Hoş geçinmek kılıfına bürünmüş adavet

Merhamet ve muhabbetin bir tezahürü de, mü’min kardeşine karşı yapılması gereken vazifeleri yerine getirmektir. Bu vazife sadece yardım, iyilik, üzüntü ve acısını paylaşmak anlamında değildir. Muhabbetin gereği olarak mü’min kardeşinin yaptığı bir hata, yanlış, günaha karşı, takınılması gereken tavrı takınmak, ikaz etmek, onu o münkerattan vaz geçirme ceht ve gayretinde bulunmak da hakiki muhabbetin bir gereğidir.

Allah’a inanan her ferdin Allah katında mü’min kabul edilebilmesinin ve mü’min kalabilmesinin garantisi, farz-ı ayn olan, tebliği vazifesini ifa etmektir.

Risale-i Nur hizmetinde de her nur talebesinin vazifesi, kendi imanını kurtarmakla beraber başkalarının imanının kurtulmasına vesile olmak ve imanlarına kuvvet verecek tarzda bir yaşantı sürmektir. Zaten mesleğimizin esası hıllettir. Bu da ‘en yakın dost, en civanmert kardeş, en fedakar arkadaş, en takdir edici yoldaş’ olmayı gerekli kılan bir hizmet tarzıdır. Mü’minler taşıdıkları iman, İslamiyet ve insaniyetin bir gereği olarak, birbirlerine muhabbetli olmaları zaruridir. Muhabbetin de bir kalpte bulunduğunun göstergesi, adavet sebebi olabilecek hallerle karşılaştığı zaman acımak suretinde şefkatle muameledir. Ehl-i imanın birbirine takınacağı vaziyet bu olmalıdır.

Bir kalpte adavet hisleri hakimse, o zaman da muhabbet mümaşaat (hoş geçinme), karışmamak ve zahiren dost olmak suretine döner. (Hutbe-i Şamiye)
Bediüzzaman’ın bu tespitinde dikkat çeken önemli bir nokta, mü’minler birbirlerine karşı yapmış oldukları hata ve günahlar neticesinde hoş görünmek adına, birbirine karışmıyor ve zahiren dost gibi görünüyorlarsa, bu hakiki anlamda muhabbetin olmadığının, tam tersine adavetten ve bencillikten doğan bir tavır olduğunun tespitidir. Konunun devamında dikkat çeken ikinci bir tespit ise, bu tavırların ehl-i imana değil, tecavüz etmeyen ehl-i dalalete karşı gösterilmesi gerekliliğidir.

İşte bu tespitlerden yola çıktığımızda, mü’min insanların işledikleri günah ve hatalara karşı susmalar, hoş geçinmek adına karışmamalar, sosyal hayat için tam bir felakettir. Ve bu davranış, aynı zamanda adavetin de ta kendisidir. Çünkü Allah mü’minlerin birbirlerine karşı, emr-i bil mağruf nehy-i anil münker vazifesini yapmasını farz-ı ayn kılmıştır.

İşlenen günah ve kötülüklere karşı susmak, karışmamak hali, toplum içinde çok yaygın olarak tepkisizlik ve duyarsızlık olarak tezahür etmektedir. Temelinde adavet hisleri ve bencilliğin olduğu bu davranış, maddi menfaatleri uğruna dünyayı ayağa kaldıran, fakat mü’min kardeşinin ve cemiyetin selameti için kılını kıpırdatmayan, nemelazımcı mü’min tiplerini oraya çıkarmıştır. Bu ise, İslamiyet hakikatlerine uymayan bir tavırdır. Çünkü Peygamber efendimiz (a.s.m), “Münkerat karşısında susup ve bizzat onu teşvik ettiğiniz gün vay halinize!” buyurmuşlardır.

Hatta bugün bazı Müslümanlar, dilsiz şeytanlık anlamında olan bu tutum ve davranışları telkin etmektedirler. Evet, susmak çoğu yerde iyidir, fakat hak ve hakikatin söylenmesi gereken yerde susulması, hakikate cinayettir.

Resulullah (a.s.m), “Bir topluluk günah işler ve aralarında onları bu günahtan men etmeye muktedir kimseler vardır da, bu görevi yapmazlarsa, onların üzerine Allah katından bir bela gelmesi kaçınılmazdır.” buyurmuştur. Dolayısıyla geçmişte helak olan ümmetlerin içerisinde de, hiç şüphesiz âbid insanlar mevcuttu. Fakat helaktan kurtulamamışlardır. Çünkü onlar günahlar işlenirken, sadece kendilerini muhafaza altına almayı düşünüp, başkalarına karışmayan insanlar olduğu için, gelen umumi musibetten nasiplerini almışlardır.

Bugün ülkenin yaşadığı felaketlerin arkasında da, ehl-i imanın bu yanlış tavırları olması muhtemeldir. Çünkü felaketlere maruz kalanların içinde hiç şüphesiz namaz kılan, oruç tutan yüzlerce insan mevcuttur. Fakat emr-i bil maruf nehy-i anil münker vazifesindeki ihmal bu şekilde kaderî fetvayı verdirmiş ve musibeti umumileştirmiştir.

Hud suresi 11. Ayette, “Halkı ıslah edici olduğu halde, Rabbin haksızlıkla memleketleri helak etmez” buyrulmuştur. Yani, hakiki bir muhabbetin yansıması olarak, bir yerde iyiliği emredip, kötülüğü nehyeden insanlar varsa, Allah o bölge halkını semavi ve arzî bütün felaketlerden koruyacaktır.

Hasılı, nemelazımcılıktan, duyarsızlık ve tepkisizlikten, hoş geçinmek adına karışmamaklıktan kurtulmadıkça, maddi ve manevi felaketlerin gelmesi kaçınılmazdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum