Heme ost değil, Heme ezost yâni, 'Her şey O değil, belki herşey O'ndandır'

Heme ost değil, Heme ezost yâni, 'Her şey O değil, belki herşey O'ndandır'

Günün Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim

ON SEKİZİNCİ MEKTUP

İKİNCİ MESELE-İ MÜHİMME
...

حَقَۤائِقُ اْلاَشْيَۤاءِ ثَابِتَةٌ 1 cümlesi, onların kaide-i külliyeleridir. Ve Cenâb-ı Hakkın, لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَىْءٌ 2 mazmunu üzere, hiçbir şeyle müşabeheti yok. Tahayyüz ve tecezzîden münezzehtir. Mevcudatla alâkası, Hâlıkıyettir. Ehl-i vahdetü'l-vücudun dedikleri gibi mevcudat evham ve hayalât değil. Görünen eşya dahi Cenâb-ı Hakkın âsârıdır. "Heme ost" değil, "Heme ezost"tur. 3 Çünkü, hadisat ayn-ı kadîm olamaz. Şu meseleyi iki temsille fehme takrib edeceğiz.

Birincisi: Meselâ bir padişah var. O padişahın hâkim-i âdil ismiyle bir adliye dairesi var ki, o ismin cilvesini gösteriyor. Bir ismi de halifedir; bir meşihat ve bir ilmiye dairesi, o ismin mazharıdır. Bir de kumandan-ı âzam ismi var; o isimle devâir-i askeriyede faaliyet gösterir, ordu o ismin mazharıdır.

Şimdi, biri çıksa, dese ki, "O padişah yalnız hâkim-i âdildir; devâir-i adliyeden başka daire yok." O vakit, bilmecburiye, adliye memurları içinde, hakikî değil, itibarî bir surette, meşihat dairesindeki ulemanın evsâfını ve ahvâlini onlara tatbik edip, zıllî ve hayalî bir tarzda, hakiki adliye içinde tebeî ve zıllî bir meşihat dairesi tasavvur edilir. Hem daire-i askeriyeye ait ahval ve muamelâtını, yine farazî bir tarzda, o memurîn-i adliye içinde itibar edip, gayr-ı hakikî bir daire-i askeriye itibar edilir, ve hâkezâ... İşte, şu halde, padişahın hakikî ismi ve hakikî hâkimiyeti, hâkim-i âdil ismidir ve adliyedeki hâkimiyettir. Halife, kumandan-ı âzam, sultan gibi isimleri hakikî değiller, itibarîdirler. Halbuki padişahlık mahiyeti ve saltanat hakikati, bütün isimleri hakikî olarak iktiza eder. Hakikî isimler ise, hakikî daireleri istiyor ve iktiza ediyorlar.

İşte, saltanat-ı ulûhiyet, Rahmân, Rezzâk, Vehhâb, Hallâk, Fa'âl, Kerîm, Rahîm gibi pek çok esmâ-i mukaddeseyi hakikî olarak iktiza ediyor. O hakikî esmâ dahi, hakikî âyineleri iktiza ediyorlar.

Şimdi, ehl-i vahdetü'l-vücud madem لاَ مَوْجُودَ اِلاَّ هُوَ 4 der, hakaik-i eşyayı hayal derecesine indirir. Cenâb-ı Hakkın Vâcibü'l-Vücud ve Mevcud ve Vâhid ve Ehad isimlerinin hakikî cilveleri ve daireleri var. Belki âyineleri, daireleri hakikî olmazsa, hayalî, ademî dahi olsa, onlara zarar etmez. Belki vücud-u hakikînin âyinesinde vücut rengi olmazsa, daha ziyade sâfi ve parlak olur. Fakat, Rahmân, Rezzâk, Kahhâr, Cebbâr, Hallâk gibi isimleri ise, tecellîleri hakikî olmuyor, itibarî oluyor. Halbuki, o esmâlar, mevcut ismi gibi hakikattirler, gölge olamazlar; aslîdirler, tebeî olamazlar.

İşte, Sahabe ve asfiya-i müçtehidîn ve Eimme-i Ehl-i Beyt, حَقَۤائِقُ اْلاَشْيَۤاءِ ثَابِتَةٌ 5 derler ki, Cenâb-ı Hakkın bütün esmâsıyla hakikî bir surette tecelliyâtı var. Bütün eşyanın O'nun icadıyla bir vücud-u ârızîsi vardır. Ve o vücut, çendan Vâcibü'l-Vücudun vücuduna nisbeten gayet zayıf ve kararsız bir zıll, bir gölgedir; fakat hayal değil, vehim değildir. Cenâb-ı Hak, Hallâk ismiyle vücut veriyor ve o vücudu idame ediyor.

Dipnot-1: "Varlıkların sabit birer hakikati vardır." Ömer en-Nesefî, el-Akâid, 1.
Dipnot-2: "Onun benzeri hiçbir şey yoktur." Şûrâ Sûresi, 42:11.
Dipnot-3: Yâni, "Her şey o değil, belki herşey ondandır."
Dipnot-4: O'ndan başka hiçbir mevcut yoktur.
Dipnot-5: "Varlıkların sabit birer hakikati vardır." Ömer en-Nesefî, el-Akâid, 1.

Bediüzzaman Said Nursi
Mektubat