Mustafa ÖZCAN
Halim, şaşkınlık makamında!
Belki haddimi aşıyorum ama yazmak zorundayım. Bazı hususlarda tıkanma noktasındayız. Kör noktayı aşamıyoruz. Yaşadığımız fitne günleri ve ortamı bana bir hadisi hatırlatıyor. Halimi yani yumuşak huylu kişileri hayrette ve şaşkınlıkta bırakan dolu dizgin fitneler. Tam o günlerin merkezindeyiz. Halim olmayanların, Eric Hoffer’in ifadesiyle kesin inançlıların ‘mağluptur bu yolda galip’ tarzındaki zaferlerine tanıklık ettiğimiz günlerden geçiyoruz. Bir önceki rüyamda Ergun Kaftancı misafirim olmuştu. Ona dair yazdığım bir yazıdan dolayı hukuki çevrelerce Kemalizm hakkında istintaka tabi tutuluyordum. İstintakın yapıldığı yerde bazı resmi zevat benim cevabıma ve yazıma hayran kalmışlardı, bu memnuniyet hal ve tavırlarına aksetmişti. Rüyamda Ergun Kaftancı’yı Fehmi Koru’nun temsil ettiğini düşünüyorum. Yanılıyor da olabilirim. Lakin burada şunu söyleyeyim; Esat’ın gitmesini istemeyenler ‘Suriye Kemalizmi’nin yaşamasını murat edenlerdir. Dünya Esat’a arka çıkarak ‘Suriye Kemalizmini’ kurtarmaya çalışıyor.
Ergun Kaftancı rüyasından sonra bazı arkadaşlara ülkemizde yaşadığımız fitne ortamına dair şaşkınlığımı arz ettim. Artık mümkün mü değil mi kestiremiyorum ama karınca misali dindarlar arasında ülfet hattını ve çizgisini yakalamak ötesinde tamir etmek için bazı satırlar karalama ihtiyacını hissettim. Elim varmadı. Hep erteledim. Net bir dille söyleyeyim. Cemaatin maksadını aşan tarafları olduğu gibi -sözgelimi genel kurmay başkanı İlker Başbuğ suçlamasında müsnet suçun zanlı şahsı Apo seviyesine indirmesi (bu İlker Başbuğ savunması değil, kurum savunmasıdır) gibi ki, adalet terazisini zedelemişti, diğer taraftan da onlara yönelik kampanya da maksadını aşmıştır. Böylece meselenin güç zehirlenmesi boyutuna ulaştığı anlaşılmıştı. Lakin ertesinde de mesele bir kez daha cadı avına dönmüş etrafı fitne bulutu ve sisi kaplamıştı. Bu yüzden görüş mesafesi iyice daralmıştı. Bunları yazmak istiyordum ki, elim kaleme varmadı.
*
Bunun iki nedeni vardı. Bu cadı avında dostlardan birisinin ateşine kurban gitme, maruz kalma korkusu. İkincisi de ortamın müsait olmamasıydı. Cemaatin ekranlarını gördükçe içim kararıyor, hevesim kursağımda kalıyordu. Halbuki, yazacaklarım benim satırlarım olmaktan öte emanet sözlerdi. Her iki tarafla da alakası olmayan ama iman bağıyla bütün taraflara açık olan kesimlerin ve ortadan insanların emaneti idi. Bununla birlikte cemaatin ekranlarına baktığımda cesaretim kırılıyor ve kalemim köreliyordu. Ta ki Ergun Kaftancı rüyasının ertesinde cuma sabahı (20 Mart 2015) rüyamda eski dostum ve sayfa sekreterim Mustafa Sungur’u görünceye kadar. Rüyamda Mustafa Ünal ile bu meseleleri görüşür ve hararetli bir biçimde ele alıyorduk. Rüyanın içinde Hasan Karakaya ile ilgili de bazı olumsuz kareler de geçti. Mustafa Ünal ile hasbihal ederken ortak mecliste bazı tanıdık simalar süzülüyordu. Birden yanımdan sülün gibi salınan ve süzülen eski ortağım Mustafa Sungur’u fark ettim. Aynen gazetedeki hali üzerinde idi. Sessiz ve sakin. Takvim’in manşetine misafir oluğunda da yine hayret ve şaşkınlık makamındaydım. Mustafa Sungur’a birkaç defa haber attım. Sanki berzah makamındaydı ve bana cevap vermiyordu. Şaşkınlıkla neden haber atmama karşılık vermiyor diye sağa sola yeltendim. Geçiştirdiler. Anladım ki bana biraz sitemkar ve kırgın idi. Bu rüya bana ertelediğim ve kalemimin ucuna gelen sonra da giden yazıyı yazmamı telkin etti. Cesaret verdi. Mesele iki tarafın meselesi değil hepimizin ortak meselesidir.
*
Benden günah gitsin diye sabaha doğru kaleme sarıldım. Dava, tarafların sefihlerinin esiri olarak kalmamalıdır. Önce yazmaya kaç defa niyet ettiğim halde kalemimin ucundan kaçan Bingöllülerin bana tevdi ettiği üç emanetini aktarayım. İlahiyat fakültesinden bazı arkadaşların daveti üzerine bu şehre gittiğimde fakülteden bir arkadaş bana üç emanet tevdi etti. Cumhurbaşkanı Kürt meselesinin olmadığını ama Kürtlerin bazı meselelerinin olduğunu söylüyor. Doğrudur, yerindedir. Lakin PKK meseleyi Kürt meselesi yapmaya çalışmaktadır. Bingöllüler Kürtlerin tek temsilcisinin PKK olarak takdim edilmesinden veya öyle sivrilmesinden rahatsızdılar. Adıyamanda’da bu havayı soludum. Kısaca onlarınki hasbi bir biçimde kaş yapayım derken göz çıkarma meselesi karşısında temkinli olmaya bir davetti. Kendi ellerimizle, üretilmiş olan Kürt meselesinde PKK’yı Kürtlerin Filistin kurtuluş Örgütü haline getirmeyelim. Bu konuda Kürt halkı devre dışı kalmış ve yeteri kadar tedbir alınmamıştır. Bingöl’ün ikinci emaneti Ahmet Davudoğlu’nun başarısına yardımcı olunması talebidir. Bununla cumhurbaşkanı makamı tarafından baskılanmamasını kastettikleri açıktır. Üçüncüsü, Cemaatle veya Camia ile hesaplaşmanın, mücadelenin cadı avına dönüştürülmemesidir. Sınırları çok açık olarak belli olmalıdır. Hükümete veya devlet kurumlarına yönelik operatif güçlerini engellemenin dışında Afrika içlerine giderek anti mektep propagandası yapılması maksadın aşılmasıdır. Köklerin kurutulması politikası yanlıştır. Keza Cemaatin PKK’dan daha tehlikeli olduğu tezi de bir dil sürçmesi olarak kabul edilmelidir.
Bunlara bir başka emaneti daha ilave etmek istiyorum. Adıyaman'da valilik, belediye başkanlığı ve Risale Akademi ile Akademik Araştırmalar Vakfının ortaklaşa düzenlemiş oldukları Din Hizmetleri ve İhlas Sempozyumunun misafiri idim. Burada bana tevdi edilen dördüncü bir emanet daha var. Urfa’da rektörlük seçimlerinde birinci seçilen aday ekole mensup veya yaygın tabirle paralel olmakla birlikte Hasan Karakaya’nın bu konuya dair yazılarında kolektif ve toplu cezalandırmaya gittiği ifade edilmiştir. Bununla birlikte beni hala Yeni Akit’te yazdığımı düşünenler Hasan Karakaya’nın yazılarında sapla samanı karıştırdığını ve topluca hükme gittiğini söylediler. Benden tashih makamında çaba harcamamı istediler. Ben de bu taleplere imtisalen yazacağıma dair söz vermiş bulundum. Nasip bu güne imiş. Bunları yazamadım zira sığlık denizinin mahkumları haline gelmiştik. Sığlık ve taraftarlık denizinin yakıtı olan her iki tarafın bürokrat gazetecileri de fitne dalgalarını köpürtüyorlar. Halbuki dinginliğe ihtiyacımız var. Herkes diğerinin konumundan ziyade vicdan muhasebesiyle ve dindarlık sorumluluğuyla kendi konumunu gözden geçirirse belki sulh çizgisini yakalayabiliriz. Ben taraflardan biri kusurlu öteki değil demiyorum. Lakin biz sadece tek taraflı kusurlara kilitleniyoruz. Halbuki çözüm, sahamızın bütün kusurlarından arınmasındadır. Ancak öylece fitnelerden kurtulur ve sulh-u umumiye kavuşuruz. Birbirimizin hukukunu zayi etmeden bu kusurlarımızı nasıl aşabiliriz; biraz da buna odaklanalım, kafa yoralım. İki tarafı da memnun edeceğimi düşünmüyorum ama sorumluluğum bu emanetleri millete tevdi etmemi gerektirdi.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.