Hekimoğlu İsmail: Bir ışık gördüm, o da Risale-i Nur'lardı
Hekimoğlu İsmail son kitabını anlatırken "Bu kitabın her satırında, her cümlesinde Risale-i Nur’dan pay vardır" dedi.
Hekimoğlu İsmail son kitabını anlatırken Şerif Mardin’in de değinilerde bulunduğu Minyeli Abdullah kitabı dahil hayatından da kesitler anlattı
“Bir Işık Görüyorum” İman Esasları konusunda yazdığınız son kitabınız. Bu çerçevede bir çalışma yapma sebebiniz neydi?
Ben Kur’an okumanın, yayınlamanın, satmanın yasak olduğu devirleri yaşadım. O devirler benim için karanlıktı. Mehmet Akif, “Bu uğursuz gecenin yok mu sabahı” diye soruyor. Her türlü haramın serbest, helalin yasak olduğu devirler… Risale-i Nur’larla bir ışık gördüm. Allah demenin yasak olduğu devirlerde Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nurları Kur’an harfleriyle yazıyor ve yazdırıyordu. Böyle bir teşebbüs, böyle işler yapanın o dönemde öldürülmesini gerektiriyordu. Fakat öldüremediler. Allah dinini kıyamete kadar devam ettireceğini vaad ediyor.
Evet Allah dinini kıyamete kadar devam ettirecek ama biz ne yapacağız? İşte biz de böyle kitaplar yazdık. Bu kitabın her satırında, her cümlesinde Risale-i Nur’dan pay vardır. 80 yıllık ömrünüzün mahsulü nedir?” diye sorsanız, “Bir Işık Görüyorum” derim. İnşaallah bu kitap çekirdek hükmüne geçer ve neşv ü nema bulur.
Mesela Minyeli Abdullah, yüz binlerce basıldı, satıldı. Kitap yayınlandığında bazı kimseler, “Bu roman değildir. Roman tekniğine uymuyor. Bu bir tezdir.” dediler. Dünya bütün gücüyle bana karşı çıksa da beni ilgilendirmez. Ben yine bildiğim gibi yazar, bildiğim gibi konuşurum.
İnsan hayatının her devresinde fırtınaların, karanlığın içinde kalabilir. İnsan bazen kök gibidir. Bitkinin kökü çamurun içindedir. Fakat hayat sıfatı olan Allah ona hayat vermiş, Nazım-ı Mutlak olan Allah ona nizam vermiş. Kök büyüyor; karanlıklar içinde büyürken ışığa çıkıyor. Halbuki bir tohum her yöne büyüyebilirdi. Ama ona öyle bir nizam vermiş ki atmosfere doğru büyüyecek. İnsan da bazen tohum gibi karanlık bir alemde kalabilir. Düşüncesi aynı olacaktır. Benim vazifem, İslamiyet’i yaşamaktır; gerisi beni ilgilendirmez. Gerçek kuvvet de budur.
20 sene askerlik yaptım. Askerliğin ruhu disiplindir. Disiplin kumandana itaattir. Hiç sıkıntı çekmeden 20 sene askerliğimi bitirdim emekli oldum, demek ki kumandana itaat ettiğim kadar Allah’a itaat etsem, ömrümü sıkıntı çekmeden geçiririm. Ölmekle emekli olurum, ahirette ölmek yok, hastalık yok, sıkıntı yok, çok güzel bir hayat yaşarım. Topraktaki çekirdek gibiydim. Bir ışık gördüm, o da Risale-i Nurlardı. Onunla tahkiki iman derslerine başladım, o gayretim hala devam ediyor…
Bediüzzaman, “İman hem nurdur hem kuvvettir, hakiki imanı elde eden adam kainata meydan okuyabilir.” buyuruyor. Kitabınızda da üzerinde çokça durduğunuz, insana “Kainata meydan okuyabilecek” kadar güç veren imandan bahseder misiniz?
İmanın şartlarının birincisi “Amentü Billah” Allah’a inanmaktır. Her şeyi yaratan Allah her şeyi bilir. Kalbimizi çalıştıran, damarlarımızda kanımızı dolaştıran bizi yaratmış, hayat sıfatıyla hayatımızı devam ettiriyor. Öyleyse benim gerçek sahibim Allah’tır. O bana sahip çıkıyor, korkacak bir şey yok. Öğrenci okulda, asker kıtada güven altındadır. Onlara sahip çıkan müdür ya da komutan var. Öyleyse onların korkacak bir şeyi yok, vazifelerini yapacaklar.
Said Nursi dağın başında çınar ağacına çıkmış, orada oturuyor. Yazdığı eserlerden dolayı hakkında soruşturma açılmış. Jandarmalar ve polisler gelip Said Nursi’nin evini soruyorlar. Adamlar diyor ki, “Evi barkı yok, nerde kalıyor bu adam?” Ağacın başında.
Geliyorlar çam dağına, çınara ağacının başında Said Nursi’yi görüyorlar. Yatak yok, yorgan yok, ışık yok, soba yok, yiyecek yok… Burada aylarca kalıyor. İlgililer diyorlar ki, bu adam kendisine öyle bir ceza vermiş ki, bundan daha ağır bir ceza verilemez. Ve geçip gidiyorlar.
Şimdi şu soru sorulabilir: Bunları nasıl yapabildi? Allah Said Nursi hazretlerini tahkiki iman için vazifelendirmiş, bu vazifeyi veren Allah memuruna sahip çıkıyor. Said Nursi vazifeliydi. O vazifesini yaptı Allah da onu korudu. O vazifesini yaparken arkasından kurşun attılar, vuramadılar.
Zehir verdiler, öldüremediler. Tek bir odada aç, susuz bıraktılar ölüp gitsin diye, fakat öldüremediler. Bu vazifeli insanlar öldürülemez, tesir ederler. Allah’ın dinine sahip çıktığımız ölçüde Allah da bize sahip çıkacaktır. Bu kitap benim bu yöndeki gayretimdir.
İman gözlüğü ile kainata bakış insana ne kazandırır?
İman gözlüğünü takan insan kainatı bir kitap gibi okur. Mesela kediye kürk giydiren Allah’tır. Kedinin yavruları oluyor. O kedi o yavruları yapamaz. Öyleyse Allah’ın hayat sıfatı tecelli ederek kedinin karnında yavrularını yaratmış. Ağaca bakar, gövdesi odundur. O odun içindeki ilahi fabrikayı görür, hayran olur. Toprak gibi bir şeyden her şeyi yaratan Rezzak-ı Kerim’i görür, şükreder, “Elhamdülllah” der.
Mesela su bardağı bize cam fabrikasından haber verir. Ama bardakta fabrika yok. O bardakta çalışanların ilmi var, sanatı var. Aynı şekilde diyorlar ki biz Allah’ı görmüyoruz. Cam fabrikasını da görmüyoruz ama inkar edemeyiz. Çünkü bardağın varlığı, cam fabrikasının varlığına delildir. Benim varlığım da beni yaratanın varlığına delildir. İşte tahkiki imanı elde edenler imanın esaslarını görür, anlar, anlatır.
Kitabınızın önsözünde, “Allah’ın lutfu ile anladım ki sevgilim İslamiyet’tir. 1950’den beri yazdığım her yazı, her kitap sevgilime yazdığım bir mektuptur; bu hâl hala devam ediyor.” diyorsunuz. İslamiyet’in gaye-i hayal olması ne demektir?
Lisedeyken bazı arkadaşlarımın kız arkadaşları vardı. Onlar kız arkadaşlarına defter dolusu mektup yazarlardı. Dikkat ettim, o arkadaşların kompozisyonu da zayıftı. “Nasıl olur da edebi yönleri zayıf olan arkadaşlar dahi sevgililerine her gün bir defter dolusu mektup yazıyor.
Demek ki sevmekte bir sır var. Benim de bir sevgilim olmalı.” dedim. İnancım gereği kız arkadaşım olamazdı. Ben de bir sevgili buldum; İslamiyet. 1956’dan beri hala sevgilime mektuplar yazıyorum. Her makalem, her kitabım sevgilime yazdığım bir mektuptur; sevgilim de İslamiyet’tir.
Hayatım boyunca kemiyetten çok keyfiyetin önemine inandım. Çakıl taşları kemmiyettir, inci keyfiyettir. Çayır otları kemiyettir, çınar keyfiyettir. Ama kemmiyetin olmadığı yerde keyfiyet de olmaz. Çayırın yeşermediği çölde çınar da olmaz. Duamız İslamiyet’i kendisine gaye-i hayal eden keyfiyette insanların sayısının artmasıdır.
Risale-i Nur okumalarınız hayatınızda nasıl bir dönüşüm meydana getirdi?
Risale-i Nurlar Kur’an-ı Kerim’in tefsiridir. “Kur’an’ı nasıl okuyacağız, nasıl anlayacağız, nasıl yaşayacağız?” sorularına cevap verir. Risale-i Nurları ilk okumaya başladığımda Said Nursi’nin her meseleyi Allah’a bağlaması çok dikkatimi çekiyordu. Araştırmayı, öğrenmeyi sevdiğimden Nurlardaki açıklamalar beni ikna ediyordu.
Allah ile olan kulluk bağlarım kuvvetleniyor, imanım artıyordu. Okumaya devam ettim, 1950’den beri hala okuyorum. Sair kitapları ancak bir defa okurken Risale-i Nuru kaç defa okudum, sayısını bilmiyorum… Hala okuyorum, hala anlatanları dinliyorum, bitmedi…
Risale-i Nurlar ilim ve rahmet hazinesidir, bu kitaplardan sadece ilim değil rahmet de akıyor. Nefes almaktan, yemek yemekten bıkmadığımız gibi Risale-i Nurları okumaktan da bıkmadım çok şükür. Sık sık şöyle dua ederim: “Allahım! Risale-i Nurlarda anlatılan Kur’an hakikatlerini okumamı, anlamamı ve yaşamamı nasib et.”
Risaleler insanın kainata bakışını düzeltiyor. Bir ay evvel Erzincan’a gittim. 1940’lı ve 1950’li yılları hatırladım. “Eyvah eyvah!” dedim. “O yıllar heder oldu gitti.” Çok şükür sevk-i ilahi beni böyle bir hayattan bugünkü hayata getirdi, namütenahi şükürler olsun. Allah’ın lutfu inayetidir ki Risale-i Nurlar beni bataklıktan çekip kurtardı. Okuduğum her mesele tahkiki imanı elde etme yolunda attığım bir adımdır.
Hayatımı tahkiki imanı elde etme yolundaki çalışmalarımla geçirdim Elhamdülillah. Ayyaş, kumarbaz arkadaşlarım vardı. Onlar mahvoldular. Tahkiki iman dersleri beni kurtardı, beni Rabbime bağladı. Risale-i Nur yüzlerce soruya cevap verir. Benim hafızam sorularla yüklüdür. Sorularımın bütününün cevabını Risale-i Nurlarda buldum, ikna oldum.
Her insanın bir hizmet sahası vardır. Siz kendi hizmet sahanızı nasıl tanımlıyorsunuz?
Hizmet, İslamiyet’i yaşamaktır. İslamiyet’i yaşamayanın hizmeti yoktur. Ben de gücüm yettiği kadar ülkemde ve yabacı ülkelerde İslamiyet’i yaşamaya çalıştım. İslamiyet’i yaşayarak dinime hizmet ettiğime inanıyorum.
Dünya Bülteni
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.