için zaruret olduğunu ifade eder. Burada bunu da idrak etmek, namuslara riayetin o sergiyi doğru gezenlerin davranışlarının temelleri olarak düşünmek çok doğru olmaz mı?]
- “Sâri Kanunlar, Namuslar, İtibarî ve vehmî emirlerdir. Muayyen vücutları, müşahhas hüviyetleri ancak onları temsil eden ve onların mâkesi bulunan ve onların yularlarını ele alan Melâike ile sabit olur.” (İşarat’ül İcaz,340)
- “Akılları kör gözlerinde bulunan maddiyyun taifesi de, Melâikenin mânâsını inkâr etmeye mecal bulamadıklarından, Fıtratın namuslarına nüfuz eden (melekleri) Kuva-yı sariye ile tâbir etmişlerdir.” (Age)
- ”…şu ezdadı Dest-i kudret yoğurarak Kâinatı Kanun-u tebeddül tagayyüre ve Namus-u tahavvül ve tekâmüle tâbi kıldı. Düstur-u teâvün, Kanun-u kerem, Namus-u ikram eğer Zîruhlardan değilse, Hakikatinin kanunları ve Mahiyetinin namusları ve Teşekkülâtının düsturları Bekà bulur. Zira O kanun ve namus ve düstur, O fert ve nevi için Bir ruh-u emrî hükmündedir. (İlk Dönem, 217)
“Şu muhteşem kâinatı
- • meşiet ve hikmetiyle tesis ve kaza ve kaderinin düsturlarıyla tafsil ve
- • âdetinin kanunlarıyla tanzim ve inayet ve rahmetinin namuslarıyla tezyin ve
- • esmâ ve sıfâtının cilveleriyle tenvir eden, ancak ve ancak Bâni ve Sânidir.” (Mesnevi-i Nuriye, 53)
[Kur’an ve Sünnetten çıkarılan ölçüleri, Dinin prensipleri, belki İhlas ve Uhuvvet düsturlarını da Hikmet, İnayet ve Rahmetinin Namusları olarak algılamak doğru olur.]
KUR’AN FELSEFESİNİN ŞAHSÎ VE İÇTİMAÎ HAYAT PRENSİPLERİ
…Bir abddir. Âzam-ı mahlûkata da ibadete tenezzül etmez.
Cennet gibi âzam-ı menfaat olan bir şeyi gaye-i ibadet kabul etmez bir abd-i azizdir
Mütevazidir, Selim, halimdir. Fakir ve zayıftır, fakr ve zaafını bilir. Mâlik-i kerîminin ona iddihar ettiği uhrevî servetle müstağnîdir
Nokta-i istinadı, kuvvete bedel "hakkı" kabul eder.
Gayede menfaate bedel "fazilet ve rıza-i ilâhîyi" kabul eder.
Hayatta düstur-u cidal yerine "düstur-u teâvünü" esas tutar.
Cemaatlerin rabıtalarında unsuriyet, milliyet yerine "rabıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî" kabul eder.
Gayâtı, hevesat-ı nefsâniyenin tecavüzâtına sed çekip Ruhu maâliyâta teşvik ve hissiyat-ı ulviyesini tatmin eder ve insanı kemâlât-ı insaniyeye sevk edip insan eder.
Hakkın şe'ni ittifaktır. Faziletin şe'ni tesanüddür. Düstur-u teâvünün şe'ni, birbirinin imdadına yetişmektir. Dinin şe'ni uhuvvettir, incizaptır. Nefsi gemlemekle bağlamak, Ruhu kemâlâta kamçılamakla serbest bırakmanın şe'ni, Saadet-i dâreyndir.” (Sözler, 194)
[Bunlara, saadetin en güçlü prensipleri olarak Namusların en büyüklerindendir, denilebilir!]
SIRAT-I MÜSTAKİM
Şecaat, iffet, hikmetin mezcinden ve hülâsasından hasıl olan Adl ve adalete işarettir. Şöyle ki: Tagayyür, inkılâp ve felâketlere Mâruz ve muhtaç Şu insan bedeninde iskân edilen ruhun yaşayabilmesi için Üç kuvvet ihdas edilmiştir. Bu kuvvetlerin:
Birincisi, menfaatleri celp ve cezb için kuvve-i şeheviye-i behimiye,
İkincisi, zararlı şeyleri def için kuvve-i sebuiye-i gadabiye,
Üçüncüsü, nef' ve zararı, iyi ve kötüyü birbirinden temyiz için Kuvve-i akliye-i melekiyedir.” (İcaz’dan devamı okunabilir!)
[Bunlar da Namuslara ait en temel ölçülerdir. Her gün, namazlarda, her rekatta bu ölçülere ulaşmak için Rabbimize kıyamda, kırk defa yalvarır, dua ederiz]
[Kadınlar yuvalarından çıkıp beşeri yoldan çıkarmış; yuvalarına dönmeli,
- Meziyetin varsa hafâ türâbında kalsın, tâ neşvünemâ bulsun,
- Allah'ın rahmet ve gazabından fazla tahassüs hatadır,
- İsraf sefahetin, sefahet sefaletin kapısıdır,
- Din ile hayat kabil-i tefrik olduğunu zannedenler felâkete sebeptirler,
- Gaye-i hayal olmazsa enaniyet kuvvetleşir düsturları da hep değişik konulara ait Namusların ifadesidir, denilebilir]
(Devam edecek)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.