Haluk Bilginer'in 'Allah Baba' açıklamasına cevap

Haluk Bilginer'in 'Allah Baba' açıklamasına cevap

Haluk Bilginer'in bir gazeteye verdiği röportajda İslam inancına ters düşen 'Allah' açıklamasıı toplumun bir çok kesimini rahatsız etti. Peki Kur'an-ı Kerim ve Risale-i Nur buna nasıl cevap veriyor?

Risale Haber – Haber Merkezi

Yaptığı açıklamalar ile sansasyonlara yol açan ünlü oyuncu Haluk Bilginer, Cumhuriyet Gazetesi'ne verdiği röportajda tartışılacak ifadeler kullandı. Allah’ın (c.c) varlığına da (haşa) temkinli yaklaşan oyuncu, bununla kalmayarak cinsiyet atfetmeye de kalktı.

Bilginer’in verdiği o röportajın ilgili kısmı şöyle;

"Tanrı diye bir şey varsa kadındır. Allah baba değil, Allah anadır o. Allah, baba olamaz. Niye toprak ana diyoruz da Allah ana demiyoruz. Hep erkek cümleleri bunlar. Sizin rahminiz var, siz insan üretiyorsunuz, erkeğin aklı bunu anlayamaz. İçinden insan çıkaran bir insanı erkek kavrayamaz.

"ERKEĞİN KAFASINDA SİZ KORKULACAK BİR ŞEYSİNİZ"

14. yüzyılda kadınları niye yaktık, biz sizi niye yaktık, sizden korktuğumuz için. Erkeğin kafasında siz korkulacak bir şeysiniz. Siz cadısınız, içinizden insan çıkarıyorsunuz, biz onun için kolay öldürüyoruz, üretmenin ne olduğunu bilmiyoruz çünkü. Biz insan öldürmeyi kahramanlık zannediyoruz"

Haluk Bilginer’in verdiği röportajında ilgili kısmında İslam inancına göre 3 açık yanlış yaptığı görülmekte. Bunlardan ilki Allah’ın varlığını sorgulaması, ikincisi Allah’a “Annelik - Babalık” yakıştırması, üçüncüsü İslam tooplumunda yaşayan biri olarak ‘biz’ ifadesiyle kadınlara yapılan muamele üzerine yaptığı yorum.

Tahrip ve tahrif edilerek teslise dönüşen Hristiyanlıktan Türkçe’ye geçen “Allah Baba” ifadesi “Hz. İsa’ya Allah’ın oğlu” yakıştırması yapanların uydurmasıdır.

Haluk Bilginer'in talihsiz açıklaması İslam inancına hiçbir şekilde uygun olmadığı açıkça belli olsa da Kur'an-ı Kerim’in bir çok ayetinde “Anne, Baba” gibi yakıştırma yapanlara cevap verilmiş ve Kuran-ı Kerim’in bir tefsiri olan Risale-i Nur'un çeşitli yerlerinde izah edilmiştir. İşte o ifadelerden bazıları...

1. Yüce Allah Yarattıklarına benzemez;

Öncelikle, Müslümanlık'ta ve kutsal kitabımız Kur'an-ı Kerim'de Allah'ın bir cinsiyeti yoktur. Cinsiyet sadece biz canlılara özgüdür. Allah tektir ve eşi benzeri yoktur. Tek ve eşi benzeri olmayan birisinin bir cinsiyetinin olması düşünülemez.

Yüce Kitabımız Kur'an-ı Kerim'de bu bahis şöyle geçer;

“Pek merhametli olan Allah’ın oğlu olduğu kötü söz söylemelerinden dolayı az kaldı gökler paramparça olacak, yeryüzü yarılacak ve dağlar çökecekti. Oysa Allah’ın oğlu olmaz, göklerde ve yeryüzünde her şey onun mülkü ve herkes O’nun kuludur.” (Meryem S, 88-93)

“Gökleri ve yeri yaratan Allah’tır. Karısı olmadığı halde çocuğu nasıl olabilir? Herşeyi O yaratmıştır.” (Enam Suresi; 101)

Kur’an-ı Kerim ayetlerinde Allah (c.c) için kullanılan zamirler “eril” zamirlerdir. Fakat bu kullanım cinsiyet ifade etmek için değil. Elbette Kitabın sahibi Allah (c.c) bu kullanımı takdir etmiştir.

“Allah bir tektir, doğurmadı ve doğmadı. Hiçbirşey O’na denk değildir.” (İhlas Suresi:1-4)

Tarihsel bilgiler ve Kur'an-ı Kerim ışığında, Allah'a cinsiyet atfetme söylemleri cahiliye döneminden beri vardır. Cahiliye dönemi ve İslam'ın indiği ilk dönemlerde, diğer din mensupları ve müşrikler, pek çok kez "Melekler'in" Allah-u Teala'nın kızları olduğunu iddia etmişlerdir. Bu konuda da Yüce Allah (c. c. ) Kur'an-ı Kerim vasıtası ile şöyle cevap vermektedir;

“Onlar, Allah'a kızlar isnad ediyorlar. O, bundan münezzehtir. Kendilerine ise erkek çocukları isnad ederler.” (Nahl, 57)

2. Peki çağımızın en büyük İslam Alimi Bediüzzaman Said Nursi, Allah'ın cinsiyeti olabileceği iddialarına nasıl cevap verir?

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, Risale-i Nur külliyatından Mektubat adlı eserinde, 20. Mektubun, 2. Makamının, 10. kelimesi başlığı altında Dördüncüsü başlığı altında, Cenab-ı Hakk'ın yarattıklarına benzemediği hakikatini üç sır ile açıklamaktadır.

Birincisi: Sânideki vücub ile tecerrüd.

İkincisi: Mahiyetinin mübayenetiyle adem-i takayyüd.

Üçüncüsü: Adem-i tahayyüz ile adem-i tecezzîdir.

Birincisi: Sânideki vücub ile tecerrüd.

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, Sanideki Vücub ile tecerrüd bahsini şöyle açıklar; Varlık kademeleri farklıdır. Allah-ü Teala'nın varlığı ise bu kademenin en üstünde yer alır ve zorunludur.

İkincisi: Mahiyetinin mübayenetiyle adem-i takayyüd.

Sâni-i Kâinat, elbette kâinat cinsinden değildir. Bu söz belki de iddia sahiplerine verilebilecek en büyük cevaptır. Bu söz ile Said Nursi, Kainatın yaratıcısı, Kainata ait olan varlıkların cinsinden olmadığını anlatır. Nasıl ki bir Masa'yı yapan marangoz, masa gibi tahta'dan olmadığı ve şeklen masa'ya benzemediği gibi, Cenab-ı Hak da yarattığı kainatta bulunan varlıklardan bağımsız düşünülmelidir.

Üçüncüsü: Adem-i tahayyüz ile adem-i tecezzîdir.

Cenab-ı Hak, yarattıklarına, şeklen ve cismen benzemek zorunda değildir. Bizler, yani yaratılmışlar, onun isimlerinin ve kudretinin bir parçası olarak var olabiliriz.

Allah’ın yarattıklarına benzememesi hakikati, Nur Külliyatında şu veciz cümle ile ders veriliyor:

“Vacibü'l-Vücud, zatında, mahiyetinde mümkine benzemediği gibi, ef'alinde de benzemiyor”.      
Mesnevî-i Nuriye, Zerre

Allah,  Vâcib-ül Vücud'dur. Yani, varlığı zatındandır, başkasının var etmesiyle var olmamıştır,  ezelî ve ebedîdir. İnsan ve bütün mahlukat âlemi ise “mümkin” grubuna girerler.  Mümkin; olması da olmaması da imkân dairesinde olan demektir.

Varlığı zatından olan Vacib-ül Vücud’un, zatı da işleri de elbette  yarattığı varlıkların zatlarına ve işlerine benzemeyecektir.

Bu hakikati İlâhî isimler için düşündüğümüzde şu gerçekler karşımıza çıkar:

Rızık verenin zatı ve fiilleri, rızıklanan varlıkların zat ve sıfatlarına,

hayatı verenin zatı ve hayatı, canlı mahlukların zatlarına ve hayatlarına,

suret verenin zatı ve sıfatları, suret verilenlerin zatlarına ve sıfatlarına,…, elbette benzemeyecektir.

***

Allah’ın insan yaratması, insanların bina yapmalarına hiç benzemediği gibi, ağaç yaratması da insanların ağaç resmi çizmelerine benzemez. Allah’ın yarattığı mahlukatın hepsi Bediüzzaman hazretlerinin ifadesiyle “ mektubat-ı rabbanî”dir. Biz de elimize kalemi alır ve önümüzdeki kâğıda “insan” ve “ağaç” kelimelerini yazarız, yahut bunların resimlerini çizeriz. Ama bizim bu yazılarımız ve resimlerimiz hayatsızdır. Bizim insanımızın akıl ve şuurdan nasibi yoktur.  Ve yine bizim  ağacımız  meyve vermez.  Allah da kâinat kitabında, kudret kalemiyle “insan” yazar, “ağaç” yazar. Ama bu yazılar Rabbanîdir, bir terbiyeden geçmişlerdir; birincisi fikirler üretirken ikicisi meyveler verir.

3. Kadınları Cadı olarak görmek, onları yakmak ve değersiz atfetmek İslam'da değil, Orta Çağ batı dünyasında olan bir meseledir.

Bilginer'in sözlerinden biri de, bizim kadınları birer cadı olarak gördüğümüz, yaktığımız ve aşağıladığımız yönündedir. Şüphesiz ki İslam dünyasında ve Kur'an-ı Kerim'de böyle bir şey hiç bir zaman mümkün olmamıştır.

Bilginer'in anlattıkları sadece Orta Çağ Batı Dünyası'na ait bir kavramdır.

Kur'an-ı Kerim ve Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (Sav) kadının değeri şöyle anlatır;

Tevbe sur. 71: Mümin erkeklerle mümin kadınlar birbirlerinin dostlarıdır….

Ayette açıkça Kadın ve Erkeklerin arasında bir ihtilaf olmadığı görülür.

Ali imran 195: Rableri onlara cevap verdi: “Ben sizden, erkek-kadın hiçbir çalışanın ürettiğini boşa çıkarmayacağım. Hep birbirinizdensiniz…….

İslam'da kadın ve erkeğin Allah katında eşit olduğunun bir başka delili..

Bakara sur. 180: Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir hayır bırakacaksa anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek Allah`tan korkanlar üzerine bir borçtur.

Kur'an-ı Kerim'de baba ve anne hiç bir zaman ayrılmamıştır.

Mücadile sur. 1: Allah, kocası hakkında seninle tartışan ve Allah`a şikâyette bulunan kadının sözünü işitmiştir. Allah, ikinizin karşılıklı konuşmasını işitir. Çünkü Allah en iyi işiten, en iyi görendir.

Kocası hakkında şikayetleri olan Kadınların Allah katında görüldüğü açıkça söyleniyor.

Peygamber Efendimiz (sav. ) de kadınların değerini pek çok yerde vurgulamıştır;

Vedâ Haccı’ndaki meşhûr hutbesinde Peygamber (sav. ) Efendimiz: “Ey insanlar! Kadınlar hakkında Allâh’dan korkunuz! Sizin kadınlarınız üzerinde hakkınız vardır.”:

(Hanımlarınızı üzmeyin. Onlar, Allahü teâlânın size emanetidir. Onlara yumuşak olun, iyilik edin!) [Müslim]

(Hanımının kötü huylarına katlanan erkek, belalara sabreden Hz. Eyyüb gibi mükafatlara kavuşur. Kocasının kötü huyuna sabreden kadın da, Hz. Asiye gibi sevaba kavuşur. ) [İ. Gazali]

(Hanımı ile iyi geçinip şakalaşanı Allahü teâlâ sever, rızklarını artırır. ) [İ. Lâl]

(En üstün mümin, hanımına, en iyi, en lütufkâr davranan güzel ahlaklı kimsedir. ) [Tirmizi]

Kutsal kitabı ve Peygamberi (sav), kadının değerini pek çok yerde vurgulamış bir dinin, kadınları cadı gibi gösterdiğini, kadınları yaktığını veya aşağıladığını söylemek pek tabi ki İslam dinini bilmemek ile alakalıdır.

Batı'da ise İslam tarihinin aksine ‘kadın'a yaklaşımda tamamen bir kin, bir nefret ve aşağılama açıkça görülmektedir. Kadınları Cadı olarak görmek öyle bir noktaya gelmişti ki, artık bu konuda bir ekonomi bile oluşmuştur. Bu konu, meşhur bilim insanı Carl Sagan'ın bile dikkatini çekmiştir;

Carl Sagan, "Cadıların Tokmağı"nı, "işkencecinin teknik el kitabı" olarak niteliyor ve cadı yargıçlarının bir ellerinde bu kitap, diğer ellerinde de Papa'nın fermanı ile Avrupa'nın her yerinde mantar gibi türediklerini yazıyor. Cadı avının kısa sürede bir gider hesabı yutturmacasına döndüğünü belirten Sagan, şu bilgileri veriyor:

"Tüm soruşturma, dava ve infazların giderleri, davalının kendisinden ya da akrabalarından alınıyordu. Cadıyı avlamak üzere görevlendirilmiş casusların ödülü, gardiyanların şarabı, yargıçların şöleni, daha deneyimli işkenceci getirmek için görevlendirilenin yol giderleri, odun, katran ve celladın ipi, giderler arasındaydı.... "

6'ncı yüzyılda cadı avı çılgınlığı en üst seviyelere ulaşıyor. O yıllardaki büyük buhran ve ekonomik krizin yarattığı infiali de önlemek için korku ve baskı yaratılmaya karar veriliyor. Bunun için de cadılar (büyücüler) seçiliyor ve sanki her şeyin nedeni cadılarmış gibi gösteriliyor. Giovanni Scognamillo bu dönemi şöyle anlatıyor:

"Savaşları, veba salgınları, açlığı, sefaleti, vahşiliği ile ortaçağ; çileli, sert, acımasız bir çağdır. Kilisenin yaymak istediği bilgileri adeta unutarak yeni bir düzen kurmak amacıyla hakimiyetini sağlamlaştırmak istemesi, eski medeniyetlerin, ilkel toplumların bilgini sayılan büyücüleri 'cadı'ya dönüştürür. Artık o, şeytanın bir aracısı, bir uşağıdır. "

 

Kaynak: RisaleHaber.com

 

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum