Hocaefendi'ye dua vefanın gereğidir

Hocaefendi'ye dua vefanın gereğidir

Ne olur Ya Rab! O'na hep rahmetinle muamele et. O'na hayırlı, bereketli, uzun ömürler nasip et. Sıhhat ve afiyet lütfeyle.

Süleyman Sargın'ın Yazısı
   
Huneyn Gazvesi'nin ardından Allah Resûlü, Ensar'dan bazılarının küçük bir meseleden dolayı kendisine biraz kırıldıklarını haber aldı.


Bunun üzerine hemen Ensar'ın bir yerde toplanmasını ve aralarına başka kimsenin de alınmamasını emretti. Ensar toplandı ve Allah Resûlü onlara şu hutbeyi irad buyurdu:

"Ey Ensar topluluğu! Duydum ki gönlünüzde bana karşı bir kırgınlık hâsıl olmuş. Size şunu hatırlatmak isterim; ben geldiğimde, siz dalalet içinde değil miydiniz? Allah benimle sizi hidayete erdirmedi mi?

Ben geldiğimde, siz fakr u zaruret içinde kıvranmıyor muydunuz? Allah benim vesilemle sizi zenginleştirmedi mi?

Ben geldiğimde, siz birbirinize düşman değil miydiniz? Allah benimle sizin kalplerinizi birbirinize ısındırmadı mı?"

Ensar bu sözlere gözyaşları içinde hep bir ağızdan şöyle karşılık verdiler: "Evet, evet Yâ Resûlallah! Minnet Allah'a ve Resûlü'nedir."

Bu hadisede Mü'minlere mazhar oldukları nimetler hatırlatılmıştır. Bu da onlar tarafından kabul ve ikrar edilmiştir.

Bizler asr-ı saadette bulunamadık. Efendiler Efendisi'nin mübarek huzurlarıyla müşerref olup, dizlerinin dibinde oturamadık. Ama bize Allah'ı, Resûlullah'ı, Kur'an'ı hatırlatan ve bütün güzellikleri öğreten kutlu insanlar tanıdık. Bu sebeple mazhar olduğumuz nimetleri yâd etmek ve dualarımızda o kutlulara yer vermek hem bir tahdis-i nimettir hem de vefamızın gereğidir:

"Yâ İlahel âlemin ve Yâ Ekramel ekramîn!

Bizler Sen'in ve Habib-i edibinin unutturulduğu karanlık bir devirde yetiştik. Maddeciliğin dört bir yanı karabasan gibi sardığı, anarşinin sokakların hâkim rengi haline geldiği, dinin adeta bir folklor gibi yaşandığı garip bir dünyada neş'et ettik. Sen bize lütfunla, kereminle yolumuzu aydınlatacak kutlu bir Rehber gönderdin.

O bize Seni, Kitab'ını ve Resûl-i Ekrem'ini tanıttı. Pozitivizimle ağır hasar görmüş kalplerimize ve kafalarımıza Pîr-i Mugân'ın eşsiz külliyatını ve tevhid delillerini nakşetti. Kur'an'ı asrın idrakine söyleten o nadide eserleri ve eserlerin büyük müellifini biz O'nunla tanıdık.

Efendimiz'in "İnsanlığın İftihar Tablosu" olduğunu O'ndan öğrendik. Nebiler Serveri'nin hicranını bize ilk anlatan O'ydu. Camileri lebalep dolduran hüşyar gönüller, O'nun irşadıyla Allah Resûlü'nün aralarında gezdiğini müşahede ettiler. Rahmet Peygamberi'ni, saçlarını okşarken, sırtlarını sıvazlarken gördüler. Hıçkırıklar arasında yükselen "Ne zaman geleceksin Yâ Resûlallah!" feryatları, gönüllerde O'nun yeşerttiği duygunun tezahürüydü.

Saadet asrının muhteşem tablolarını kürsüden ve minberden tıpkı bir sinema ekranı gibi gözümüzde ve gönlümüzde O canlandırdı. Sinelerimize Sahabe sevgisini O nakşetti. Hamza'nın yiğitliğini, Hz. Ali'nin şecaatini, Hz. Ebû Bekir'in sadakatini, Hz. Ömer'in adaletini O'ndan dinledik. Hz. Osman'ın nasıl bir haya insanı olduğunu anlatırken kendisi de kürsüde buram buram terliyordu.

Mus'ab'ın kütükte doğranan et gibi nasıl şehit edildiğini, Hz. Enes'in savaştan sonra ancak parmaklarının ucundan tanınabildiğini, Abdullah ibn Cahş'ın kahramanlıklarını ilk defa O'ndan duyduk. Nesibe'nin harp meydanında nasıl bir tayfun gibi estiğini, Sümeyye'nin şehadetini, büyük kadın Hz. Hatice'nin fedakârlıklarını, Hz. Fatıma annemizin çilesini ve hasretini de anlatan O'ydu. Bilal'in okuyamadığı ezanını, Ebû Akîl destanını gözyaşları içinde dinlemiştik. "Yâ lel-ensâr!" nidaları yürekleri hoplatırken, cemaatle birlikte cami duvarları da gözyaşlarına boğuluyordu.

Ya Rabbi! Biz o Rehber ü Rehnüma-mız'dan fedakârlığı, cömertliği, hasbiliği, diğerkâmlığı, şefkati, re'feti, mülâyemeti öğrendik. Abdurrahman b. Avf'ın, Hz. Osman'ın nasıl hesapsız infakta bulunduklarını dinlerken derin muhasebelere daldık. Hz. Ebubekir'in malının tamamını getirip nasıl verdiğini belki hâlâ anlayamadık ama Allah yolunda infak etmenin cami çıkışında verilen küçük sadakalardan ibaret olmadığını anladık. "Himmet" ilk defa O'nun sayesinde girdi hayatımıza.

Mefkûre insanı olmayı öğretti bize. Bunu yaparken bizi tarihimizle barıştırdı. Bize Selçukluları, Osmanlıları O sevdirdi. Nasıl şanlı bir tarihimiz olduğunu, o tarihin şeref levhalarını dinleyerek anladık. Şark'ın şanlı sultanı Selahaddin'i, Osman Gazi'yi, Ertuğrul Gazi'yi, Alparslan'ı, Hz. Fatih'i, Yavuz Sultan Selim Han'ı, Abdülhamit Cennet-mekân'ı adlarının sonuna "aleyhi'r-rahmetü ve'l-ğufran" ekleyerek dinledik. "Yaşatmak için yaşamak" olarak özetledi mefkûremizi. "İnsanlarla Allah arasındaki engelleri kaldırıp onları Rabbileriyle buluşturmak" olarak tarif etti vazifemizi. Bunun için anadan, yardan, vatandan ve arkadaştan geçmek gerektiğini belletti milyonlarca yüreğe. Bunun adını da "adanmışlık" koydu.

İslam'ın sevgi ve merhamet dini olduğunu anlattı yılmadan, yorulmadan. Her türlü şiddete, anarşiye, teröre ve kanunsuzluğa İslam'ın kapalı olduğunu kalplerimize ve kafalarımıza kazıdı. Başkaları için yaşamanın lezzetini tattırdı bize.

Selefe saygıyı da O'nda gördük biz. Edebin, terbiyenin ne olduğunu ilk O gösterdi. Allah Resûlü'nün mübarek adını her andığında yerinden doğrulan O'ydu. Sahabeden, tabiûndan ve selef-i salihinden bahsederken kelimeleri nasıl hassasiyetle seçtiğine şahit olduk her seferinde.

İlmin tek başına hiçbir anlam ifade etmediğini, mefkûre insanı olmak ve yaşatmak için yaşamak lazım geldiğini öğretti.

Tevazuun ne olduğunu O'nda gördük. "Hiç" olmayı, "sıfır" olmayı, Allah karşısında konumumuzun ne olduğunu O hatırlattı. Gecelerin içindeki sırlardan bahsetti bize. Dua dua yalvarmayı, kasıkları çatlarcasına dua etmeyi, seccadelerde kıvranmayı anlattı, anlatıyor. Bize "teheccüd"ü O öğretti, gözyaşı gerçeğiyle O'nun sayesinde tanıştık. O'nu tanıdıktan sonra "Erkek adam ağlar" demeye başladık. Burnumuzun kemikleri O'nu tanıdıktan sonra sızlar oldu.

Ya Rabbi! Biz O'nun ilmine, irfanına, ameline, aksiyonuna, heyecanına, gözyaşına, milleti ve tüm insanlık için çektiği ızdıraba, uykusuz gecelerine, kulluktaki derinliğine, dilinden düşmeyen dualarına, kul hakkına karşı hassasiyetine, sevgisine, şefkatine, vefasına, merhametine, keremine, cömertliğine, adaletine ve daha nice güzelliklerine şahit olduk.

Buhranlar anaforundaki insanın, yitirilmiş cennetini nasıl kazanacağına dair ümitlerimizi o yeşertti. Zamanın altın dilimini anlatırken örnekleri kendinden bir hareketin öncülüğünü yaptı. Asrın getirdiği tereddütlerle boğuşan insanımızı inancın gölgesinde korumaya aldı ve ona kalbin zümrüt tepelerine giden yolu gösterdi.

Ne olur Ya Rab! O'na hep rahmetinle muamele et. O'na hayırlı, bereketli, uzun ömürler nasip et. Sıhhat ve afiyet lütfeyle. Kendisine yakîn-i tâm, ihlâs-ı etem ve zühd-ü tâm ihsan eyle. Bulunduğu her zaman ve mekânda O'nu rûhu'l-kudüs'le te'yid buyur. Her türlü insî ve cinnî şeytanın, amansız düşmanların hilelerinden, tuzaklarından, komplolarından, iftiralarından ve kötülüklerinden O'nu muhafaza eyle. Münafıkların nifakından, hainlerin ihanetinden sıyanet buyur. Dünyada ve ahirette bizi bir an bile O'ndan cüdâ eyleme. Kalbî irtibatımızı kuvvetlendir. O'nu daha iyi anlamayı, söylediklerini idrak etmeyi ve gereğince amel etmeyi bizlere nasip eyle. Hissiyatına, derdine, ızdırabına ortak olabilme şuuruna bizleri ulaştır. Gösterdiği istikamette son anımıza kadar koşmayı, ahirette ve Cennet'te O'nun yanında Efendiler Efendisi'ne (sallallahu aleyhi ve sellem) komşu olmayı bize nasip eyle.

Ey Rabbimiz! Biz O'ndan razıyız, Sen de razı ol. Biz şahidiz Sen de şahit ol. Âmin."

*İki sene evvel yine bu köşede yayınlanan bu yazıyı maslahata binaen tekrar yayınlamayı uygun gördük. Rabbim vefadan, sadakatten ve dua duygusundan bizleri ayırmasın.


Zaman