Senai DEMİRCİ
‘Hikâyedeki sersem adam’ kim?
“Hikâyedeki sersem adamın, o emin arkadaşıyla, üç hakikatleri var. Birincisi: Nefs-i emmârem ile kalbimdir. İkincisi: Felsefe şakirtleriyle Kur'ân-ı Hakîm tilmizleridir. Üçüncüsü: Ümmet-i İslâmiye ile millet-i küfriyedir.”
Onuncu Söz’ün ‘Sûret’lerinden ‘Hakikat’lerine geçerken, karşılıklı tartışma cephelerini gösteriyor Said Nursi. “Fenzur…”/ “Nazar et…” diye başlayan ayetin (Rum, 50) anlamını suret-hakikat arasında gidiş gelişe yoruyor. “Nazar etme”yi, görünenlerin ardına geçerek, ‘sûret’in ardındaki ‘hakikat’e odaklanarak uyguluyor. (Bu önemli: Said Nursî, ‘rahmet eserleri’ne nazar etmeyi ulu orta görmek olarak değil, onların ardını gözetmek olarak anlıyor ve bunu sessizce icra ediyor.) Öteden beri okuyageldiğimiz için alışık olduğumuz, alışık olduğumuz için de bizi şaşırtmayan bu cümleleri yeni bir bakış açısıyla okuyalım. Hep yan yana okuduğumuz bu cümleleri şimdi alt alta koyalım. Her birini diğerinin açıklaması olarak okuyalım. Sersem adam ve emin arkadaşını temsil eden üç cepheyi aynı sütunda sıraladığımızda, sütunun altındaki iki cepheyi dışarıda görüyoruz: Felsefe şakirtleri ile Kur’ân-ı Hakîm tilmizleri. Millet-i küfriye ile ümmet-i İslamiye… Dışarıdaki iki cephe, birinden diğerine geçerken genişliyor ve kalabalıklaşıyor. Sütunun en üstündeki birinci cepheyi ise içeride görüyoruz: “Nefs-i emmare ile kalp” İçerideki cepheyi bir de “nefs-i emmarem ile kalbim” diyerek daha da içeri alıyor Said Nursi.
Yazılan metnin altında bir alt metnin daha aktığını duyuyoruz böylece. “Küfür milleti ve felsefe şakirtlerinin durduğu yer, ‘nefsi emmare’nin durduğu yerdedir. Anlaşılan o ki, ‘nefs-i emmare’ çekirdeğinden filizleniyor dışarıdaki ‘felsefe şakirtleri’ ve ‘millet-i küfriye’ toplulukları. (Buraya da acil bir not düşelim: Said Nursi’nin Kur’ân’ın karşısına koyduğu ‘felsefe’, bugün anladığımız anlamda düşünce disiplini olan ‘felsefe’ ile aynı değildir. Varlığa Yaratıcısız bir açıklama getirmeye çalışan, ‘kendi kendine’ ‘tesadüfen’ ‘doğal olarak’ tezlerini seslendiren seküler yaklaşımdır. Olumlu anlamda felsefe ile ilgilenmeyen biri zaten “Kur’ân-ı Hakîm” ifadesinde ima edilen hikmeti anlayamaz.)
Tekrar edelim: Dışarıda gördüklerimiz içimizden kaynaklanıyor. Nankörlük de iman da içeriden dışarıya doğru büyüyor ve organize oluyor. Şu halde, içimizde karşılığını bulamadığımız ya da içimizdeki tekabülü ile yüzleşmediğimiz sürece, dışarıdaki küffar ile baş etmemiz mümkün değil. Dışarıdan içeriye doğru derinleşiyor küfür… Sütunun diğer tarafında alt alta gelenler ise yeni cümleler kurduruyor bize: “Ümmet” dediğimiz “anaç topluluk” kalpten kök alıyor. Dışarıdaki millet-i küfriye ve ümmet-i İslamiye çarpışması daha büyük dalga boyuyla nefs-i emmare ve kalp arasında geçiyor. İçeride doğru yerde durmayan, dışarıda doğru yerde dursa da, duruşu sahih olmuyor, gerekçesini yitiriyor.
Kalbini nefs-i emmaresinin karşısına koymayanların oluşturduğu topluluk “ümmet” kelimesinin taşıdığı “anaç” anlamını tamamlayamıyor. Kalbini nefs-i emmaresine karşı tutmanın bedelini ödemeyen, sancısını çekmeyen, içten bir merhamet eğilişini gerçekleştiremiyor. İçinde, biri kötü biri iyi iki ‘parça’ taşıdığını inkâr eden, ümmet olmayı ‘ana yüreği’ taşıma sorumluluğu olarak göremiyor. Sorumluluk yerine taraftarlığa sarılıyor, ümmet olmayı, müslümancılığa dönüştürüyor, Müslüman kimliği üzerinden bir taraftarlık başlatıyor.
Kendi parçası olan nefs-i emmare’nin söylemleriyle yüzleşmemişse, kendisini hiç tereddütsüz mümin sayıyor, Müslümanlığını baştan kazanılmış getiri sanıyor, insanî tüm zaaflarını görmezden geliyor. Teslimiyet dediğimiz bitmek bilmez serüveni, iman etmek diye bildiğimiz tatlı heyecanı donduruyor. Tamamlanmış sayıyor kendini. Hatta işi “Kimler cennete gidecek?” demeye vardırıyor, çünkü kendini baştan ve hepten cennette sayıyor.
Siyasal olarak doğru yerde olmanın bedeli kalben doğru yerde olmakla ödeniyor. Kalben doğru yerde olmadan gerçekleşen siyasal duruş başkalarına bedel ödetiyor, bir türlü sahihleşmiyor. ‘Suret’te kalıyor ‘hakikat’e inmiyor.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.