M. Nuri BİNGÖL
Halklara riyakârâne görünmek
"Halklara riyakârâne görünmek" için değer mi hakikati eğmeye...
İnsan ve “ cin”lerin “hizb-ül Kur'an” olan “ iman-ı tahkiki”in nimet edildiği İslam müntesiplerini “ hubb-u câh denen “şöhret-perestlik” ve “halklara hodfüruşane görünmek” suretiyle aldatmak ve o manevî ulvî “cihaddan” vazgeçirmek istemeleri “kalu bela”dan beri süren bir haldir de, “safderun” ve “ âlicenab safiyeti” içindeki “insan”ların gösterdikleri – ya da yazıp söyledikleri- manzaralara şaşmamak elde değildir.
Hattâ o “arzu için”, hayatını feda eder derecesinde divanece davrandığına da çok kere şahit olmuşzdur. “Ehl-i âhiret” için bu his gayet tehlikelidir,” dünya huzuru arayan için bile gayet tehlikeli değil midir?
Bir insanı kendine çekmek, “alet-i laya’kıl” (akılsız alet) haline getirmek için bundan iyi yol da bulunmaz- maalesef... Bu meselede Üstad Bediüzzaman Hazretleri bile “Kardeşlerim hakkında en ziyade korktuğum, bunların bu zaîf damarından ehl-i ilhadın istifade etmek ihtimalidir” diye buyuruyorsa, bizim gibi “sıradan” insanlara düşen, gösterilen “kapan”a düşmemektir.
Hatta o hale “düşürülmüş” kişiler “ Kalbimiz Üstad ile beraberdir" fikriyle kendilerini tehlikesiz zannederler. Halbuki ehl-i ilhadın cereyanına kuvvet veren ve propagandalarına kapılan, belki bilmeyerek hafiyelikte istimal edilmek tehlikesi bulunan bir adamın, "Kalbim safidir. Üstadımın mesleğine sadıktır." demesi, bu misale benzer ki: Birisi namaz kılarken karnındaki yeli tutamıyor, çıkıyor; hades vuku buluyor. Ona "Namazın bozuldu" denildiği vakit, o diyor: "Neden namazım bozulsun, kalbim safidir." ( Mektubat; 413)
Halbuki düşünülmeli ki bu dünya fani; Hadis’in ihbarına göre upuzun bir çöl yolculuğunda, bir an dinlenilen bir ağaç gölgesi.
O halde hepimiz bu beyanlara “lebbeyk ve sa’deyk” demede çok mu geciktik? (Bilhassa fildişi kulesine takılı kalmış kendini arif ve yazar-çizer bilenlerimiz!)
"Evvelâ rıza-yı İlahî ve iltifat-ı Rahmanî ve kabul-ü Rabbanî öyle bir makamdır ki; insanların teveccühü ve istihsanı, ona nisbeten bir zerre hükmündedir. Eğer teveccüh-ü rahmet varsa, yeter. İnsanların teveccühü; o teveccüh-ü rahmetin in'ikası ve gölgesi olmak cihetiyle makbuldür, yoksa arzu edilecek bir şey değildir… Çünki kabir kapısında söner, beş para etmez!"
Devam eder Üstad:
“Hubb-u câh hissi eğer susturulmazsa ve izale edilmezse, yüzünü başka cihete çevirmek lâzımdır. Şöyle ki:
Sevab-ı uhrevî için, dualarını kazanmak niyetiyle ve hizmetin hüsn-ü tesiri noktasında gelecek temsildeki sırra binaen, belki o hissin meşru bir ciheti bulunur. Meselâ: Ayasofya Câmii, ehl-i fazl u kemalden mübarek ve muhterem zâtlarla dolu olduğu bir zamanda, tek-tük, sofada ve kapıda haylaz çocuklar ve serseri ahlâksızlar bulunup câmiin pencerelerinin üstünde ve yakınında ecnebilerin eğlenceperest seyircileri bulunsa, bir adam o câmi içine girip ve o cemaat içine dâhil olsa; eğer güzel bir sadâ ile şirin bir tarzda Kur'andan bir aşır okusa, o vakit binler ehl-i hakikatın nazarları ona döner, hüsn-ü teveccühle, manevî bir dua ile, o adama bir sevab kazandırırlar. Yalnız, haylaz çocukların ve serseri mülhidlerin ve tek-tük ecnebilerin hoşuna gitmeyecek. Eğer o mübarek câmiye ve o muazzam cemaat içine o adam girdiği vakit, süfli ve edebsizce fuhşa ait şarkıları bağırıp çağırsa, raksedip zıplasa; o vakit o haylaz çocukları güldürecek, o serseri ahlâksızları fuhşiyata teşvik ettiği için hoşlarına gidecek ve İslâmiyetin kusurunu görmekle mütelezziz olan ecnebilerin istihzakârane tebessümlerini celbedecek. Fakat umum o muazzam ve mübarek cemaatın bütün efradından, bir nazar-ı nefret ve tahkir celbedecektir. Esfel-i safilîne sukut derecesinde nazarlarında alçak görünecektir.” ( Mektubat 424)
Bu misal gibi “âlem-i İslâm ve Asya” (Çoğu Asya’da bulunan İslam ülkeleri) muazzam bir câmiye benzer. Çünkü içinde hemen hemen her saniye (saat farkından dolayı) tesbih, tehlil ve zikredilmekte, namaz “ikame” edilmektedir.
“Ve içinde ehl-i iman ve ehl-i hakikat, o câmideki muhterem cemaattir. O haylaz çocuklar ise, çocuk akıllı dalkavuklardır. O serseri ahlâksızlar; firenkmeşreb, milliyetsiz, dinsiz heriflerdir. Ecnebi seyircileri ise, ecnebilerin naşir-i efkârı olan gazetecilerdir. Herbir müslüman, hususan ehl-i fazl u kemal ise; bu câmide derecesine göre bir mevkii olur, görünür, nazar-ı dikkat ona çevrilir. Eğer İslâmiyetin bir sırr-ı esası olan ihlas ve rıza-yı İlahî cihetinde, Kur'an-ı Hakîm'in ders verdiği ahkâm ve hakaik-i kudsiyeye dair harekât ve a'mal ondan sudûr etse, lisan-ı hali manen âyât-ı Kur'aniyeyi okusa; o vakit manen âlem-i İslâmın herbir ferdinin” ( age. s.413) duasını alır, o cemaatin büyüklüğünce fazilet ve “şeref” kazanır.
Bunun tam tersi bir tavırla, bir kaç “çocuk akıllı” ecnebi ya da “frenkleşmiş” insanın hatırı için “hakikat haktır, hiç bir hatıra feda edilmez” demezse, ” manen bütün ehl-i hakikat ve ehl-i imanın nazarında en alçak mevkie düşer. İtteku firasetül-mü’minine feinnehu yenzuru bi-nurillah (Müminlerin ferasetinden, ileri görüşlülüğünden korkunuz. Çünkü o baktığında Allah’ın nuru ile, yani Allah’ın nuru olan Kitap ve Sünnet’in esrarı ile bakar) sırrına göre; ehl-i iman ne kadar âmi ve cahil de olsa, aklı derketmediği halde, kalbi öyle hodfüruş adamları görse; soğuk görür, manen nefret eder.” ( Mektubat, 414)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.