Hem Evliya, Hem Çelebi; Hem Şair, Hem Nasir,
Mustafa Oral'ın yazısı...
Hüseyin Akın şair ve yazar. Kırk bir yaşında. Şiirler söylüyor, nesirler yazıyor. Dört şiir kitabı yayınlanmış şimdiye kadar:Sevmek, Karanfil ve Kiraz, Ay Tanığım Olsun, Çöl Vaazları, Kumaştan Çalan Terzi. Denemelerinin bir kısmını birkaç yıl önce “Deneme, Yanılma” isimli kitabında toplamıştı. Akın kısa bir süre önce “Kitabım Çıktı Alınmayın” isimli deneme kitabı ile tekrar çıkageldi.
Hüseyin Akın hem şair, hem de nasir (nesir yazarı). İçinde şiir geçen bir cümlede, içinden şiir geçen bir şairin eserinde edebi ürünün türü ne olursa olsun her halükarda belirleyici olan unsur şiirdir. Nesir burada şiire tabir caizse yardım ve yataklık eder. Bunun içindir ki nesir ve şiir alanında ürün veren hemen hiçbir kalem ehli yoktur ki şiiri nesrinin önünde olmasın. Zira has şair için nesir, şiiri şerh eden bir durumu ifade eder. Akın’ın ilk şiirleri nispeten kendini kolay ele veren şiirlerdi. Belki bunlar için fazla şerh gerekmiyordu. Fakat son iki kitabındaki şiirler hayli farklı bir damardan sesleniyor ve kendini kolay ele vermiyor. Bu anlamda Akın’ın “Deneme, Yanılma” ve “Kitabım Çıktı Alınmayın” kitapları son iki kitabının şerhi olarak kabul edilebilir.
Akın şiirinin izleğini imleyen yazılarını “Deneme, Yanılma” isimli kitabında toplamıştı. Burada şiirden yola çıkarak hayatı yorumlamıştı. “Kitabım Çıktı Alınmayın” kitabı ile ise hayattan yola çıkarak şiiri ve şairi yorumluyor.
Şiirde “ağır takılan” Akın, “Kitabım Çıktı Alınmayın”da bazen ironik, bazen de şakacı duruyor. İnsanı kah hüzünlendiriyor, kah gülümsetiyor. Ezberleri bozuyor, ayrıntıdaki güzellikleri ortaya çıkarıyor. Bölünmüş algıları bütünlüyor. Parçalanmış kanıları birleştiriyor. Bir yap-boz gibi duran dünyada taşları yerine oturtmaya çalışıyor. Hayatın bir cümle, cümledeki bütün öğelerin cümlenin cüzleri olduğunu, çoğu kere cüzlerin ıskalandığını hatırlatarak, bazen cümlede var olan öğelerin bilinmesinin yeterli olmayacağının, gizli öznelerin de bilinmesi gerektiğinin altını çiziyor.
Akın kitabında herhangi bir bölümlendirme yapmamış. Buradan bakılınca kitap en azından tematik olarak üçe ayrılabilir: “Şiir ve Şair Yazıları”, “Seyahat Yazıları”, “Öteki Yazılar” veya “Tersten Okumalar”.
Akın “Şiir ve Şair” merkezli yazılarında bazen şiirin ve şairin toplum neznindeki üstün durumlarının, bazen de şiirin ve şairin toplum tarafından “açmaz” olarak görülen hallerinin altını çiziyor. Şu bir gerçektir ki alimde ilim, avamda irfan vardır. Bazen olur ki bir alimin binlerce sayfada anlatamadığı bir meseleyi avamdan birisi bir cümlede özetleyiverir. Bazen öyle olur ki bir kitap dolusu şiir, bir dağ türküsünün yerini tutmaz. Bazen öyle olur ki usta bir şairin ıkına-sıkına söylediği bir yüce hakikati bir çocuk bütün “harbiliği” ile ifşa ediverir. Akın bu yazılarında irfanı ve harbiliği ön plana çıkarıyor. Gizli özneleri irfani dille ifşa ediyor, bazı kesimlerden eleştiri gelmesi pahasına lafını esirgemeden “harbiden” faş ediyor. Bazen “şairimiz şiir dışında olduğundan dolayı şiirlerine bir süre ara vermiştir” diyerek şairin şiirden ve hayattan kopukluğuna vurgu yapıyor. Bazen kırkından sonra yazmanın ne manaya geldiğini sorguluyor. Kırkından sonra yazanı teneşir paklar demiyor, olsa olsa deneme paklar diyor. “Kızım seni şaire vereyim mi?” başlıklı yazısında şairlerin özel hayatlarındaki kimlerince başarısız kabul edilen hallerine vurgu yapıyor ve şair bir babanın bile şaire kızını vermeyeceğinin altını çiziyor. Kimi şairler bu durumu geç de olsa fark etmiş olacaklar ki, Akın bir çok kalem ehlinin yazının her dalında ürün vermeye başlaması gibi, şairlerin de yavaş yavaş başka işler peşinde koşmaya başladıklarını, hikayeler, romanlar yazdıklarını, yetmediği zamanlarda reklam metni yazarlığı yaptığını hatırlatıyor. “Erkekler düzyazı, kadınlar şiir mi?” başlıklı yazısında “Kadından şair olmaz. Zira onun kendisi şiirdir.” mealindeki kabulleri, Lale Müldür’den Hayriye Ünal’a, Nilgün Marmara’dan Nilay Özer’e bir dizi kadın şairi anarak reddediyor. Kitabın sonuna doğru usta şairler Ahmet Haşim’e ve Necip Fazıl’a değinen Akın, kadın erkek, avam havas herkesin bu iki şairden öğrenecek çok şeyi olduğunu ifade ediyor.
“Seyahat Yazıları” olarak nitelenebilecek yazıları “tatil”, “gezmek” ve “seyahat” kavramları üzerine kurulmuş. Bugün hemen hepimiz için tatil eğlenmek anlamına gelir. Bu anlamda gezmek tatilden biraz daha masum. Gezmek insanı bir adım daha kendine yaklaştırır. Hatta iyi bir gezi bir sanat olarak da nitelendirilebilir. Seyahat ise insanı ucu manevi bir yolculuğa çıkan bir ruh halini hatırlatır. Bu ruh hali bizi insanın şu dünya hayatında yolcu olduğu düşüncesine götürür. “Benim bu dünyadaki halim bir yolcunun/seyyahın hali gibidir” dedirtir. Yine hemen hepimizin aklına gezmek ve seyahat denilince şeyahat yazarı Evliya Çelebi’nin Çelebi’si gelir de, Evliya’sı gelmez. Bunun içindir ki, gezeriz, tozarız da, bir türlü yukarıda altını çizdiğimiz irfanı yolculuğu yapamayız. Akın bize bu yazılarında seyahatin sadece bir çelebilik olmadığını, aynı zamanda insanı evliyalığa götüren bir serüven olduğunu hatırlatıyor. Gezmek bir sanattır diyor, gezmenin de bir felsefesi, bir hikmeti olduğuna vurgu yapıyor. Bunu Evliya Çelebi’nin hayatından aldığı pasajlarla destekliyor, çelebiliğin insanı evliyalığa götürebileceğini savunuyor.
Akın “Öteki Yazılar” veya “Tersten Okumalar” tarzındaki yazılarında, bazen, vicdan, insaf ve idrak sahibi hemen her insanın kulağına su kaçıran cinsten hadiselere, bazen de bizi hayret makamına ulaşmaya vesile kılacak durumlara değiniyor. Fukaralığa ve yoksulluğa gönderme yaparak, doğu ülkelerinde insanların ekmek kuyruğuna girdiği bir devirde Amerika’dakilerin laptop bilgisayar sırasına girdiğini hatırlatarak, bir çelişkinin altını çiziyor. Bir başka yerde liberalleşen muhafazakar kesime gönderme yapıyor ve “biz ‘ihya’ okuduk, onlar ihya oldu.” diyerek bir kırılmayı tamire koyuluyor. “Sen mutsuzluğun resmini yapabilir misin Abidin?” isimli yazıda mutluluk üzerine bir dizi kelam serdettikten sonra, asıl olanın böyle bir çağda mutsuzluk/ihya olmamak olduğunu haykırıyor.
Hülasa: Süt kırılınca tereyağ, tereyağdan arta kalanla da lor yapılır. Şiir süt gibidir. Şiir olmayacak mısralar şarkı, şarkı olmayacaklarda nesir yapılır. Bir şey konu ve konum itibarıyla şiir olmayacaksa maharetli bir şair onu şarkı da, nesir de yapabilir. Hüseyin Akın “Kitabım Çıktı Alınmayın” adlı kitabında bunu yapıyor. Şiirden bozma (sağaltma) bir dil ile hayatın içinden gök boşluğuna sesleniyor. İşte tam burada insanın içinden: “Keşke sessizliğe rağmen ilk parantez açılmasaydı ve şerh düşülmeseydi göğe! Keşke her şey gök boşluğunda asılı bir hayret olarak kalsaydı”. demek geçiyor. Belki o zaman anlaşılabilirdi çelebiliğin insanı evliyalığa götürebildiği. Belki o zaman anlaşılabilirdi gerçekten ihya olmanın yolunun “İhya” okumaktan geçtiği.