Hayatımızı kuşatan merkezi sınavlar

Hayatımızı kuşatan merkezi sınavlar

Bu yazımda, merkezi sınavların eğitimi nasıl yozlaştırdığını ve geçmişte alınan güzel tedbirleri nasıl etkisiz hale getirdiğini ele alacağım.

Osman Çakmak'ın yazısı ;

Bu vesile ile merkezi sınavlar ile eğitimdeki kimlik ve muhteva sorununun FATİH projesinin hayata geçirilmesinin önünde nasıl bir engel teşkil ettiğini anlatacağım. Hem okulları dersane ve test bağımlısı bir eğitimden kurtarmak; hem de FATİH projesinin önündeki engelleri bertaraf etmek için basit bir çözüm yolunu gündeme getireceğim.

Bir vesile ile FATİH projesini Bakanlık’ın Ankara –Beşevler’deki yerinde görme ve ilgili kişilerden bilgi alma fırsatım olmuştu. Bu projenin esasını akıllı tahta meydana getiriyor. Akıllı tahtaya etkileşimli tahta diyebilirsiniz. Projenin hayata geçirilmesi için konuya hakim dinamik bir ekip var. Bu ekip, akıllı tahtayı bilinenin çok ötesine taşımışlar. Ortaya hayli fonksiyonel bir ürün çıkmış. Üstelik büyük ölçüde yerli imkanlar kullanılmaya gayret ediliyor. Projenin ikinci bir ayağı ise tablet bilgisayarlar. Ders konuları, bu tabletlere yüklenecek. Esasen FATİH projesi, teknik açıdan eğitim dünyamıza çağ atlatacak ve teknolojiyi eğitimle birleştirmede ülkemizi tüm diğer ülkelerin önüne geçirebilecek bir fırsat sunuyor.

Peki böylesine muazzam projenin hayata geçirilmesinde eksik kalan bir şey var mı? Projenin uygulanabilmesinin önündeki risk ve tehlikeler neler?

Okullarda Derslerin İçi Nasıl Boşaltıldı?

İlk ve ortaöğretimde öğrenci, hemen her derste, dogmatik ve bilim dışı ideolojik dayatmalarla, tek tipleştirici uygulamalarla karşı karşıya bulunuyor. Milli Eğitim dünyamızda başlatılan hemen hiç bir proje ve reformun sona vardırılamamasının altındaki neden iyi tahlil edilmelidir. Geçmişe baktığımızda, “çoklu zeka”, “müfredat okulları” son yılların en büyük projesi olan “yeni müfredat” neden hayata geçirilemedi? Eğitim öğrenci için bir “sıkıntılı bir süreç” ve sınavlar bir “bela” olarak algılanıyor ve okullarda öğrenilenler gerçek hayatta işe yaramıyorsa, öncelikle araştırılıp çözüm bulması gereken eğitim sorunları bunlar değil mi?

Ders kitaplarındaki muhteva sorununu bir yana bırakalım ve sadece teste dayanan merkezi sınavların eğitimi nasıl yozlaştırdığına bakalım. Öğrenci test sınavlarında sadece bilgiyi işaretlemekte iktifa ettiğinden bilgiyi ifade/sunma ve yazma, bilgiyi kullanma ve üretmeyi öğrenememektedir. Çünkü teste dayalı eğitimin mantığı olabildiğince “az bilgi” ile çok soruya cevap vermektir. Halbuki bilimde olabildiğince derine dalmak ve bilgiyi kökleri ile öğrenmek esastır. Öğrenci “sürece bağlı” “derin öğrenmeye” geçememekte, bu yüzden de öğrenmenin hazzını yaşayamamakta, öğrencide “bilim-araştırma merakı” oluşmamaktadır. Bu yüzden, sadece ilk ve ortaöğretimde değil, üniversite eğitimi sonrasında da teste dayalı ölçme-değerlendirmenin hayatın hemen her sahasını kaplaması ile ülkemizde bilim ve eğitim bir noktada bitirilmiş-yok edilmiş olmaktadır.

Örneğin bir üniversite hocası olarak, lisede öğrencinin bilgiyi ezber kalıpları halinde üstelik yanlış öğrenmesi yüzünden, “derin ve araştırmaya dayalı öğrenmeye” geçmesinde yaşadığı sıkıntıyı her zaman müşahede etmekteyiz. Yanlış öğrenilen bir şeyin yerine doğrusu ikame etmek gerçekten güç olmaktadır.

Gerek ilk ve ortaöğretimde ve gerekse yüksek öğretimde olsun, asıl sorun eğitime muhteva, kalite ve kimlik kazandırılması meselesidir. Gerçek bu olduğu halde, yetkililerin çözümü, içini doldurmadan hep şekilsel düzenlemelerde aranması, eğitim dünyamızdaki olağanüstü yanılgıları gösteriyor. Aynı yanılgılar, Yüksek Öğretim’de de yaşanmaktadır. İlginçtir ki Yüksek öğretim tamamen kendi haline bırakılmış bir durum arzetmekte; ne şekilsel ne de muhtevaya dair reformlar gündeme gelmemektedir. Yüksek öğretimi AB normlarına çıkarmayı amaçlayan Bologna süreci ise yılan hikayesine dönüşmüş durumdadır. Bazı üniversitelerin Bologna sürecine geçiş çabaları ise, işin esasını anlamayan vizyonsuz yönetimlerce yozlaştırılarak, -şekilsel olarak- uygulanmaktadır.

Tablet Bilgisayarların İçi Nasıl Doldurulacak?

Sonuç olarak eğitim dünyamızda var olan “muhteva” ve merkezi sınavlar sorunu halledilmeden, FATİH projesinin gerçekleşmesi zor görünmektedir. Evet FATİH projesi, eğitimde teknolojik anlamda çağ atlamanın ifadesi olan bir yenilik. Ama ihtiyatlı olmalıyız. İçini doldurmadan yapılan şekilsel düzenlemelere dayanan reformlar amacına ulaşmamaktadır. Dönüşümün odağında öğretmen ve eğitimcinin olduğu görülmemesi ülkeye pahalıya mal olmaktadır.

Evet tablet bilgisayarlar kitap taşıma derdinden öğrenciyi kurtarıyor. Tablet bilgisayarlardan amaç bu değil tabi. Asıl önemi, kitabın anlamını ve muhtevasını değiştiriyor olmasıdır. Bunu dünyada ilk deneyenlerden birisi ABD’nin eski Başbakan Yardımcısı Al Gore olduğuna dair bir kayıt var. Silikon Vadisi’nde bir grup yazılımcıya iklim değişikliği ile ilgili kitabını bir uygulama olarak yazdırılır. Bu uygulamayı tabletinize indirdiğinizde e-kitap dünyasının imkânlarını da karşınızda görebiliyorsunuz. Sayfaları çevirirken sadece okumuyor, aynı zamanda video izliyor, grafiklerle oynuyor, hatta tabletin ses bölümünü üfleyerek rüzgâr santrallarını bile döndürebiliyorsunuz.

Öncelikle şu noktanın farkında olmalıyız: E-kitap demek, kitabı olduğu gibi bilgisayara aktarmak değildir. İşin püf noktası, tabletleri faydalı bir ders aracı haline getirebilmektir.. Acaba biz ders kitaplarını bu muhtevada hazırlayabilecek miyiz? Tabletlerdeki kitap artık bildiğiniz kitap cinsinden olmaması gerekiyor. Birkaç sayfa yazı okuyorsunuz ardından bir video ile mesela bir fen dersi ile ilgili bir gerçeği gözlem ve deneyleri ile izleyebilmelisiniz.. Derken bir laboratuvardasınız ve o laboratuvarın üzerindeki fotoğraflara dokunuyorsunuz. Bir fotoğrafı parmağınızla dokunarak döndürebiliyorsunuz ve o laboratuarda olanları sanal olarak izliyor ve deneyleri takip edebiliyor, hatta deneyleri kendiniz yapıyormuşcasına deney düzeneklerini kontrol edebiliyorsunuz. Yani herşey size video olarak sunulabiliyor ve tarif ediliyor. Kitaptaki gibi bir kaç resimle sınırlı kalmıyor. Sonuçta, ortaya olağanüstü verimlilikte, adeta yaşıyormuşcasına bir öğrenme çıkıyor.

Bütün bunları anlatmamın sebebi FATİH projesinde şu ana kadar sadece tablet fetişizmine kapılıp muhtevasını hâlâ yeterince düşünmüyor olmamız ve derslere kimlik kazandırılmasını gündeme almamızdır. Öğrencilere o tabletleri dağıttıktan sonra yüklediğiniz bütün kitapları çöpe atabilirsiniz. Zira bir yanda, oyununu-uygulamasını tablette oynayan-deneyen bir çocuğun okuduğu kitap, kısa bir süre sonra asla tatmin etmeyecek, yavan gelecektir. Öncelikle yapılması gereken; oluşturulacak bir merkezle öğrenciye her hafta hatta her gün yeni yeni ders malzemeleri sunabilme ortamı oluşturulmasıdır. Tabi ki önemli olan öğretmeni e-kitap mantığı ile ders öğretmeye hazırlamaktır ki bu başlı başına bir zihinsel değişimi ve bakış açısı değişikliği gerektiriyor. Sonuç olarak, önemli olan akıllı tahta yapmak ve öğrenciye tablet dağıtmak değil, öğretmeni yeni rol ve bakışı-anlayışı kazandıracak dönüşümleri yapabilmektir. Yediyüzbin öğretmeni birkaç haftalık seminerlerle eğiteceğimiz ve böylece ideal bir dönüşüm yaşayacağımızı sanmamız tam bir yanılgıdır. Elektronik kitap uygulaması, bütün eğitim sisteminin değiştirilmesini, öğretmen-öğrenci ilişkilerinin yeniden tanımlanmasını ve hatta eğitimde hiyerarşinin tekrar konumlandırılmasını gerekli kılıyor. Henüz işin bu kısmına kafa yorulduğu söylenemez.

Peki diyelim tabletlerin içini doldurdunuz... Hatta öğretmenler yeni eğitim tarzının gereklerine göre hazırlandı. Sürekli elektronik ders malzemesi hazırlayan merkezleri de oluşturdunuz ve burada sürekli yeni ürünler üretiyorsunuz. Bu bizim FATİH projesini yine de hayata geçireceğimiz anlamı taşımıyor. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, bu defa asıl engel ve eğitimin “büyük düşman” olan “merkezi sınavlar” tehlikesi ile karşılacaksınız. Şimdiye kadar yapılan bütün tedbirleri geçersiz kılan ve eğitimi yozlaştıran tehlike şimdi karşınızdadır.

FATİH projesinin Önünde Duran Merkezi Sınavlar Sorunu

Eğitimin yerini neden dersaneler aldı? Neden liselerde eğitim bir bakıma fiilen bitti? Kim ne derse desin müfredatı Milli Eğitim Bakanlığı değil, ÖSYM’nin merkezi sınavları belirliyor. Her şey, merkezi sınavların sonuçlarına endekslenmiş bir eğitim yapımız var. Durum böyle olunca, öğrenci için önemli olan okullardaki eğitim değil, merkezi sınavlarda notunu bir adım daha öne geçirmek oluyor. Veli ve öğrenci bunu isteyince, öğretmen, okul idareleri gibi, milli eğitim müdürleri de tamamen bu isteğe göre konum alıyorlar. Okullar ve sınıflar ve hatta öğretmenleri değerlendirilirken, merkezi sınavlarda (yada deneme sınavlarında) alınan puanlar esas alınıyor. Sınavlar adeta milli bir spor halini almış; herkes her türlü başarıyı sınavların notları ile değerlendirir hale gelmiştir. Bu yüzden de eğitimde adeta sınavlardan başka bir şey kalmamış durumdadır. Yetkililerin bu konuda tam bir acz ve çözümsüzlük içinde bulunması ve alınan yanlış tedbirler ise, merkezi sınavların ağırlığını daha da artıyor. Bu yüzden de merkezi sınavlar hayatın her tarafına hükmetmekte, dersanelerin sayısı gün be gün artmaktadır.

Evet okulların asıl probleminin ders araç ve gereçler olmadığı, şuradan belli ki; son yıllarda Milli eğitim bakanlığı okulları ders araç ve gereçleri ile doldurdu.. İsteyene istediğinin fazlasını verdi. Halbuki bu aletlerin bir çoğu paketi açılmadan duruyor okullarda. Açılanlar ise laboratuarlarda-atölyelerde göstermelik halde bekliyor. Laboratuarların uygulama yerlerinin kapıları çoğu kere kilitli. ÖSYM sınavlarında önem taşımayan çoğu dersler yapılmıyor bile.

Ülkemizin en gözde okulları olması gereken Fen Liselerine bakalım. İlköğretim döneminde sınavını kazanmak için öğrencinin en az iki üç senesini kurslara giderek hazırlık yaptığı Fen liseleri ve Anadolu liselerinde, beyin gücümüzü yapacak ve geleceğimizi şekillendirecek bilim adamı ve araştırmacıların yetiştirildiğini düşünüyorsunuz herhalde. Bugünkü şekliyle fen liseleri ileri düzeyde üniversiteye hazırlık dersaneleri gibi çalışıyor. Öğrenciler, bu liselerinde ileri fen ve teknoloji dersleri ve uygulamaları değil, fen dallarında hazırlanmış en az 3- 4 takım test külliyatını bitirmeye odaklanmış vaziyetteler. Amaç ise sınavda çıkması muhtemel tüm soruları ezberlemek.. Tabi durum bu olunca müfredatta yer alan çoğu dersler aksıyor, örneğin laboratuar ve uygulama, sanat-spor, gezi -gözlem, kültür dersleri göz ardı ediliyor.

Eğitimimize hakim olmuş merkezi sınavların söylediği bir gerçek var: Eğitimi sınavların yönlendiriciliğinden kurtarmadıkça FATİH projesinin akibeti hayata geçirilemeyen “Yeni Müfredat” gibi olabilir. Çünkü çok açıktır ki teste dayalı bu eğitimde ileri öğrenme ve eğitim teknikleri değil, kaba ve basit ezberleme metotları kullanılmaktadır. Akıllı tahtaya da tablet bilgisayara da böyle bir eğitimde ihtiyaç yoktur. Okulların kütüphanelerini-kitaplıklarını bile test kitapları dolduruyor. Bu süreçte, öğrencinin dakikası bile önemli olduğundan sanat, spor ve okumaya dair her şey erteleniyor. Daha çok test çözmek ve sınavda çıkması muhtemel daha çok soru ezberlemek..

Diğer taraftan, bu kadar stres altında kalan ve gençliğini (ve hatta çocukluğunu) yaşayamayan gençliğimizi kaybettiğimizin; geleceğe sorunlu ve kişiliksiz nesiller bıraktığımızın ise pek farkında değiliz.

FATİH Projesini Kurtarmanın Yolu

Diyebilirim ki, eğitimde asıl faktörün “insan merakı” olduğu unutulmuştur. Eğitim sorunu deyince çocukların meraklarını nasıl geliştiririz ve bilimi nasıl sevdiririz konusu gündeme gelmemektedir. Yine diyebilirim ki, eğitim dünyamızın hangi felsefi temeller üzerine oturtulduğunu kimse sorgulamamaktadır. Çocuklarımıza onların biraz büyümüş hali olan gençlerimize on on beş yıl boyunca test çözdürerek ne yapılmak isteniyor acaba? Onları düşünemeyen ve sorgulayamayan ve sonunda öğrenmeyi başaramayanlar haline getirmek, yani öğrenilmiş çaresizliğin girdabına sokmak mı?

Öğrenci daha ilkokul ikinci sınıfta ezberle ve yaprak testlerle tanışıyor. Dersanelere gitmeye başlıyor. Eğitime şahsiyet kazandırılmasının başında herşeyden önce ölçme değerlendirmeyi, merkezi sınavlarından belirleyiciliğinden kurtarıp insanı çok yönlü ve çok boyutlu bağlantılar içinde ele alan ve öğrencileri ilgi duydukları alanlarda “çok yönlü” değerlendirmelere tabi tutan sınav sistemleri geliştirilmek zorundayız.. Eğitimde Önemli olan öğrenciyi değil öğretmeni test edebilen onun kendisini sürekli yenileyen-geliştiren mekanizmaları ve sistemleri tesis edebilmektir. Öğretmenin ne derece etkin-verimli bir öğrenme ortamı oluşturduğunun test edilmesidir önemli olan.

Eğitimi merkezi sınavların altında ezilmekten kurtarmanın kısa vadede bir çözümü var. Bunlardan birisi kaliteyi değerlendiren akretitasyon sistemine geçmektir. Ancak, bu sistemi ayağa kaldırmak için yetkililerimizde henüz zihni alt yapının hazır olmadığını düşünüyorum. Öyleyse çok daha kolay bir sistemden bahsedeyim. Aslında bu sistem eski yıllarda okullarımızda uygulaması olan ve tecrübesini yaşadığımız ortaokul ve liselerde ( hatta üniversitelerde) dışarıda Bakolarya adı verilen “Bitirme Sınavlarıdır”. Bu sınavları yeniden ihdas ederek, okullarda eğitimi kendi aslî misyonuna döndürebiliriz. Bitirme sınavlarının notları diploma notu olarak her sahada etkili ve baraj konumunu alırsa, ortaokullar gibi liseler de büyük ölçüde kendi düzleminde doğru eğitimin içine çekilmiş olacaktır. Önemli bir ayrıntı, bu sınavların teste dayalı olarak değil, “yazılı” ve “sözlü” sınavlar şeklinde icra edilmesidir. Yazılı ve mülakat sınavlarında sorular şimdi olduğu gibi yine “merkez” olarak hazırlanabilir. Bu konularda merkezi sınavlar vesilesi ile ülkemizde hayli tecrübe oluşmuştur.

Bitirme sınavlarını son sınıflarda eğitim döneminin sonunda bir ay içinde her il ve ilçe milli eğitim müdürlükleri ve üniversitelerle birlikte organize edebilir. Böylece sınavlar sadece bilgiyi işaretleyen konumdan kurtarılmış olacak; çocukların yazma, düşünme ve ifade becerilerini de ölçen konuma çıkarılmış olacaktır. Öğrenciler sınavlara hazırlık altında yaz-kış hafta sonu ile perişan olmaktan kurtarılacak, sosyal-kültürel ve sanat faaliyetlerine vakit bulacaklardır. Aynı şekilde laboratuar ve uygulamalar gibi resim-müzik beden ve sanat dersleri de yapılır hale gelecektir.

Bitirme sınavlarının üniversitelere de şamil kılınması halinde üniversite eğitimini tehdit eden KPSS, ALES ve ÜDS gibi sınavların yozlaştırmasından büyük ölçüde kurtarılabilir. Evet bu sınavlara parelel olarak merkezi test sınavları yapılsa da, asıl belirleyici “bitirme sınavları” olacağı için olumsuz etkiler asgariye inecektir. Şurasını hatırlatalım ki eğitimi asıl yozlaştıran eğitimin teste dayalı hale gelmesidir. Eğitim kendi düzleminde ve normal sürecinde devam ettiği takdirde, belli ölçüde teste dayalı merkezi sınavlar yapılabilir.

Sonuç olarak, okullarda etkileşimli tahtalar, tabletler, dizüstü bilgisayarlar ile bilgi çağını yakalayan bir eğitim sistemi vizyonu idarecilere güzel görünüyor olabilir. Ama bu projenin başarısı konusunda kara kara düşünmeliyiz Bu projenin hayata geçirilmesi için zihni alt yapıya ne kadar sahibiz? Öğretmen ve okullar yeni teknolojileri kullanmaya ne kadar hazır? Evet öğrencinin önüne akıllı tahta ve eline tablet vermek bir bakıma işin kolay tarafı. İşin zor tarafı bu projenin hayata geçirilmesi ve boş yatırımlar halini almaması için eğitime kimlik-misyon ve ruh-mana kazandıracak reformlar yapabilmek.. Ancak bunları yaptıktan sonra masrafa değecek çabalara ve aletlere sıra gelmeli. İyi aletler elbette ustaların elinde işe yarar. Elbetteki asıl reformlardan birisi, iyice yozlaşmış öğretmenlik mesleğini diriltecek projeleri hayata geçirebilmektir.

Samanyoluhaber