Niyazi BEKİ
Hoşgörü ve ötekileştirmeme varlıkta sevgi yansımaları
Sevginin Kaynağı
Kâinatta mevcut gerçek sevginin kaynağı, onu var eden yaratıcının kendisidir. Her sanat üslubu, onu yapan sanatkârın şahsiyetinin bir nevi tezahürüdür.
Hem seven hem sevilen anlamına gelen “Vedûd” ismi, bu sevginin kaynağıdır. Aşk ayağıyla seyr-u sulûk eden evliyanın, özellikle bu ismi zikirlerine virt edinmelerinin hikmeti de budur.
Şüphesiz bir sanatın sevilmesi için, onun sevilmeye layık donanımlara sahip olması gerekir. Bu ise, her şeyi hikmetli yapan “Hakîm” isminin de devreye girmesiyle mümkündür. Ayrıca o hikmetli sanatın hep güzel olarak yoluna devam etmesi için, onunla yakından ilgilenen, merhametle kucaklayan, sonsuz şefkat sahibi “Rahîm” bir Rabb’e ihtiyaç vardır. İşte kâinatın muktedir hükümdarı olan yüce yaratıcının, “Vedûd”, Hakîm” ve “Rahîm” ismi, kucakladığı içindir ki, kâinat bu kadar sevimli bir sanat tablosu olarak varlık sahnesinde yer alabilmiştir.
Allah Sevgisi Kur’an ve Sünnete Tabi Olmakla Kendini Gösterir
قل ان كنتم تحبون الله فَاتَّبِعُونِى يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ
"(Resûlüm) de ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir." (Al-i İmran, 3/31) mealindeki ayette bu gerçeğin altı çizilmiştir.
Bu âyet, mantıkî bir istidlâl metodu içerisinde meseleyi arz etmektedir. Buna göre âyet şöyle demek istiyor: Allah'a inancınız varsa, elbette Allah'ı seveceksiniz. Mademki seviyorsunuz, o halde onun sevdiği tarzı yapacaksınız. Bunu da Allah'ın tarzını beğendiği, "Şüphesiz sen yüce bir ahlâk üzeresin" diyerek övdüğü ve sevdiği zâta benzemekle gerçekleştireceksiniz. Ona benzemek ise, mümkün olan her konuda ona tabi olmaktır. Bu taktirde Allah da sizi sevecektir. Zâten Allah'ı sevmekten maksadınız da Allah'ın sevgisini kazanmaktır(58 Nursi, Lem'alar, 57)
من بنده قرآنم اگر جان دارم / من خاک ره محمد مختارم
گرنقل کند جز این کس از گفتارم / بیزارم از او و از سخن بیزارم
من بنده شدم بنده شدم بنده شدم/من بنده بخجلت بسر افکنده شدم
هر بنده شود شاد که آزاد شود/من شاد ازانمکه ترا بنده شدم
حضرت مولانا
يَكِى خَواهْ يَكِى خَوانْ يَكِى جُوىْ يَكِى بِينْ يَكِى دَانْ يَكِى گُوىْ
مولانا جامي
- Yani: Yalnız biri iste, başkaları istenmeye değmiyor.
- Biri çağır, başkaları imdada gelmiyor
- Biri taleb et, başkalar lâyık değiller.
-Biri gör, başkalar her vakit görünmüyorlar, zeval perdesinde saklanıyorlar.
- Biri bil, marifetine yardım etmeyen başka bilmekler faidesizdir.
- Biri söyle, ona aid olmayan sözler malayani sayılabilir.
نَعَمْ صَدَقْتَ اَىْ جَامِى هُوَ الْمَطْلُوبُ هُوَ الْمَحْبُوبُ هُوَ الْمَقْصُودُ هُوَ الْمَعْبُودُ
كِه لاَ اِلهَ اِلاَّ هُو بَرَابَرْ مِيزَنَدْ عَالَمْ
Evet Câmî pek doğru söyledin. Hakikî mahbub, hakikî matlub, hakikî maksud, hakikî mabud; yalnız odur. Ki âlem baştanbaşa kelime-i tevhidi zikredip duruyor. (Sözler,217 - 218 )
Sevginin Ölçüsü
Sevginin zayıf veya güçlü olması, sevdalı olduğunu iddia edenin samimiyeti ile doğru orantılıdır. Gerçek sevginin ölçüsü, onun barındırdığı dinamik enerji, pozitif sinerji ve potansiyel gücüdür. Hakikî sevgi, Hak ismine dayandığı için, “Hak daima üstündür, alt edilemez” () mealindeki hadis-i şerifin işaret ettiği bir konuma sahiptir. Sarp dağların engel olamadığı Ferhatların aslanlar gibi yürüyüşü, vahşi kurak çöllerin acımasız tavrı karşısında hiç istifini bozmayan Mecnunların bu akıl almaz duruşu, ancak bir aşkın gücü ile izah edilebilir.
Aşk: Yoğunluk Kazanmış Bir Temayüldür.
Öyle anlaşılıyor ki, varlığın tabiatında ki aşk da Yusuf’un aşkı türündendir.
Çünkü varlığın fıtratı aşkla yoğrulmuş olarak, Fatır-ı hakikînin aşkını yansıtmaktadır. Aşk, yoğunluk kazanmış temayüllerin zirve noktasıdır.
Her türlü kemal sıfatları ile muttasıf olan yüce Yaratıcı, kâinatı bir tekâmül kanununa bağlamış, bütün varlıklar için – her birinin kabiliyetine uygun- bir zirve noktası belirlemiştir. Atomdan galaksilere kadar, her şeyin durmadan hareket etmesi, belli bir gayeye doğru koşması, bu ilâhî tekvînî emrin bir yansımasıdır. Diğer bir ifadeyle, bu koşuşturmalar, Fatır-ı Hakîm tarafından eşyanın fıtratına derç edilen aşkın tezahürüdür. Tespit edilen zirve noktası, bu koşuşturmaların cazibe merkezi olan bir maşuktur. Bu aşk-ı tabiî/veya aşk-ı kimyevînin hükümran olduğu ontolojik sahnede yer alan har varlık bir mecnun, her zirve noktası (nokta-i kemaliye) ise, bir Leylâ’dır.
قصة الأصمعي مع البدوي العاشق
قال الأصمعي
بينما أنا أسير في الباديه ،
إذ مررت بحجر مكتوب عليه هذا البيت:
أيا معشر العشاق بالله اخبروا / إذا حل عشق بالفتى كيف يصنع
فكتبت تحته:
يداري هواه ثم يكتم سره / ويخشع في كل الأمور ويخضع
ثم عدت في اليوم الثاني فوجدت مكتوبا تحته:
فكيف يداري والهوى قاتل الفتى / وفي كل يوم قلبه يتقطع
فكتبت تحته:
إذا لم يجد صبرا لكتمان سره / فليس له شي سوى الموت أنفع
ثم عدت في اليوم الثالث فوجدت شابا ملقى تحت ذلك الحجر ميتا.
وقد كتب قبل موته:
"سمعنا أطعنا ثم متنا فبلغوا / سلامي على من كان للوصل يمنع"
هـنيئا لأرباب النعيم نعيمهـــــــــم / وللعــــاشق المسكين ما يتجـــرع
Makro Ve Mikro Âlemdeki Aşk
Bu aşkın makro âlemdeki en büyük bir temsilcisi, güneş sistemi olduğu gibi; mikro âlemdeki temsilcisi de, atom sistemidir.
Belli bir sıcaklık noktasında, suyun bütün molekülleri semaa kalkar ve bu cezbe/cazibe ile kendinden geçer. Kendi vücudunu buharlaştırma uğrana da olsa, bu sevdadan vazgeçmez.
Evet; “Fıtrat yalan söylemez. Mesela: Bir çekirdekteki meyelan-ı numuvv der ki: ‘Sümbülleneceğim, meyve vereceğim.’ Doğru söyler. Mesela: Yumurtada bir meyelan-ı hayat var. Der: ‘Piliç olacağım.’ Biiznillah olur. Doğru söyler. Mesela: Bir avuç su, incimad ile meyelan-ı inbisatı der: ‘Fazla yer tutacağım.’ Metin demir onu yalancı çıkaramaz. Sözünün doğruluğu demiri parçalar” (Mesnevî, 254).
Allah İçin Sevmek, Allah İçin buğz etmek
Bir müminin ferdî ve içtimaî hayatında bu iki prensibin önemi tartışmasızdır. Sevgi ve nefret duygularını gerçek hedeflerine kanalize edecek, nefsin aşırı kaprislerini frenleyecek tek yol, Allah’ın rızasını esas alan bu prensiplerdir. Ne var ki, tarih boyunca “vasat ümmet/dosdoğru yolu takip eden millet” olarak adlandırılan bu ümmetin belki büyük bir kısmı, bu iki prensip arasında olması gereken dengeyi kuramayıp, sevginin aleyhine işleyen bir nefret örgüsünün içine girmişlerdir. Nerdeyse hayatlarında “el-buğdu fillah=Allah için kızmak” düsturuna % 80-90 oranında yer verirken, “el_hubbu fillah=Allah için sevmek” düsturuna ancak % 10 yer ayırmışlardır. Halbuki bu manzara, “sevdirin, nefret ettirmeyin” şeklindeki nebevî prensibe de aykırıdır.
Masum sıfatlara kin beslemek cinayettir.
Risale-i Nur’da, reform denecek düzeyde “Hiç kimse başkasının suçundan sorumlu tutulamaz” mealindeki ayetin manasını, şahıslar yanında şahsiyetlere de teşmil etmek suretiyle toplamsal barışın tahkim edilmesi yolunda önemli bir ölçü ortaya konmuştur. Buna göre, bir gemide yüz cani bulunsa, bir tek masum olsa, o gemi hiçbir kanun-u adaletle batırılmaz. Bunun gibi, Bir insanın cani sıfatları yüzünden, onun masum olan sıfatlarını da mahkûm etmek, sevilmeye değer olan bu sıfatlarına düşmanlık beslemek de çok çirkin bir zulümdür. (Mektubat, 263)
“Ey mü'mine kin ve adavet besleyen insafsız adam! Nasılki sen bir gemide veya bir hanede bulunsan, seninle beraber dokuz masum ile bir câni var. O gemiyi gark ve o haneyi ihrak etmeye çalışan bir adamın, ne derece zulmettiğini bilirsin. Ve zalimliğini, semavata işittirecek derecede bağıracaksın. Hattâ bir tek masum, dokuz câni olsa; yine o gemi hiç bir kanun-u adaletle batırılmaz.
Aynen öyle de: Sen, bir hane-i Rabbaniye ve bir sefine-i İlahiye olan bir mü'minin vücudunda iman ve İslâmiyet ve komşuluk gibi dokuz değil, belki yirmi sıfât-ı masume varken; sana muzır olan ve hoşuna gitmeyen bir câni sıfatı yüzünden ona kin ve adavet bağlamakla, o hane-i maneviye-i vücudun manen gark ve ihrakına, tahrib ve batmasına teşebbüs veya arzu etmen, onun gibi şeni' ve gaddar bir zulümdür…
Ey insafsız adam! Şimdi bak ki: Mü'min kardeşine kin ve adavet ne kadar zulümdür. Çünki nasılki sen âdi küçük taşları, Kâ'be'den daha ehemmiyetli ve Cebel-i Uhud'dan daha büyük desen, çirkin bir akılsızlık edersin. Aynen öyle de: Kâ'be hürmetinde olan iman ve Cebel-i Uhud azametinde olan İslâmiyet gibi çok evsaf-ı İslâmiye; muhabbeti ve ittifakı istediği halde, mü'mine karşı adavete sebebiyet veren ve âdi taşlar hükmünde olan bazı kusuratı, iman ve İslâmiyete tercih etmek, o derece insafsızlık ve akılsızlık ve pek büyük bir zulüm olduğunu aklın varsa anlarsın!(Mektubat , 263 )
Bir hadis rivayetine göre, Peygamberimiz (a.s.m) Kâbe’ye bakarken şöyle demiştir:
“Kuşkusuz Allah seni çok şerefli, çok mükerrem/ hürmetli, çok azametli kılmıştır; fakat mümin senden daha hürmetli/daha saygı değerdir”(İbn Mace, Fiten,2; Mecmau’z-zevaid, 1/81).
كعبه بنياد خليل آذر است
دل نظرگاه خليل اكبر است
Sosyal huzuru sağlayan bir faktör olarak Sevgi- Saygı
Yumuşak Davranmak
فبما رحمة من الله لنت لهم...
“İnsanlara yumuşak davranman da Allah’ın merhametinin eseridir. Eğer katı yürekli, kaba biri olsaydın, insanlar senin etrafından dağılıverirlerdi. Öyleyse onların kusurlarını affet, onlar için mağfiret dile ve işleri onlarla müşavere et! Bir kere de azmettin mi, yalnız Allah’a tevekkül et! Allah muhakkak ki Kendisine dayanıp güvenenleri sever.”(Al-i İmran, 3/159).
Kötülüğü İyilikle Defetmek
ادفع بالتي هي احسن فاذا الذي بينك و بينه عداوة كانه وليّ حميم
“İyilikle kötülük bir olmaz. (Sen kötülüğü) en güzel şekilde sav. O zaman (bakarsın ki) seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost oluvermiş. Bu (kötülüğü iyilikle savma olgunluğu)na ancak sabredenler kavuşturulur. Buna ancak (hayırdan) büyük pay sahibi olan kimse kavuşturulur.”(Fussilet 34-35)
Ailede huzur ve güven ortamını sağlayan faktörlerin başında şüphesiz eşler ve bireyler arasında karşılıklı saygı ve sevgi gelir.
Büyük bir aile olan cemiyetin ve cemaatin huzuru da, bireyler arasındaki karşılıklı sevgi- saygı faktörüne bağlı olarak artar.
Ocakta Sevgi, Muhabbet kaynamalıdır
Sevgi, muhabbet kaynar, yanar ocağımızda
Bülbüller şevkle gelir, gül açar bağımızda
Hırslar, kinler yok olur, aşkla meydanımızda
Aslanlarla ceylanlar dosttur kucağımızda
(Hacı Bayram-ı Veli, Diyanet Dergisi 162, Haziran 2004,15)
Sevgi, gerçekten kin, nefret, gurur, bencillik, inat, hıyanet gibi kötü huyların yok olup gitmesine, onların yerine, samimiyet, fedakârlık, tevazu, sadakat, hasbilik gibi ülvi duyguların yeşermesine zemin hazırlar.
Yine bir arap şairinin ifade ettiği gibi,
(و عين الرضي عن كل عيب كليلة/ ولكن عين السخط تبدي المساويا) Rıza gözü, sevgi gözü sevgilinin kusurlarını görmezlikten gelir. Sevgi yerine kızgınlığın, antipatinin hakim olduğu bir kimsenin gözü bir büyüteç görevini üstlenir. En küçük bir kusuru, mikroskopla ancak görüle bilen bir bulguyu ortaya çıkarmada pek mahirdir.
İsterseniz sevgiyi, aşkı, işin ehline soralım; Mevlana’ya soralım. O şöyle der:
“Aşk nedir? Bilmiyorsan gecelere sor. Şu sapsarı yüzlere, şu kupkuru dudaklara sor. Can, aşktan binlerce edep öğrenmede, öylesine edepler ki..”
باز آ باز آ هر آنچه هستی باز/ آ گر کافر و گبر و بتپرستی باز آ
این درگه ما درگه نومیدی نیست / صد بار اگر توبه شکستی باز آ
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.