Mehmet Ali KAYA

Mehmet Ali KAYA

Hüküm ve hâkimiyet meselesi

Yüce Allah kâinatın yaratıcısı olup hüküm ve hâkimiyet sahibidir ve Allah’tan başka hüküm ve hakimieyet sahibi yoktur. Her konuda kanununu koymuş ve mahlûkatın onun hükümlerine boyun eğmesi dışında yapacağı hiçbir şeyi yoktur. Her şey ona boyun eğmeye hükmüne ram olmaya mahkûmdur. İzzet sahibi Allah’tır; her şey onun karşısında zelildir ve ister istemez hükmüne boyun eğmek mecburiyetindedir. Bunun zıddı düşünülemez.

Allah'ın iki nevi hükmü ve şeriatı vardır. Birincisi, tekvini şeriatıdır ki İrade ve kudretinin eseri olan bütün tabiat, fizik kanunları Allah'ın iradesinin eseri olup kudreti ile hareket ederler. İnsan ve insan dışındaki bütün varlıkların bunlara muhalif hareket etmesi muhaldir ve akıl haricidir. Varlıklar bu kanunları keşfederek ona uygun davranarak varlıklarını devam ettirir ve gelişimlerini temin eder. Bu tekvini kanunlara uymayanlar dünyada hemen cezalarını çekerler. İkincisi Allah'ın Kelam sıfatının gereği olan teşrii kanunları vardır ki bunlar emir ve neyih kapsamında olup kullarından istediği ve kulların da bunlara uyup uymama konusunda hür bıraktığı kanunlarıdır. Allah kullarına emretmiş ve nehyetmiştir, uyup uymama konusunda hür ve serbest bırakmıştır. Uyanların mükâfatı ve uymayanların cezalarını ise ahrete ikinci dirilişe ertelemiştir.

Kulun Allah'ın kelamı ile emredip nehyettiği hususlardaki emir ve yasaklarını aykırı davranması Allah'ın hükmüne aykırıdır; ancak hâkimiyetine aykırı değildir. Çünkü hikmeti gereği insana hürriyet ve yetki vererek emrine muhalefet edip etmemede hür bırakan Allah’tır. Bu Allah'ın hâkimiyetine muhalif değil, yine hükmüne uygun ve hâkimiyeti dairesinde bir davranış biçimidir. Allah'ın bunlarda bilmediğimiz nice hikmetleri vardır. Cennet adamlar istediği gibi, cehennem de adamlar ister. Her ikisini yaratan ve insanların buralara girmesini isteyen allah’tır. Ancak cennete girmek liyakat gerektirdiği için ona layık olmayanı elbette almayacaktır. Bunun için liyakatin tesbiti gerekir, bu da sınvalarla olur. Sınav ise emredilenin yapılması, yasaklanandan kaçınması ile kazanılır. Bu nedenle Allah'ın emrine uymayan ve nehyine itibar etmeyen Allah'ın rızasını kazanamaz ve razı olduklarını alacağı cennete giremez. Yine Allah'ın kendisi için hazırladığı cehenneme girmeyi hak eder. Cennete ve cehenneme girmek kul açısından ceza ve mükâfat olur; ancak Allah'ın hükmetine ve hâkimiyetine uygun olmuş olur. Her ikisinde de hüküm ve hâkimiyet sahibi Allah’tır ve Allah'ın iradesi ve hükümleri doğrultusunda hareket edilmiş olur.

Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “Şüphesiz gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş üzere istiva ederek her şeye hükmeden, geceyi ve gündüzü belli bir kanuna göre hareket ettiren, ayı ve yıldızları emrinde hareket ettiren Allah’tır. Yaratmak da hükmetmek de Allah’a aittir. Âlemlerin yaratıcısı ve rabbi olan Allah ne yücedir” (A’raf, 7:54) buyurarak bu hususu aydınlatmıştır.

Her konuda hüküm ve hâkimiyet Allah’a aittir. “Allah’dan başka ilah yoktur, öncede sonra da hamd, medih ve övgü O’na aittir. Siz de ancak O’nun huzurunda döndürüleceksiniz” (Kasas, 28:70) ayeti de insan ne yaparsa yapsın sonunda Allah'ın huzuruna çağrılarak hesaba çekileceğini, iyilik ve güzelliklerin tümünün Allah’tan şer ve kötülüklerin tümünün de insanın kendisinden kaynaklandığını ifade etmektedir.

Yüce Allah insanlar arasında hüküm verirken adaletle hüküm verilmesini emretmekte ve bundan razı olduğunu bildirmektedir. Allah'ın rızasını ve memnuniyetini istieyenler elbette Allah'ın iradesine ve rızasına uygun hareket etmelidir. Allah rızasını değil de kendi nefislerinin istedikleri gibi hareket edenler adalet yerine zulme saparak günahlara girecek, Allah da tüm mahlûkatın rabbi olarak mahlûkatın hakkını o zalimden alacaktır.

İnsan adil davranmak istiyorsa Allah'ın hükmüne göre hareket etmek zorundadır. Çünkü adalet Allah'ın hükmüne göredir. Allah'ın her hükümü adildir ve her emri adaletin ta kendisidir. Bunun için yüce Allah “Aralarında Allah'ın indirdiğine göre hükmet ve onların görüşlerine uyma!” (Maide, 5:49) emretimiştir. “Yoksa onlar cahiliye’nin hükmünü mü istiyorlar?” (Maide, 5:50) buyurarak zulmün cahiliye hükmü olduğunu belirtir. Her şeyi bilien Allah’tan daha iyi kanun koyucu elbette olamaz.

Allah adaletin gereği olan ve adil olan hükümlerin Allah'ın hükümleri olduğu ve bunlar vahiyle peygamberine öğrettiğine inanmak bir iman meselesidir. Allah'ın hükümlerinin ve kanunlarının adil olmadığını ancak imansız olanlar söyler ve buna inanırlar. Bu nedenle yüce Allah “Rabbine andolsun ki onlar aralarında anlaşmazlığa düştükleri her konuda seni hakem yapmadıkça ve sonra senin kararına kalplerinde hiçbir burukluk duymaksızın tam bir teslimiyetle tâbi olmadıkça gerçekten inanmış olmazlar” (Nisa, 4:65) buyurarak peygamberin hükmüne razı olmamanın imansızlıktan kaynaklandığını açıkça belirtir.

Allah'ın Hâkimiyeti: Allah'ın hükmü iki çeşittir. Biri emri diğeri enhyidir. Biri hayırı emretmesi diğeri şerri yasaklamasıdır. Allah'ın hükmü adil olandır. Buna zıt olan hükümlerin tamamı zulümdür ve haksızlıktır. En büyük zulüm ve haksızlık şirk koşmaktır. Allah şirki affetmez. Bunun dışında Allah'ın emirlerine uymamak ve yasaklaından kaçmamak zulüm ve haksızlıktır. Allah'ın emir ve yasakları yeryüzüne hâkim oılursa adalet olur. Allah'ın razı olmadığı yasakladığı şeyler insanların iradeleri ile yeryüzüne ahkim olursa o zaman da haksızlık ve zulüm yeryüzne hâkim olmuş olur. Her iki durum da Allah'ın iradesi ve kudreti ile hâkimiyetini sürdürür. Ancak Allah'ın emrine uymak ve yasaklarından kaçmak rızasına vesile ve sebeptir. Allah kullarına buna göre ceza ve mükâfat verir.

Bu konuda kimsenin şüphesi ve kuşkusu olamaz. Allah her şeye kadir ve her yere hâkimdir. Şeytanı da yaratan ve ona insanlar üzerinde hâkim olma ve kalplerine vesvese vererek hükmetme yetkisini veren, insanda nefsi yaratıp şeytanın vesveselerine uymasını sağlayan Allah’tır. Ayrıca insanı hür olarak yaratan kalbine hayrı ve şerri ilham ederek şeytanın ve nefsanî duyguların şerre meyletmesine fırsat ve imkân sunan Allah’tır. Hayrı ve şerri yaratan Allah olduğu için insan iradesinin tercihine göre istediğini yaratan ve sonunda sorumlu tutan da Allah’tır.

Bütün bunlardan dolayı hüküm ve hâkimiyet Allah’tandır. Firavuna, Nemruda ve Deccala hâkimiyet veren ve peygamberlerini onlara sonuçta galip getirdiği gibi, inananların gayretsizliği, kâfir ve münafıkların hile, desise ve her nevi şer işleri yaptıkları için mü’minlere galip getiren de Allah’tır. Bütün bunlarda bizim bildiğimiz ve bilmediğimiz nice hikmetler vardır. Cennet adamlar istediği gibi, cehennem de adamlar isteyecektir. Bu nedenle kâfirlerin dünyayı istila etmeleri, mü’minleri mağlup etmeleri ve Allah'ın şeriatını ve ahkâmını kaldırarak küfür ahkâmını koyup onunla amel etmeleri Allah'ın hüküm ve hâkimiyetine ne noksanlık getirir ve ne de hâkimiyet noktasında bir eksikliktir. Bunu böyle düşünmek iman zafından ve bilgisizlikten, Allah'ın hayrı da şerri de yarattığını bilmemektir.

Allah'ın sadece hayrı yarattığını ve şerri yaratmadığını, Allah'ın hğkmğü yerine küfür ahkâmının hâkim olmasının Allah'ın ahkimiyetine son vermek olduğu iddiası Mecusilikten kaynaklanır. Zira onlar iki ilah inancında olup Allah’ı hayır ilahı şeytanı da şer ilahı olarak kabul ederler. Bu düşünce Allah’a inanmamaktır. Böyle bir inanca sahip olan kişi Müslüman sayılmaz.

Bizim inancımız odur ki “Hayır da şerri de yaratan Allah’tır.” Allah bazen hayır hâkim kılar, bazen de kulların hak etmesi ve şerri istemesi üzerine şerri hâkim kılar, ahrette buna göre insanların amellerini değerlendirerek cennete ve cehenneme layık olanları ayırır. İyileri hayra çalışanları lütfu ile cennete, kötüleri, şerre yardımcı olanları da hak ettikleri için adaleti gereği cehenneme gönderir.

Peygamberin Hükmü ve Hâkimiyeti: Şüphesiz peygamber Allah'ın kitabına uymak ve uygulamakla mükelleftir. Peygamberin (sav) vahyi tebliğ etme, beyan etme ve açıklama ve uygulayarak hayata geçirme gibi görevleri vardır ki bunların tümüne “Tebliğ Vazifesi” adı verilmiştir.

Allah’ı en iyi tanıyan ve O’ndan en çok korkan şüphesiz peygamberimizdir. (asv) Bu nedenle peygamberimiz (sav) Allah'ın bütün emirlerini emredildiği andan itibaren hayata geçirmiştir. Zaten Allah şartlar tamam olunca vahyini inzal buyurarak olaylar hakkındaki hükmünü vermiş peygamberimiz (sav) de anında uygulayarak adil ve doğru olanı ümmetine göstermiş, uygulama şekillerini de ya ilhamla veya içtihadıyla yapmıştır. Her nasıl olursa olsun “Peygamber kendi hevasından konuşmaz. Onun bütün sözleri vahye dayanır.” (Necm, 53:3-4)
Allah'ın kitabında olmayan konulardaki peygamberin hükmü de vahye ve ilhama dayandığı için asla yanlış olmaz. Peygambere itaat, verdiği hükümlere ve kararlara itaat etmek ve itiraz etmeden, kalben itiraz etmeden kabul etmek anlamına gelir. Zira peygamberin hükmü adil ve hakkaniyet üzeredir. O hüküm dışında nasıl hüküm verilirse verilsin o hükme aykırı olan tüm hükümler yanlıştır, adil ve hakkaniyetli değildir. Peygamber (sav) “Ben de yanılabilirim” buyurması beşeriyeti gereği kendisini yanıltmak isteyenlerin ve şahitlerin yanlış beyanlarına göre hüküm verdiği zaman yanılacağı anlamındadır. Yoksa nice olaylar vardır ki müşrikler ve inkârcılar peygamberimizi yanıltmak amacı ile pek çok tuzaklar kurmuş, yalan ve yanlış beyanlarda bulunmuş oldukları halde Allah'ın yardımı, vahyi ve ilhamı ile onların tuzaklarını başlarına geçirerek işin doğrusunu ortaya çıkarmış ve onları mahçup etmiştir. Bunun yüzlerce misali vardır. Bu durumda inanan herkese peygamberin hükmüne uymak ve onu hak ve doğru kabul etmekten başka çıkar yol bırakmamaktadır.

Peygamberin (sav) dünya işlerine, idari tasarruflarına ve savaş taktiklerine ait olan hususlarda verdiği kararların çoğu zaten istişareye dayanmaktadır. Peygamberimiz (sav) Allah'ın emri gereği “dünya işlerinde sahabelerle istişare etmiştir.” (Şura, 42:38) Dolayısıyla karar verirken insanlara ve onların akıllarına müracaat etmiştir. Ortak akla göre hareket ederek kendisinden sonra ümmetin takip edeceği yolu ve metodu bizzat uygulayarak göstermiştir. Dolayısıyla verilen hükümler ortaktır. Bu konuda bir yanılma söz konusu değildir ve ortaya çıkan kararlar yanlış oldu şeklinde yorumlanamaz. “Alınan kararlar kesin başarıyı getirir, şayet başarısızlık olursa, bu kararın yanlış olduğu anlamına gelir” denemez. Zira başarısızlık kararın yanlış alınamamasından dolayı değil, alınan kararı uygulamada yapılan yanlışlardan dolayıdır.

Nitekim Uhud Savaşı için alınan savaş kararı sonucunda mağlubiyet yaşanınca karara karşı çıkan münafıklar ve bir kısım mü’minler “Alınan bu karar yanlıştı. Keşke farklı bir karar almış olsaydık bu mağlubiyet olmayacaktı” demeye başladılar. Yüce Allah hemen peygamberimizi ikaz etti ve sahabeleri uyararak şöyle buyurdu: “Ey peygamber sen böyle diyenlere sert davranma, onlara müsamahalı davran ve onları affet. Onlar için Allah’tan af dile. Yine onlarla istişarede bulun ve aldığınız kararları Allah’a güvenerek hiç çekinmeden uygula!” (Âl-i İmran, 3:159) Bu ayette yüce Allah Uhut mağlubiyetinin sebebini alınan kararda değil, kararın uygulamasında gösterilen gevşeklik, tedbirsizlik ve emre itaatsizlik gibi hususlarda aranmasını istemiştir. Doğru olan da budur.

Bütün bu delillerden sonra diyebiliriz ki peygamberin hükmü Allah'ın hükmüne yani rızasına uygun olan hükümlerdir. Zira Allah'ın rızası adalet, hakkaniyet, doğruluk ve insanlık için gerekli olan ve fıtrata uygun ve faydalı olandır. Bu da istişare ile alınan kararlar dahil peygamberin verdiği hükümlerle bize tavsiye ettiği bütün hususları içerir. Yüce Allah heva ve hevese dayanan, adil olmayan, haksızlığa sebep olan ve insanlık için zararlı olan hiçbir hükmü kabul etmez ve bundan razı olmaz.

Verilen bütün haklı ve adil kararlar, ahlâki olan hususlar, insanlığın gelişmesi ve faydasına dönük olan hususların tamamı peygamberin onayladığı ve kabul edip razı olduğu hükümlerdir. Bu nedenle bu verilen hükümlerin tamamı peygamberin hüküm ve ahkimiyeti olarak kabul edilmelidir.

Sonuç olarak imanın, hakkın, hukukun, adalet ve istişarenin hâkim olduğu ve doğruluğu netice veren, ahlâkî olan, insanlığı saadete sevkeden hükümlerin tamamı peygamberin (sav) hüküm ve hâkimiyetini sağlama çabası olarak kabul edilmelidir. Tersi zaten zulüm ve ahlaksızlıktır.

İnsanlık inansın inanmasın hukukun üstünlüğünü sağlıyorsa, hak ve hürriyetleri kısıtlaayrak zulme ve haksızlığa sebep olmuyorsa peygamberlerin hükümü ile hükmediyor demektir. İnanarak bunu yapanlar ahrette de mükâfat olarak cenneti hak ederlerken, inanmadan hukuka ve ahlaka, ilme ve tekniğe, yani insanlığın hayrına çalışanlar dünyada peygamberin izinden gittikleri için dünya saadetini hak etmiş olurlar.

Bu anlatılan hususlar çerçevesinde “Allah ve Rasulü bir konuda hüküm verdiği zaman inanmış erkek ve kadına başka tercih hakkı yoktur. Kim Allah’a ve resulüne karşı çıkarsa şüphesiz o apaçık bir sapıklığa ve yanlışa düşmüş olur” (Ahzab, 33:36) ayetini daha iyi anlayabiliriz.

Yüce Allah Kur’ân-ı kerimde zulüm ve haksızlığı netice veren, heva ve hevesin ürünü olan, ahlaksızlığı ve anarşiyi netice veren hükümlere “Cahiliye hükmü” (Maide, 5:50) adını vererek yasaklamıştır. Allah'ın hükmü ve Resulullah’ın sünneti budur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.