Her eğitimcinin bilmesi gereken beynin 3 özelliği!
Öğretmenler ve okul eğitim yöneticileri beyin hakkında neleri, ne kadar bilmeli?
Beynin nasıl öğrendiği, çalıştığı, değiştiği ve geliştiği konusunda derin çalışmaların yapıldığı dönemde, çelik çomakla oyalanmış bir nesiliz. Şunun şurasında ünlü beyin araştırmacısı ve beyni bölen adam olarak tanınan Nobel Tıp ödüllü Roger Sperry’den bu yana 50-60 yıl geçti. Beyin hakkında çok şeyler öğrenmemize rağmen, beyinle ilgili hazır bulgular ve beyin verilerini henüz okula sokamadığımız gibi, öğrenme-öğretme ortamlarına da yeteri kadar aktaramadık. Öğrenme hakkında öğrendiklerimiz çok fazla olmasına rağmen, okullar çok az değişti.
Bugün bir anket yapsak ve öğretmenlere kendi derslerini öğrencilerin beynine uygun olarak nasıl sunduklarını sorsak, emin olunuz ki, çoğunluğun heybesinde bu soruya verilecek bir cevabın olmadığını üzülerek göreceğiz.
Beyin ve öğrenme konusundaki temel bilgilerin, ülkemizde, okula ve eğitim sistemlerine aktarılamayışının temel nedenlerinden biri, öğretmenlerin bu konuda yeteri kadar bilgi sahibi olmamaları, bilenlerin de bunu nasıl uygulayacağına dair yöntem bilmemesi, daha kötüsü ise bilenlerin de “adam sen de, boş ver!” demeleri gibi sebeplerdir.
Her meslekte olduğu gibi, “iyi” bir öğretmenlikte beynin öğrenme sistemine uygun ders anlatmak ve derse ciddi bir hazırlık yapmayı ve çalışmayı gerektirir.
Her gün sınıfta ders veriyorsanız; bu aslında, okulda daha az yorulmanın bir yoludur ve oklun desteğiyle sınıflarda beyin temelli öğrenmeye ağırlık verilmesiyle gerçekleşebilir.
Öğretme ve öğrenme bilimindeki gelişmeler aslında öğretmenlerin işini kolaylaştırmaktadır. Kendi eğitimimiz nedeniyle her bir sınıfımızı tasarlama ve her bir öğrencimizle çalışma şeklimizde de katlanarak daha iyi olduğumuzu güvenle söyleyebiliriz.
3 Topraklama Prensibi
Peki, öğretmenler ve okul eğitim yöneticileri beyin hakkında neleri, ne kadar bilmeli?
Öğretmenlerin, konu alanlarında ve öğrenci gelişim düzeylerinde az çok uzman olması gerekir.
Zihin, beyin ve eğitim biliminden gelen aşağıdaki üç ilkenin, eğitimcilerin araştırmayı günlük eylemlere çevirebilmeleri için kullanması gereken temeller olduğunu göstermektedir.
İşte bilmemiz gereken 3 bilimsel özellik:
1- Tüm Beyinler Nöroplastiktir.
Nöroplastik, tıpkı genişleyen kâinat gibi, beynin de genişlediği yolundaki bulgulara dayanmaktadır. Beynimiz, çevremize ve deneyimlerimize tepki olarak zamanla değişir ve gelişir. Nöronlar hayatımız boyunca her zaman sürekli bir oluşum içindedir. Kullanıldıkça ve yeni bağlantılar kuruldukça gelişir; kullanılmadıkça da budanır, ölür.
Nöroplastisitenin keşfi, muhtemelen nörobilimin eğitim camiasına ve sınıfta öğretime en önemli katkısıdır.
Böylece, tüm öğretmenler kendilerini “beyin değiştirici” olarak görmelidir. www.yeniegitimdergisi.com web sitenizin mottosunda yer alan “Öğren, Öğret, Değiştir” iddiasının altında yatan sebep de budur. Her öğrenci, okulda öğretmenin beyin liderliği çerçevesinde, kasıtlı uygulamalarla ve olumlu ilişkilerle kolaylıkla öğrenebilir.
2- Duygu ve Biliş İç içe Geçmiştir.
Öğrencilerin aklını kullanarak bilişi geliştireceği yolundaki efsane yıkılmıştır; duyuşsal beceriler ve duygusal boyut katılmadan bilişsel öğrenme de tam olmuyor. Öğrenciler, duygularını, kimliklerini ve tüm zihinsel ve fiziksel benliklerini öğrenmeye doğru yöneltme eğilimindedir. Burada öğrenciye yapılacak en güzel iyilik ona engel olmamaktır.
Örneğin, beynin duygusal merkezi olan amigdala, beynin limbik sisteminin bir parçasıdır; aynı zamanda önemli hafıza merkezlerinden biri olan hipokampusu da içine alır.
Limbik sistem aynı zamanda bilginin beynin üst düzey düşünme bölgesi olan prefrontal kortekse geçiş yoludur.
Bir öğretmen bunu bilmelidir. Bilmezse öğrenciye göre değil, aklına eseni öğretiyor demektir.
Hatta öğrenciler travma, stres ve bunalım yaşadıklarında, kavga, kaçma veya donma tepkisi verirler ve bu da öğrenmeyi imkansız hale getirir.
Mesela sınıfta bağıran, korkunç gözüken, yıldıran, alay eden, küçümseyen; kısacası öğrencinin duygularını tahrip eden öğretmen öğretemez.
Öğretmenler, önce sınıflarında ve okullarında bir aidiyet duygusu geliştirmeli, öğrencilerin duygularını öğrenmeyi desteklemek için işin içine çekmelidirler.
Bu duygusal bağlantı olmadan, öğrencilerin zorlayıcı işlere girişme veya öğrenmelerinin uygunluğunu görme ihtimali yoktur.
3- Öğrenme Stilleri Bir Efsane Miydi? Nöromitler Pedagoji İçin Zararlıdır.
Nöromitler, nöronlarla ilgili ileri sürülen mitlerdir, efsanelerdir.
Zihin, beyin ve eğitim bilimindeki mevcut araştırmalarla uyumlu öğrenme ortamları, öğrenmenin önündeki engellerden biri, nöromitlerin kalıcılığıdır; örneğin “öğrenme stilleri” gibi.
Bir öğrencinin öğrenme stilini belirleyip ona göre ders anlatacağım diye öğrenme stiline yönelik dersler ve değerlendirmeler tasarlıyorsunuz; bu durum öğrencide daha yüksek başarıya yol açmaz, hatta aksine işleri daha da kötüleştirebilir.
Çünkü bir önceki başlıkta da açıkladığımız gibi, çocuk gelişme yaşında olan bir insan yavrusudur. Fiziksel olarak geliştiği gibi, beyin olarak da gelişme aşamasındadır. Eğer, öğrencileri öğrenme stili kategorilerine göre ayırıp ona göre eğitim veriyoruz, derseniz, bu “nöroplastisite” hakkında bildiklerimizle çelişir. Nöroplasitisite hali, beynin sürekli gelişme halidir. Bugün görsel olarak öğrenen bir çocuk, yaş alıp birkaç sınıf ileriye geçtiğinde işitsel veya dokunssallık özellikleri daha baskın hale gelebilir.
Öğretmenler öğrenme stiline saplanıp kalırsa ebeveynleri de bu dar kalıba sokabilirler ve ailelerin, öğrencilerin hangi stilde öğrendikleri konusunda sabit bir zihniyete sahip olmalarına yol açar.
Bu nöromite düşmek yerine, öğretmenler derslerinde birden çok öğrenme yöntem kullanarak derslerini tasarlamalı; bunları öğretilecek içerik için en iyi neyin işe yaradığına göre seçmelidir.
Usul Vüsûldür!
Araştırmalar, bir öğretmenin beynin nasıl öğrendiğinin arkasındaki bilime ilişkin anlayışını artırmanın, gelişmiş öğrenci etkinliğinin yanı sıra öğretmen etkililiğini ve öğretim çeşitliliğini artırdığını göstermektedir (Hardiman ve diğerleri, 2013).
Yine de, ders hazırlıklarında ve okul temelli mesleki gelişimde, öğretmenlerin ve bir eğitim lideri olarak okul müdürlerinin beynin en iyi nasıl öğrendiğine dair temel bir anlayışa sahip olmaları önemlidir. Bu eksiklik eğitimdeki en büyük ironi olabilir.
Bu şuna benzer: Bir kardiyoloğun size şöyle dediğini işitseniz ne dersiniz:
“Seni daha sağlıklı yapmak istiyorum, ama kalple ilgili hiçbir incelemem olmadı.”, sanırım arkanıza bakmadan dışarıya fırlarsınız.
Çok sayıda eğitimci de beyin söz konusu olduğunda şunu söylese: “Sizin harika bir şekilde öğrenmenizi, beyninize uygun yöntemlerle dersimi vermek istiyorum; ancak beyin ve öğrenme hakkında hiçbir bilgim yok” dese ne yaparsınız?
Anadolu pedagojisindeki iki deyişi hatırlamanın yeri geldi: Biri, “usul vüsûldür!” Yani amaca giden yol, gerçekten “yöntem ve teknik” olarak doğru olmalıdır. İkincisi ise, “Yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder…” deyişleridir.
Gerisi size kalmış.
Referans: Hardiman, M., JohnBull, RM ve Rinne, L. (2013). “Mesleki gelişimin öğretmen yeterliği üzerindeki etkileri: Nöro ve bilişsel bilimler hakkındaki bilginin inançları ve uygulamaları nasıl değiştirdiğini keşfetmek.” American Educational Research Association konferansında sunulmuş sözlü bildiriden özetlenerek ve farklılaştırılarak yeniden yazılmıştır.
Yeni Eğitim Dergisi
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.