Himmet UÇ
Körleşmek
Canetti çok yönlü körlük yaşayan batı toplumunun trajik bir eleştirisidir. Savaşlar insanlığı sevgiyi, yardımlaşmayı, dini, kardeşliği anlamayan bir topluma çok iyi düşünülmüş bir trajik yönlendirmedir.
Deprem çok yönlü bir körleşmenin tanrısal bir tavırla cezalandırılmasıdır. Roman kahramanı kitapların ve insanlığın toplumu denetleyemediği bir ortamda kitabın da insanın da bir değerinin olmadığını düşünüp kitapları yakar kendi de onların içine katılarak birlikte yanar. Bütün kitabı değerlerin yalan, haram, zina, fuhuş karşısında ayaklar altına alındığı bir toplumda kitabın da insanın da yanmasını bir eleştirel yanı vardır. Canetti'nin kitabı bazı ülkelerde yasaklanır çünkü onlar insan sevgisinden mahrumdur. Nazidir daha başkaları da dejenere olmuştur. Büyük bir coğrafyada 50 milleti idare eden Osmanlı yerine birbiriyle geçinemeyen bir-iki milletin insafsızlığı bu depremi doğurmuştur. Okullar eğitim değil sevişme yeri, eğitim dini değerlerden uzaksa para mabud, bankalar mabedse o toplum bu hareketi davet etmiştir.
Akif “ey millet cehline kurban gidiyorsun” diyor. Öyle değil mi? Bütün bu değerleri bakar kör gibi aşağılayan bir toplum körleşmiştir. Olay körleşmedir cezası da budur.
Körleşme, 'Kitle ve İktidar'ın yazarı Elias Canetti'nin yeni bir kitabı, Türkçeye çevrildi Edebiyatçılar Üzerine. Payel Yayınları'ndan çıkan kitabı Gürsel Aytaç çevirmiş. Canetti, bir Osmanlı yahudisi. 1905'te Bulgaristan'ın Ruscuk kentinde doğmuş. 'Zorunlu göç' vesilesiyle küçük yaşlarından itibaren bir çok ülkeyi gezmiş, oralarda yaşamış. Eserlerini Almanca yazmış. 1981 yılında 76 yaşındayken Nobel Edebiyat Ödülüne layık görülmüş.
Canetti adını dünya edebiyatına mal eden kitap Körleşme'dir. Bu roman yayınlandığında yazarı 26 yaşındadır. Romanın kahramanı Prof Kien, kitaplardan kurulu bir dünyanın adamıdır ve kütüphane raflarının arasında geçen hayatı ona hiç de iyi bir son bahşetmeyecektir. Körleşme, kitap yayınının tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar çok olacağı bir geleceğe düşülmüş tuhaf ve paradoksal bir dipnottur adeta. Yirminci yüzyılın ciğerlerine önceden üflenmiş son nefes gibi. Körleşme'nin ardından gelen Kitle ve İktidar'a uzun yıllarını vermiş Canetti. Bu kitabı çok önemsemiş. Yıllarca süren incelemelerini iki kapak arasına yerleştirdiğinde 55 yaşındadır. Bu kitapla birlikte Canetti adı tarihin sayfaları arasına bir kez daha not edilmiştir.
Edebiyatçılar Üzerine, bir yazarın, bir edebiyatçının kendi benzerleri hakkındaki düşüncelerini merak edenlere zengin açılımlar sağlayacak bir kitap. Yaşadığı çağa sözü olan bir yazarın başka yazarlar hakkındaki düşüncelerinin okunmaya, bilinmeye değer olduğunu, onun kanaatlerinin -bize doğru gelsin ya da gelmesin- ulaşılabilecek kanaat sınırları içinde en çaplısı, en doygunu olduğunu kabul etmek gerekir. Canetti'nin kim olduğu kadar, kimleri nasıl gördüğü de meraka değer bir şeydir.
Hiçbir zeka kendi benzerini tanımakta güçlük çekmez. Kişiliklerin, varoluş biçimlerinin uyumu tatlı bir armoni içinde kendini açığa çıkarır, belirgin kılar. Herkes kendi seviyesindekini açıklık içinde görür. Onu, en kıvamlı noktalarından açımlar ve açıklar. Bir yüksek zekanın kendi benzerlerine ayna olurken açısını konumlandırışındaki müzikal duruş ve uyumluluğun okura kazandıracağı çok şey vardır. Hatanın affedilebilir olduğu tuhaf, garip ve zengin bir açıdır bu. Kitapta yer alan değerlendirmelerin tartışmaya açık tarafı öznel oluşlarıdır. Ama bunun bir önemi olduğunu sanmıyorum. Canetti'nin değerlendirmeler yaparken öznel davranması anlaşılır bir şeydir. Bu tür kitapların en dikkate değer tarafını belki de öznelliğinde aramak gerekir. Başkalarına göre aldığımız konumun ya da onların bize göre aldığı konumun illa da bilimsel bir yanı olması gerekmez. Arı zeka, kendi safiyeti ve dinginliği içinden konuşur. Dünyada kendimizi yerleştirdiğimiz mekan soyut bir mekandır ve ölçülebilir tarafları son derece azdır ya da karmaşıktır. Başkalarını bu karmaşa içinde algılar ve kendi yerlerine oturturuz. Onlara vereceğimiz/verdiğimiz konumun kendi konumumuzla doğrudan bir bağı olduğunu kim inkar edebilir! "Cervantes olmasa, Gogol olmasa, Dostoyevski olmasa, Büchner olmasa ben bir hiçtim: Ateşsiz, köşesiz bir ruh."
Bu ifadeleri sadece bir değerbilirlik olarak görüp geçemeyiz. Daha fazlasıdır. Bu ifadenin özünde, bir 'itiraf'ın ötesine geçen, bir yanıyla aşka benzeyen bir duyuş, bir açımlayış görüyorum ben. Saydığı onca isme rağmen aslında sadece kendisinden bahsediyor Canetti. Zihnimiz, cümle biter bitmez diğer isimlerin hepsini siliyor. Sadece, Canetti'nin bulunduğu yerin fotoğrafı kalıyor gözümüzün önünde. "Bir kaplanın ne olduğunu gerçekten Blake'in şiirini okuduğumdan beri biliyorum."
Bir cümle daha: "Ben Freud olsaydım kendimden kaçardım." Bakılması gerekli olana, ölçülebilir olanı, tanımlanabilir olanı sınırların dışına çıkararak bakıyor. Ölçüsüz ama değerli. Ele avuca gelmez ama okurun zihnini yeknesaklıktan kurtarıcı. Canetti'nin tanımlamalarından yola çıkarak bir yere varmak mümkün değil belki. Ama gidilecek bir çok yerin kavşağında bu tanımlamaların yarattığı imgenin hafifliği, canlılığı, zarafeti ve derinliği duruyor. "Kafka'nın önünde toz toprak içindeyim, Proust beni doyuruyor, Musil benim kafa jimnastiğim."
Bu yaklaşım biçiminin, bu üslubun çerçeveyi kıran hızının, çizgileri belirsizleştiren bulutsuluğunun hoş bir tarafı var. Tanımlamıyor, savuruyor. Kendi varoluşumuza dokunamadığımız gibi başkalarının varoluşuna da dokunamayız. Yokladığımız her gerçeğin altından apansız beliriveren derin boşluğu izaha kalkışmaya gücümüzün yetmediğini kabullenmek gibi bir şeydir bu. Canetti, kendine baktığı aynanın aldatıcı olduğunun farkında. Okurun da bu aldanışa dahil olmasını istiyor. Fotoğrafa bir de negatifinden bakmanın nasıl bir şey olduğunu görmek isteyenler için lazım olan bir aldanışa...
Bir çok yazar, şair, filozof adı geçiyor Edebiyatçılar Üzerine de, ilk çağlardan bugüne kadar; Platon, Ovidius, Dante, Shakespeare, Pascal, Kant, Balzac, Kafka, Joyce... Ama, hepsinin fotoğrafının gerisinde Canetti'yi görüyoruz. Kitap baştan sona kadar Canetti'nin kendisini anlatıyor aslında.
"Octavio Paz'ı....asla bir şair saymadım, ama bir çözümleyici ve bir yergiciydi."
'Güneş Taşı'nı okumuş birinin bu yargıya varmasını anlamakta zorlansak da Canetti'nin açtığı pencerenin, evimizin bir tarafında bulunmasında her zaman yarar var. Başkalarını şekillerden soyutlayarak ve kendi bütünlüğü ve uzaklığı içinde görmenin hafıza ve hakikat arasında bir koridor açacağını ummak yersiz olmasa gerek. Edebiyatçılar Üzerine, -bütün benzerleri gibi- kendi okuruna ulaştığında talihli, her okura ulaştığında talihsiz bir kitaptır
Dünya edebiyatının başyapıtlarından biri olduğu tartışmasız kabul edilen Körleşme, Almanya'da edebiyatın, politikanın kirli gölgeleri altında yitip gitmeye yüz tuttuğu bir dönemde yazılmıştır. Ancak, Elias Canetti kurguladığı zaman ve mekân, kullandığı dil ve üslup, karakterlerindeki soyutlamanın isabetliliği ve bunları aktarmadaki başarısı sayesinde sınırları aşmış, evrenselliğin en üst boyutlarına ulaşmıştır.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.