Himmet UÇ
Hüseyin Cahit Bey üzerine
Hüseyin Cahit çok yönlü bir yazar, düşünür. Çok aktif olarak ülkesinin tarihi akışı içinde olayların ve fikir hareketlerin içine katılmış, çok boyutlu bir yazar. Onun hayatı ile tek başına çıkardığı Fikir Hareketleri Dergisi’ndeki faaliyetlerine göz attık. Mizaç olarak hiçbir zaman menfaatlerinin adamı olmamış tek başına mücadele etmiştir. En dikkat çeken yanı onun hakperestliğidir. Bu tutumu tartışılabilir ama o her halükarda en netameli zamanlarında bile hakkı , doğru olanı savunmakta büyük cesaret göstermiştir. Ahmet Kutsi Tecer onun ile ilgili bir yazı yazar, Beyrut’a Ünesco ile ilgili toplantıya giderler, orada kimsenin bağımlı olmadığını isteyenen istediği gibi konuşabileceğini söyler. Hatta Ünesco’nun gidişini beğenmediğini ifade eder,bu tutumu da infiale neden olur. Dilin dejenere edilmesine karşı çıkar bir meclisin bir milletin dilini değiştirme bozma yetkisinde olmadığını öne sürer bu yüzden sürgün edilir.O hep doğru düşünür bu yüzden bütün hayatı yalnızlıklar içinde geçmiştir, ama vazgeçmemiştir.
Bediüzzaman herşeyi takip eder, ülkenin nereye doğru gittiğini izler, bu onun meşrebinin gereğidir, yoksa siyaset ilgisinden değil, derdi benim ülkem nereye doğru gidiyor ve sürükleniyor, siyasi prensipleri de birliği sağlamak üzerinedir, beklenti siyaseti yapmaz.Hüseyin Cahit’in son nefesi verdiği anlarda endişesini Zübeyir Abi’ye ifade eder, onun öbür tarafa hakperestane tavrından dolayı mümin olarak gitmesini yüce merciden rica eder bir tavırdadır, tam bir benzerlik yok ama hakperestlikte her halü karda hakka taraftar olmakta benzerler birbirlerine . Hatıralarında babasının Muhittin-i Arabi hayranı olduğunu anlatır Hüseyin Cahit. Temiz bir sülbden geldiği muhakkaktır. Kimsenin önünde eğilmemek onun en büyük vasfıdır, hak için doğru için ayaktadır. Hayatında menfaatlerine göre bir adımı yoktur.
II. Meşrutiyet Hüseyin Cahit Beyin hayatında, siyasetin bütün cilveleriyle ve ömrünün sonuna kadar kaderini etkileyen ibretli olaylarla dolu, yeni ve değişik bir dönemdir. Bu devrede tam bir siyasi yazar hüviyetiyle karşımıza çıkan bu genç Servet-i Fünun edibi, sanki bir başka âlemde yeniden doğmuş gibidir. Onu, yılları arasındaki siyasi olayların ortasında her zaman görmek mümkündür. Hüseyin Cahit in kaderi, İttihat ve Terakki nin kaderi ile her adımda beraber yürür. Artık edebiyatla ilişkisi, bir iki olay ve dostlarıyla olan sohbet dışında, tamamen kesilmiştir. Tevfik Fikret ve Hüseyin Kazımla birlikte Tanin gazetesini kurarak (1908) siyaset hayatına atılmıştır. İttihat ve Terakki Fırkası na girmiş, gazetesinde bu fırkanın görüşlerini savunmuş, Meclis-i Mebusan ın birinci ve ikinci dönemlerinde İstanbul dan iki defa mebus seçilmiş, ikinci dönemde Meclis-i Mebusan reisi olmuştur. Tanin de, eski idarenin adamlarından kurulduğu için Kamil Paşa kabinesine cephe alan Hüseyin Cahit, o sırada İstanbul a dönerek İkdam da İttihatçılar aleyhinde yazmaya başlayan Ali Kemal le amansız bir çatışmaya girer. Diğer siyasi olaylarla birlikte bu tartışmaların toplumdaki gerginliği arttırmada etkili oldukları şüphesizdir. Nitekim bu sırada patlak veren 31 Mart olayında Hüseyin Cahit, korkulu günler yaşamıştır. Zira diğer bazı İttihatçıların yanı sıra asiler, dinsizlikle suçladıkları Cahit i de öldürmek istemişlerdir. Bu dinsizlik ithamının sebepleri arasındı Hüseyin Cahit in yenilikçi fikirlerini, kız okulları açılması yolundaki yazılarını ve İttihatçıların masonluğu ve dinsizliği hakkında halk arasında yayılan söylentileri sayabiliriz. Camilerde bile Cavit ve Cahit beylerin dinsiz oldukları açıkça söyleniyordu. Nitekim 31 Mart olayları sonunda Lazkiye milletvekili Mehmet Aslan, O dönemde Osm. Devleti milliyetçilik dolayısıyla sık sık isyanlara sahne olduğu için Fransız ihtilaliyle ilgili olumlu yazılara kesinlikle müsaade edilmiyordu.
Meclis-i Mebusan önünde Hüseyin Cahit zannıyla bir başkası öldürülmüştür. Bütün bu korkunç olayları Beyoğlu nda Suriyeli Matran ailesinin evinden ve daha sonra sığındığı Rus sefaretinden izleyen Cavit ve Cahit Beylerin İstanbul dan kaçmaktan başka çareleri kalmamıştır. Zira 31 Mart ın ertesi günü Tanin Matbaası ve yeni binası da tahrip edilmiştir. Rus sefaretinden Olga vapuruna nakledilen Cavit ve Cahit Beyler. 18 Nisan l909 da Odesa ya hareket ederler. Oradan da Peşte yoluyla Selanik e gelirler. Hareket ordusu nun İstanbul a girişinden sonra İttihatçıların tekrar hâkim oldukları payitahta döner; Beş on günlük bir hazırlıktan sonra Tanini, 17 Mayıs 1909 da yeniden çıkarmaya başlar Ahmet Muhtar Paşa kabinesinin iktidarda bulunduğu sıralarda, hükümetin Arnavutluk a imtiyaz vermek istemesi yolundaki siyasetini eleştirdiği için Divan-ı Harp tarafından bir ay hapse mahkûm olmuştur (1912). Bu tarihten sonra, iki kere Duyun-ı Umumiye de Osmanlı dayinler vekilliği yapmış; Mütareke devrinde İstanbul işgal edilince, İngilizler tarafından tevkif edilerek Malta adasına sürülmüştür (1919). Malta da İtalyanca ve İngilizce öğrenmiş, yeniden yazı yazma hevesine kapılarak, Oğlumun Kütüphanesi adını verdiği çeviri dizisine başlamıştır. Sürgünden kurtulup yurda döndükten sonra yeniden kurduğu Tanin gazetesinde siyasi yazılar yazmıştır( ). Fransız İhtilalinin hürriyet ve demokrasi fikirleriyle yetişmiş olan Hüseyin Cahit, Cumhuriyet in bu ilk yıllarında, devrimlerin kurulması ve korunması için konan kayıtları doğru bulmamış; milli hâkimiyet rejiminde tek partili hürriyet idaresi olamayacağını, cumhurbaşkanlığı ile parti şefliğinin birleşemeyeceğini, cumhurbaşkanının tarafsız kalması gerektiğini savunmuş; bu yüzden iki defa tevkif edilerek İstiklal Mahkemesine verilmiş; birincisinde beraat edip serbest bırakılmış, ikincisinde Çorum’a sürülmüştür. Orada bir buçuk yıl kalmış ( ); Atatürk’e suikast vakası dolayısıyla Ankara ya İstiklal Mahkemesine tekrar getirilmişse de, İstanbul dan ayrılalı bir yıl geçtikten sonra meydana gelen bir teşebbüse katılmasının imkânsızlığı anlaşılarak serbest bırakılmış, sürgün süresi de bittiği için İstanbul a dönmüştür.
Hüseyin Cahit, 1925 ile 1938 arasında, yalnız kalmaktan, anlaşılmamaktan, bir kenara atılmaktan ve yıllarca birlikte mücadele verdiği siyaset arkadaşlarını, özellikle Cavit Beyi kaybetmekten dolayı iyice yıpranmıştır. Onun bu yıllardaki talihi 1908 den sonra birdenbire bir kenara atılan ve bizzat kendisinin hırpaladığı Mizancı Murat ın talihine benzer. Çorum dönüşünden sonra acılarına ve yalnızlığına bir de geçim sıkıntısı eklenmiştir. Bu ana gelinceye kadar, hatta Malta dayken bile kızının ve oğlunun hastalıklarının acıları dışında rahat ve varlıklı bir hayat sürdüren Hüseyin Cahit Bey bu dönemde nasıl geçineceğini bilemez, çaldığı her kapı yüzüne kapatılır. Önce Maarif vekilinden üniversitede serbest bir demokrasi kürsüsü ister. Profesörlere verilen maaşın kendisine layık olmadığı bahanesiyle bu istek geri çevrilir. Bunun üzerine İsmail Müştak la birlikte bir süre gümrük komisyonculuğu yapar. Muhtelif gazetelerde yazı yazma girişimleri hep reddedilir. Falih Rıfkı aracılığıyla İstanbul da bir lise müdürlüğüne talip olur, fakat buna da olumlu cevap verilmez. Malta’dayken çevirdiği eserlerin yayını da sıkıntısını pek hafifletmiştir. Nihayet Malta’dan tanıdığı Şükrü Kaya’nın delaletiyle İsmet İnönü, onu Sanayi ve Maadin Bankası yönetim kurulu başkanlığına getirir(1930). Fakat 1. Türk Dili Kurultayı’nda yazarın savunduğu fikirleri, bu hayati gelirden kendisini mahrum eder (1933). Onun Türk inkılâpları konusundaki görüş ve tekliflerinin dil alanındaki bir yansıması gibi ele alabileceğimiz bu tezde Cahit, dili tabii gelişmesine bırakmanın daha doğru olacağını ve kelimelere yapılacak aşırı müdahalelerin tehlikeli sonuçlara yol açabileceğini ileri sürerek, dili özleştirmede asıl mücadelenin yabancı gramer kurallarıyla yapılması gerektiğini savunur. Ona göre dilde asıl hedef terimlerde istikrarı sağlamak, Türkçenin tam bir gramer ve sözlüğünü hazırlamaktır. Gökalp’ın dil görüşüyle büyük paralellikler gösteren bu görüş, kurultayda çok sert tepkilerle karşılaşır. Çünkü bu fikirler, kurultayın genel eğilimi ile taban tabana zıttır. Nitekim Hasan Ali, Ali Canip, Fazıl Ahmet, Namdar Rahmi ve Köprülü tezi çürütebilmek için birbiri arkasından çıktıkları kürsüde Hüseyin Cahit i hırpalarlar. O zamanın şartları içinde hoşa gitmeyen bu fikirlerinden dolayı bankadaki işinden çıkarılmıştır (1933). Hayatını kazanmak için Fikir Hareketleri dergisini kurmuş, bütün yazılarını tek başına yazmıştır.
Bu dönemde, aynı zamanda haftalık Yedigün dergisinde de, anılar, gezi yazıları ve Yedi Günde Bir genel başlığı altında makaleler, sohbetler yazmıştır. Atatürk’ün ölümünden sonra tekrar siyaset ve gazetecilik hayatına atılmış, Büyük Millet Meclisi nin yedinci, sekizinci dönemlerinde İstanbul dan, dokuzuncu döneminde Kars tan mebus seçilmiş( ); bir süre yine Tanin gazetesini çıkarmış ( ), daha sonra Ulus gazetesi başyazarlığına gelerek hayatının sonuna kadar orada çalışmıştır ( ). Son yıllarında bazı yazılarından dolayı yirmi altı yıl hapse mahkûm olmuşsa da (1954), yaşı ve hastalığı sebebiyle cezası kaldırılmıştır. 18 Ekim 1957’de İstanbul da ölmüştür.
Dergide ele aldığı konular Hatıra Fikir Hareketleri dergisinde, Hüseyin Cahit'in yılları arasını kapsayan "Meşrutiyet Hatıraları" önemli bir yer tutar. Hüseyin Cahit, bu hatıraları yayınlamaktaki maksadını şöyle açıklıyor: "Bugünün gençleri için, Meşrutiyet devri uzak bir tarih gibi arkada kalmış, meçhul bir hayattır. Fakat bugünkü inkılâp ve Cumhuriyetin Türk vatanına açtığı geniş ve mesut ufukların kıymetini anlayabilmek için o karışık ıstırap devresi bir ders gibi hatırlarda bulunmak iktiza eder. Meşrutiyet rejiminin tarihini yazmak iddiasında değilim. Bu hatıralar şahsi oldukları için, bizzarure mahdut bir safhayı inikâs ettirirler. Bunlar bir tarih değil. İleride yazılacak tarih binasının müteferrik malzemesidirler. Çok teessüf olunur ki meşrutiyet zamanının vakalarına pek yakından temas edenler ve bu vakalarda çok müessir bir amil olanlar, bütün bildiklerini ve gördüklerini yazmağa vakit bulmadan, dünyaya gözlerini kapadılar. Meşrutiyetin ilk gününden itibaren, memlekette siyasi hayatın akışına bir gazeteci ve İttihat ve Terakki fırkasının bir ferdi sıfatıyla iştirak etmiş olduğum için, o zamana ait vekayii, hiçbir tez müdafaasına kalkmadan, olduğu gibi, gördüğüm gibi, bugünün gençlerine anlatmak istedim. İleride, tarihimizin yürümesini tahlil arzusuna düşecek tetkik erbabı belki içinde işlerine yarayacak bazı şeyler bulurlar". Bu devirde yaşayan ve olaylarda önemli roller üstlenen bazı kişilerin bildiklerini ve gördüklerini yazmaya vakit bulamadan dünyaya gözlerini kapamalarından üzüntüyle bahseden Hüseyin Cahit, aynı hataya düşmek istememiştir. Bu sebeple kaleme aldığı hatıralarını 71. sayıdan itibaren 224. sayıya kadar toplam 153 sayıda yayınlamıştır.
Roman ve Hikâye Tenkidi Hüseyin Cahit, dergide "Matbuat Hayatı" adlı bir köşe açmış; burada şiir, tiyatro gibi türlerin yanında, roman ve hikâye tarzında yazılmış eserlerin tenkidini de yapmıştır. Yazarın bu köşede tenkidini yaptığı roman ve hikaye türü eserler ve hakkında yazdıkları aşağıda verilmiştir; 1. Bir Kadın Söylüyor. Hüseyin Cahit'e göre, Yaşar Nabi nin ilk eseri olan bu roman, bir tez romanıdır ve müdafaa edilen tez de "ithalat metaı dır. Yazar romanında serbest aşkı müdafaa etmiştir. Hâlbuki bu tür, bizim hayatımız için henüz mevsimsiz dir. Olayın kahramanı Selma, cinsi münasebet bahsinde erkeklerle eşitlik istemektedir. Hüseyin Cahit, feminist özellikler taşıyan bu romanın kahramanı Selma yı antipatik buluyor. Ona göre Selma, ukala bir tiptir ve sevilmemiştir. Selma yı pek çok bakımdan tenkit eden Hüseyin Cahit, hikâyenin pek sade olan mevzuunu kısaca verdikten sonra, bazı mantık hatalarını da belirtiyor. Muharririn, tezi bırakırsa, başarılı olabileceğini de kaydediyor
Âdem ile Havva. Yazar, yine Yaşar Nabi tarafından yazılmış olan bu romanı olaydan hareket ederek tenkit ediyor. Kusur ve acemiliklerine rağmen yazarın böyle bir roman yazmasını başarı olarak kabul ediyor. Bu romanı, Bir Kadın Söylüyor adlı romandan, tez olmaması dolayısıyla biraz daha üstün buluyor. Yaşar Nabi nin psikolojik tahlillerine istidadı olduğunu vurguluyor.
Yakut Kayalar. Şukufe Nihal tarafından mensur şiir tarzında yazılmış bu roman hakkında yazar şunları söylüyor: Yakut Kayalar ziyan olmuş bir genç kız faciası. Hem ziyan olmuş, hem ziyankârlık etmiş ince, hassas ve pek romanesk bir kız.(...) Roman çocuklarını anlamayan, aile teşkil ederken onların da hakkını düşünmek, hürriyetlerine hürmet etmek lazım geleceğini akıllarına getiremeyen ana baba ile insanlığını, şahsiyetini ve hürriyetini idrak etmiş bir kız arasında çarpışmayı gösteriyor, kızların hakkını müdafaa ediyor. Fakat muharrir, gösterişi sever bir avukat, bir müddeiumumî rolünü oynamaya kalkmadan, o kadar ince bir saygı ve itina ile o kadar hafif dokunuşlarla bu derin faciaya işaret ediyor ve onu bizim içimizde öyle yaşatıyor ki bu hakiki bir sanatkâr ruhuna dalalet eder.
"Yakut Kayalar" edebiyatımızda kalacak canlı bir kitaptır. Hüseyin Cahit, vakanın özeti ile eserden iktibas vererek onun hakkında bilgi sahibi olmamızı sağlıyor.. Kırmızı ve Siyah-Sanatkârlar. Hüseyin Cahit, bu defa da Nahit Sırrı Bey den biri roman, diğeri hikâye kitabı olmak üzere iki eser seçiyor. Roman: Kırmızı ve Siyah; Üç hikâyeden meydana gelen hikâye kitabı ise Sanatkârlar başlığını taşıyor. Her iki eserde, Hüseyin Cahit'i en çok alakadar eden üsluptur. Üç muhtelif sanatkâr ruhunu anlatan üç fantezi diye tanıttığı "Sanatkârlar" adlı eserdeki hikâyelerde, muharririn daha çok kendi kendisinin olduğuna, "Kırmızı ve Siyah"taki ihmalkâr halini bıraktığına hükmediyor Bir Renk ve Bir Ahenk. Yazar Ali Mustafa Bey in Yazdığı bu eseri de tenkide değer buluyor. Romanı tanıtırken, bazı özellikleri ve konusu üzerinde iktibaslar vererek- duruyor. Hüseyin Cahit'in romanda dikkatini çeken hususlar, eserdeki vakanın hayali bir memlekette geçmesi, şahısların hüviyetleri ile isimlerinin belli olmaması, romanda alışamadığımız bir üslup, bir tarz ile içtimai, felsefi ve psikolojik mütalaaların bulunması şeklinde sıralanabilir. Romanı enteresan hale getiren bu özellikler karşısında Hüseyin Cahit, onun tercüme olup olmadığından şüphe ediyor; fakat kesin karar veremiyor. Neticede şu hükme varıyor: "Bir romanda tez müdafaasından tatsız bir şey olmaz
Gong Vurdu. Yazar, Reşat Enis Bey in bu romanını, vakası, şahısları ve üslubu itibariyle tenkit ederken, bazı eksiklik ve mantıksızlıklar üzerinde duruyor. Hüseyin Cahit'in eser hakkındaki kanaatleri şöyledir: "Bütün açıklığına, bazı tabirlerinin lüzumsuz kabalığına rağmen temiz ve samimi bir eser. (...) Gong Vurdu, ilmi bir içtimai tetkik raporu gibi şahsiyetsiz, cansız hikâye değildir.(...) Gong Vurdu bir ahlak ve adat romanıdır. Kahramanları Ömer in ve Naciye nin hikâyesi olmaktan ziyade şu zamandaki yaşayışımızın bir safhasının tasviridir. Vuran gonk, tiyatroda perdenin açılacağını haber veren Gonk' .
Muharrir gözümüzün önüne açacağı hayat sahnelerini bize haber vermek için belki de bunu bir timsal olarak kullanmıştır Yazar eseri suni buluyor, tez bakımından hatalı, teknik açıdan kusurlu buluyor. Fakat her şeye rağmen, bu romanı Türk edebiyatı için bir kazanç olarak değerlendiriyor.
"Gözlerin Sırrı. Nur Tahsin Hanımefendi'ye ait olan bu roman hakkında kısa malumat veren H.Cahit, eserde pek çok bakımdan eksik ve mantık hataları bulmuş ve sonunda da yazarın, bu hataları yok edeceğine dair inancını belirtmiştir İçimizden Biri. Hüseyin Cahit'in, Ragıp Şevki Bey'in, birbirini ezmeye çalışan beş kardeşin hikâyesini konu edinen bu romanında zaman kavramının olmadığını vurguluyor ve şunları söylüyor: "İçimizden Biri garip ve acı bir lezzet ile bizi yakalayıp da nihayete kadar sürüklüyor, ruhumuzun etrafında öyle bir hava yaratıyor ki buradan içimize dökülen şey kasvet, yeis ve bedbinliktir"
Pervane- Memleket Hikâyeleri. Hüseyin Cahit, Server Ziya'nın üslubunu beğeniyor. Onu işlek, tabii, sade ve aynı zamanda da kibar buluyor. Pervane, iddiasız, küçük bir kitap olmasına rağmen, yazarında büyük roman yazabilecek kabiliyet görüyor. Hafif ve kolay mevzulardan yükselebileceğini ümit ediyor ve hikâyeyi özetliyor. Yazar, Server Ziya yı, bir "kabiliyet" olarak alkışlıyor. Memleket Hikâyeleri nin yazarı Bekir Sıtkı yı üslup konusunda biraz laubali buluyor. Teklifsiz bir üslupla, sanat âlemine nasıl çıktığını merak ediyor. Üslupla ilgili, eserden örnekler veriyor. Yazarın üslupsuzluğuna rağmen, eserde bir realizm kokusu bulduğunu da inkâr etmiyor
Yakup Kadri’nin Eserlerinin Tenkidi a. Bir Serencam. Gözlerini, yeni yazarlardan eski yazarlara çeviren Hüseyin Cahit, Yakup Kadri Bey'in edebi hüviyeti hakkında bir fikir edinmek için, ilk yazılarını ihtiva eden "Bir Serencam"dan başlayarak, edebi hayatını merhale merhale tetkike karar veriyor. Eseri, teknik ve üslup yönünden tenkit ederken örnekler de veriyor.
Hüseyin Cahit'e göre, eserin üslubu Servet-i Fünun üslubudur; tabii, güzel ve zevk vericidir. Hikâye tekniğinde eskimiş taraflar vardır. O zamanlar hikâyelerin bir tasvirle başlaması bir kaide iken, bugün bundan vazgeçilmiştir, Ayrıca, hikâyelerin ölümle neticelenmesi de garip bir yeknesaklık olarak görünmektedir. Mevzuda ise, en coşkun bir romantizm ile en keskin ve işleyici bir teknik ve müşahede birbirine karışmış gibidir. Eserin mevzuunu kabaca hikâye eden H.Cahit, yapma, özenme, zoraki şeyler senelerin sarsıntısına tahammül edemiyor; yaşayanlar ise ancak sanatkâr gözlerin aksettirdiği hayat parçalarıdır, biçiminde gençler için alınacak bir ders de çıkarıyor.
Nur Baba. Akşam gazetesinde tefrika edildiği sıralarda, özellikle Bektaşilerin hücumuna uğramış olan "Nur Baba" romanında Yakup Kadri'nin, edebiyatı, tekkelerin durumunu ortaya koyup, tedavi çareleriyle ilgilenmek konusunda bir alet gibi gördüğünü düşünen Hüseyin Cahit, yazarın kendini müdafaa eden yazılarından örnekleri de okuyucularına iletmeyi faydalı buluyor. "Nur Baba" ile ilgili değerlendirme iki bölüm halindedir. İlk bölümde, hem yazarı hem de eseri eleştiren H.Cahit, ikinci bölümde eserin özetine geniş yer ayırıyor. Hüseyin Cahit'in tenkitleri, üslup üzerinde yoğunlaşıyor. Eserde, gazete başlıklarını andıran başlıkların olmasını (Bir Bektaşi tekkesinde mumlar nasıl söner? vb.) doğru bulmuyor. Bu tutumun eserin edebi hüviyetine gölge düşüreceğini düşünüyor. Üslupta beğenmediği noktaları örneklerle gösteren H.Cahit, Yakup Kadri'nin bu tutumunu, gazeteye yetiştirmek için acele davrandığı şeklinde izah ediyor. Yazarın araya girip izah vermesini de doğru bulmayan H.Cahit, üslubunu, "not üslubu" olarak değerlendiriyor. Hüseyin Cahit e göre roman, asıl bittiği yerde başlamalıydı. Asıl roman, "zeyil" adını taşıyan kırk sayfalık üç bap içine sıkışmıştır. Yazar romanı sonuna kadar iyi yürütememiştir. Romanın ikinci derecedeki şahsiyetleri arasında, daha canlı ve başarılı simalar vardır.
Hüküm Gecesi. H.Cahit, Yakup Kadri'nin bu romanı üzerinde de uzun uzun duruyor. İki bölüm olarak yayınlanan bu değerlendirme yazısında da Hüseyin Cahit'in en çok tenkit ettiği husus, eserin üslubudur. Bu romanın da günlük gazetede tefrika edilmek için yazıldığını kaydeden H.Cahit, üslubun Nur Baba'ya nispetle sadeleşmiş olduğunu görüyor ve yazarın, bazı yabancı kelimeleri kullanması sebebiyle eleştiriyor. Olay kahramanlarının konuşurken, yabancı kelimeleri kullanmasının, nasıl birisi karşısında bulunduğumuzu göstermesi bakımından faydalı olduğunu, fakat anlatıcının kullanmasını yersiz bulduğunu kaydediyor. Eleştirilerini örneklere dayanarak yapıyor. "Bir devrin romanı" dediği eserin, ana çizgileriyle olaylarını verdiği halde, yine de romanı anlatamadığını düşünüyor. Ona göre roman yakın tarihimizi anlatıyor. Ahmet Samim, Ziya Gökalp, hatta kendisi bile romanda yer alıyor. Hakiki şahısların da işe karıştığı bu eserin roman olamayacağını iddia ediyor.
Sodom ve Gomore. Yakup Kadri nin bu romanı da H.Cahit tarafından üslup ve teknik açılarından tenkide uğruyor. Yine iki bölüm halinde yayınlanan bu değerlendirmede H.Cahit, üslup konusunda yazara çatıyor ve laubaliliğin arttığını söylüyor. Bu romanın, "Bir Serecam"daki üsluptan yavaş yavaş uzaklaşmış olduğunu düşünüyor. Y. Kadri'nin, görmediği yerlere ve eşyalara (av borusu, Amerika cengülü, kuşları vb.) benzetmelerde yer vermesi; ecnebi kelimeleri bol ve rasgele kullanmış olması; Tevrat edebiyatından örnekler göstermesi; Ahmet Mithat gibi hikâyenin ortasında söz alması vb. Hüseyin Cahit in eleştirdiği hususlardır. "Felaket senelerinin hikâyesi" dediği romanın özetini de veren H.Cahit, bazı sorular soruyor fakat cevap alamıyor. 95 e. Kiralık Konak. Hüseyin Cahit bu eseri bulamadığı için çok geç okuduğunu belirterek konuya giriyor. Romanın, iyi bir hikâye tarzı ile başlamadığını, meddah hikâyeleri çeşnisi verdiğini söylüyor.. Bunun, özellikle hikâyeye bir eskilik hali, bir Osmanlı hususiyeti vermek maksadıyla yapılmış olabi1ecegini de düşünüyor. Zira eseri yayınlayan Dergâh Mecmuası, eskiye meftunluk hissi de beslemektedir.
Hüseyin Cahit'e göre, eserde bazı mevsim ve tarih yanlışlıkları varsa da bunlar, "eserin bizi karşılaştırdığı o derin ruhi ve içtimai mesele karşısında gözümüze çarpmadan, romanın zevkini bozmadan geçip gidiyorlar" Esere, eski-yeni çatışması demek istemediğini kaydeden H.Cahit, en çok Naim Efendi üzerinde duruyor. Ona göre, Naim Efendi iyi çizilmiş bir tiptir. Diğerleri onun yanında çok zayıftır. Kiralık Konak ın içinde bir Naim Efendi yaşadıkça bu eser, Türk edebiyatında her zaman yaşayacaktır: Bütün sönen bir dünyanın canlı bir abidesi olarak" diyen H.Cahit, Naim Efendi'nin eser üzerindeki tesirini bu cümlelerle ortaya koyuyor. Eserden bazı parçalar da veren H.Cahit, romanın kıymetini adeta ilk keşfedenlerdendir. Zira eseri "muharririn meşhur eserleri arasında ismi pek zikredilmemekle beraber, Kiralık Konak alaka ve zevk ile okunacak güzel romanlardan biridir" diye takdim ediyor. Yaban. H.Cahit, "Yaban" romanını tenkit ettiği yazısında özellikle teknik kusurlara dikkat çekiyor. Bu tutumun Yakup Kadri Bey'e yakışmadığını belirtiyor. Yakup Kadri'nin, Tevrat ve Batı, bilhassa eski Yunan hayranı olmasını, Anadolu kadınının durumunu eski Yunandaki kadınlara benzetmesini de Hüseyin Cahit hazmedemiyor. Bu romanı yazarın diğer romanlarıyla kıyasladığında, telmih ve teşbihlerin azalmış gibi göründüğünü de kaydeden H.Cahit, burada üslubun değişmiş ve "tazeleşmiş" olduğunu fark ediyor. Yeni Türkçe kelimelerin kullanıldığı eserde, Fransızca kelimelerin fena tesir yaptığını, bunların atılması gerektiğini söylüyor. H.Cahit, roman kahramanın meçhul bırakılmasının kasti olabileceğini düşünüyor. Çünkü ona göre yazar, burada belirli bir şahsı değil, Türk münevveri ile Anadolu köylüsünü tasvir etmek istemiştir. Eserin bütün sıklet merkezini, böyle bir tez üzerinde toplamak için yazar bu yolu tercih etmiş olabilir. H. Cahit, yazarın müşahedelerine katılmıyor. Münevverler hakkındaki ithamlarını sathi ve topyekûn buluyor. Tasvir edilen Anadolu köylüsünde gerçeği yansıtmadığını, bu köylünün bir savaş kazandığını hatırlatarak soruyor: "Yaban ın dediği gibiyse bu köylü bu savaşı nasıl kazandı? Bu müşahedeler nereden geliyor?" H.Cahit bu konuda şahsi bir hüküm vermek de istemiyor Hüseyin Cahit.
Ankara. Hüseyin Cahit, Yakup Kadri Bey in "Ankara" romanını ise "acemilik devresini çoktan geçirmiş yazarın iyi bir eseri" olarak takdim ediyor. Eserde, bir sanat ve edebiyat safhası olduğu kadar, bir de siyasi ve içtimai bir "tez" buluyor. Hüseyin Cahit, ilk hikâye kitabından son romanına kadar, Yakup Kadri'nin üslubunu tenkit etmiştir. Burada da yine aynı konu üzerinde ısrarla duruyor. "Ankara" romanında, Tevrat edebiyatına pek itibar edilmemiş olmakla beraber yine de bazı örnekler göze çarpıyor. Yabancı kelimeler (özellikle Fransızca) artmıştır. Bu noktada Hüseyin Cahit soruyor: Eğer Yakup Kadri Fransızca kelime kullanmakta ısrar edecekse, "... en alışkın bulunduğumuz yabancı unsurdan kelimeleri de atarak yerlerine halis Türkçe kelimeler kullanmak yolundaki hareketin ne manası kalıyor?"
Peyami Safa nın Romanları a. Dokuzuncu Hariciye Koğuşu. Hüseyin Cahit, Yakup Kadri den sonra "genç bir kabiliyet" olarak nitelediği Peyami Safa ya geçiyor. Peyami Safa'dan da ilk olarak Dokuzuncu Hariciye Koğuşu adlı romanı ele alıyor. Romanı çok beğendiğini söylüyor. Peyami Safa nın yalnız edebiyatla uğraşmamasını, Türkiye de sanatçının maddi problemle karşı karşıya bulunmasına bağlıyor. H.Cahit'e göre eser mükemmeldir. Fakat bu on beş yaşındaki çocuk bu yükü çekemez. "Bu çocuk Peyami Safa kadar okumuş ve düşünmüş görünüyor" Romanın güzelliklerini göstermek için tahlillerden örnekler veren Hüseyin Cahit, yazarın üslubunda ufacık bir laubalilik ve iptizal görememiş. Üslubunu "sade fakat yüksek" diye niteliyor. Yakup Kadri'den sonra gençlerin çok ilerlemiş olduklarını ifade ediyor. Peyami Safa nın başarısını aşağıdaki cümlelerle anlatıyor: "Peyami Safa en derin ruh tahlillerine hafif fırça darbeleriyle dokunmak ve yorgunluk vermeden bizim içimizde istediğini canlandırmak sırrını biliyor. Daha ilk sayfalarda rahat bir nefes alıyoruz. Görüyoruz ki karşımızda, bizi mutlaka istediği noktaya götürmek için bütün gayretini toplamış, uğraşan, çabalayan bir muharrir yok. O yalnız karşımızda bize bir genç ruhun batın hayatını yaprak yaprak ve çabuk çabuk açıyor. Bizi duyuşlarımızda serbest bırakmıştır.Zavallı bir gencin ruhundaki faciayı sadece anlatmakt. Fakat asıl güzel yazı bu". Bir Tereddüdün Romanı. Peyami Safa nın bu eserini de çok beğenen H.Cahit, romanı anlayabilmek için epeyce kültüre ihtiyaç bulunduğunu iddia ediyor. Eserden örnekler vererek yazarın Pirendello'nun etkisi altında olduğunu düşünüyor. Hüseyin Cahit'in eser hakkındaki düşünceleri şöyledir: "Bir Tereddüdün Romanını yaratan bir memlekette bir edebiyat vardır ve bu Avrupalı bir edebiyattır.(...) Bir Tereddüdün Romanı yalnız memleketimiz hudutları içinde kalacak kitaplardan değildir. Roman baştan nihayete kadar ruhi bir tahlil silsilesidir. Fakat bunda şuurumuzda geçen vakalar kadar şuurumuzun altından fışkıran hayat üzerine de aydınlık saçılmıştır. O derecede ki iki dünya birbirine karışmış, birbirini gözümüz önünde hakikattekinden daha berrak surette tamamlamış denebilir. Kitap felsefi temayüllerden ibaret cansız bir cilt değil. Burada felsefe dirilmiş ve karşımıza hakikatten ve hayattan koparılmış hala diri parçalarla çıkmıştır. Kitapta öyle sahneler var ki doğruluğu, canlılığı ile bize çarpıyor ve bizi titretiyor. Kelimeler ve şekiller arkasından yaşayan kalplere, karanlık şuur izbelerine iniyoruz. Bazı eserleri bir kere okumak bile fazladır. Fakat Bir Tereddüdün Romanı bir kerede bizi doyuramayacak kitaplardan. Onu her zaman elimize alabilir ve rasgele bir sayfasını açarak, bakir bir lezzet ile okuyabiliriz. Böyle derin ve nafiz bir sanat eserini bir iki sayfada tahlile değil, sadece tarife bile muvaffak olamayacağımı yazıma başlarken biliyordum. Bu satırlar eserin kıymetine karşı hürmetimi ve hayranlığımı anlatabilseler, yetişir . Fatih-Harbiye. H.Cahit aynı yazarın "Fatih-Harbiye" adlı romanına geçiyor. H.Cahit'e göre, "Peyami Safa bu eserinde Fatih ile Beyoğlu arasındaki uçurumun derinliklerine doğru tahlil ışıklarını uzatıyor. Bu, garplılaşmak isteyen şark Türkiye sinin geçirdiği ruh buhranlarından kopmuş bir sayfadır". Romanı hulasa eden, yer yer iktibaslar da yapan H.Cahit'e göre, Peyami Safa, hikâyesini çok kolay bir galebe ile neticelendiriyor. Neriman tekrar nişanlısı Şinasi ye dönüyor. "Facianın dehşetini bize hissettirmekte gösterdiği itinayı neticenin katiyetine karşı bize emniyet telkin etmek hususunda biraz ihmal etmişe benziyor.
Onun için, Fatih- Harbiye'de Fatih'in galebesine rağmen, meselenin bu kadar kolaylıkla halledilebileceğine pek ihtimal veremiyorum. Fatih-Harbiye bugün bizi üzerine çekecek, düşündürecek en taze, en canlı bir meseleye bir sanatkâr ruhun cesurane hücumudur. Peyami Safa nın kalemine ve iktidarına layık içtimai, büyük bir mevzu" H.Cahit, tasvirler için de şunları söylüyor: "Tasvirlerde de çok muvaffak oluyor. Onun yazılarında muhite ve maddi şeylere dair tasvirler ruh tahlillerinden ayrılamaz. Canlı ve cansız şeyler onun yazılarında birleşmiş1erdir. Her şey canlıdır ve bizden bir parçadır. Onun içindir ki tasvirlerini yalnız edebiyat yapmak merakından doğmuş lüzumsuz teferruat diye bir tarafa atmak imkân haricindedir. Romanlarında cemadat bile birer valt'a şahsidir ve vakıa kahramanıdır."
Sabahattin Ali’nin Değirmin Adlı Kitabı. Hüseyin Cahit, Peyami Safa'dan sonra "geniş kabiliyetli bir muharrir" dediği Sabahattin Ali'nin "Değirmen" adındaki hikâye kitabını tanıtıyor. Ona göre tetkik ve müşahede kabiliyeti olan Sabahattin Ali, "...süse ehemmiyet vermiyor, tereddüde düşmüyor, vakit kaybetmiyor, emin ve çabuk adımlarla dosdoğru gayeye yürüyor ve çoğunda bu gayeye varıyor. Bay Sabahattin Ali, dünyayı pembe renkte görüyor denilemez. Yazılarının verdiği edebi hazların üzerine hayat ve insanlar hakkındaki acı görüşlerinden bir hüzün ve melal, bir yeis ve fütur dalgası dökülüyor. Fransız realist ve natüralist mektebinin sanat çeşnisinden bu hikâyelerde bir rüzgâr var. Bu andırışı ben iyi manada alıyorum ve bir meziyet diye bahsediyorum". Bozuk tiplere karşı içinde zapt edemediği bir muhabbet duyan Sabahattin Ali nin hikâyelerinde tez yoktur. Bu durum, tezli eserleri sevmeyen H.Cahit'in hoşuna gidiyor. Hüseyin Cahit'e göre, "Muharrir hikâyenin arasında kendi sesini işittirerek fikirlerini ve felsefesini bize anlatmağa kalkıyor. Fakat cümleler önünde çağlayan sanatkârın sesi bize kalbinin muhabbetlerini ifşa ediyor.(...) Üslubunun tesiri kelime süslerinden ziyade ifadenin kudret ve muvaffakiyetinden ileri geliyor". Hikayelerinin bazılarında realist, bazılarında başka bir ruh, aşk ve hülya aleminde olan Sabahattin Ali, H.Cahit'e göre, "..hikayeci1ik sanatında mevcudiyetini kuvvetle hissettirecek bir sanatkar ruhuna maliktir"
Şiir Fikir Hareketleri dergisinde Hüseyin Cahit'in üzerinde en çok durduğu tür şiirdir. Şiir tenkitlerinde objektif kalmaya özen göstermiştir. Hüseyin Cahit'in ele aldığı yazar ve eserleri şunlardır: 1. Yaşar Nabi Bey'in "Onar Mısıra", "Mete" ve "Beş Devir" adlı şiir kitapları. Yazar, ilki için, "ebedi bir kalp hikâyesi", "bir deri ve ter macerası" diyor. Bu şiirlerde, Servet-i Fünun edebiyatı kokusu ve üslubu buluyor. Şiirlerden örnekler de veriyor. H.Cahit "Mete"yi beğenmiyor. "Türkün milli bir kahramanı bu şekilde idealize edilemez sanırım" diyor. "Beş Devir" için ise dikkate değer bir tenkit yapmıyor Şukufe Nihal ın "Yıldızlar ve Gölgeler", "Gayya", ve "Su" adlı şiir kitapları. H.Cahit, Şukufe Nihal de Servet-i Fünun edebiyatının tesirini görüyor. Yazarı tatlı bir hayal içinde bırakan bu şiirlerde, tamamıyla Fikret'in üslubu, tarzı ve düşüncelerinin bulunduğunu şiirlerinden verdiği örneklerle ortaya koyuyor. "Hiç şüphe edilemez ki Şukufe Nihal Hanımefendinin ruhunun ve zevkinin terbiyesinde Servet-i Fünun edebiyatı ve bilhassa Fikret'in nazmı ve tefekkür tarzı büyük bir tesir icra etmiştir. Bazı acemi kalemlerin yaptıkları gibi adi ve kıymetsiz bir taklit eseri karşısında bulunmuyoruz. Bu yazılar Servet-i Fünun edebiyatı zamanında neşredilmiş olsaydı Şukufe Nihal Hanımefendiye kıymetli bir şöhret ve mevki temin ederlerdi" diyen H.Cahit, "Gayya"da görüş, lisans ve düşünüşün başka ve yeni olduğunu, "Su"da da aynı özelliklerin bulunduğunu kaydediyor Hüseyin Cahit, Celaleddin Tevfik Bey'in "Salkımlar" adlı şiir mecmuası hakkında da şunları düşünüyor: "Celaleddin Tevfik Bey kendisini yalnız sanat mülahazalarıyla bağlı görerek, "Salkımlar da hislerini terennüm etmekten başka birşey yapmamış. Sade şair kalmak istiyor ve sanatkârın bu sadelik içinde asıl büyüklüğe yükselebileceğini teslim ediyor. "Salkımlar"da henüz kendisini arayan, etrafındaki dar ufukları henüz parçalayamayan bir genç şair karşısında bulunuyoruz. Şair pek sevdiği bazı mefhumlara ve hayallere gençliğin ve başlangıcın verdiği bir sadakat ve nefis feragati ile o kadar merbut ki onlardan bir turlu ayrılamıyor. Küçük mecmuasında kendi kendisini tekrardan büyük bir haz alıyor. Bahusus ki şair hiç böyle fazla, mübalağalı tavır ve hareketlere kalkmağa lüzum görmeden pek samimi olabilmek ve bizi elemelerine teşrik etmek sırrına vakıftır ". Şairin Divan şiirinin kelimelerini kullanması Hüseyin Cahit'e çok tuhaf geliyor. Şiirlerde çokça görülen "ah"lar içinse: "Celaleddin Tevfik Beyin ah larını zapt etmekte biraz iradesiz görüyorum" diyor. Şiirlerinden örnekler vererek tenkitlerini ona göre yapıyor
Necip Fazıl ın "Ben ve Ötesi" yılları arasında yazdığı şiirlerini topladığı "Ben ve Ötesi" adlı şiir mecmuası da Hüseyin Cahit in eleştirisinden kendisini kurtaramamıştır. Necip Fazıl ın şairliği ve şiirleri hakkında bilgi veren H.Cahit, şiirlerine dayanarak sanatkârlığını tenkit ediyor. Üslubu üzerinde uzun uzun duruyor. Beğenmediği tarafları çok olmasına rağmen, şiirlerinin güzel yanlarına az da olsa temas ediyor. Ona göre, Necip Fazıl Bey, tabiiliğini, samimiliğini muhafaza edebildiği müddetçe alelade, sevimli bir şair sıfatıyla yazılarını lezzetle okutuyor. "Necip Fazıl Bey içlenip içlenip hayal kurmak için kendisini zorlamadığı, göklere yaslanıp çığlık savurmağa kalkmadığı zamanlar pek güzel levhalar çizmektedir. Tasvirde bazen muvaffak oluyor.(...) Necip Fazıl Bey in arada tesadüf ettiğimiz muvaffakiyetli parçaları fikrimce kendisini yeni Türk şiirinin temellerinden biri diye kabul etmeğe kâfi değildir"
Ekrem Reşit Bey'in "Beni Yalnız Bırakınız". Bu şiir kitabının tanıtımı münasebetiyle, şairi bazı basmakalıp ifadeler kullanmış olmasından, aşk mevzuunu daha derinlemesine ve güzel işleyememesinden dolayı tenkit eden Hüseyin Cahit, genç olduğunu tahmin ettiği yazarı Servet-i Fünuncular gibi olan duyuş tarzından tanıdığını; çok iyi tasvir etmek ve hissettirmek kabiliyetinden dolayı beğeniyor. Bütün yeniliğine rağmen, asri dediğimiz his tarzlarına uzak kaldığını, ruhuna eski saffetlerden bir damla aktığını da kaydediyor. Şiirlerinden örnekler veriyor Hüseyin Cahit,
Ercüment Behzat Bey'in "S.O.S." ve "Kaos". Bu şiir kitapları, Hüseyin Cahit'i kızdırıyor. Zira şiirlerinden bir şey anlamıyor. Arada bazı güzel parçalara rastladığını da gizlemiyor. Kaos kelimesinin hiçbir dilde olmadığını söyleyerek üzerinde fazla durmuyor. Eserin başındaki açıklamalarda da tenakuz buluyor. Burada şair kendi mektebini açıklamışsa da böyle bir mektepten H.Cahit haberdar değildir. Şairin şiirlerinden örnekler veriyor. Ama o, bu tür şiirle ilk karşılaştığından zevk almadığını söylüyor Cahit Sıtkı Bey'in "Ömrümde Sükût". Bu eseri günün modasına uymayarak ruhunu aksettirdiği için samimi bulan Hüseyin Cahit e göre sükût kalptedir. Kalp söylemeyince ömrün ne manası kalır? Cahit Sıtkı şiirlerinde kendini anlatır. Kitabin en zayıf şiirleri maziye ve hatıralara taalluk edenlerdir. Şair bu parçalarda sade edebiyat yapmıştır. Üslup konusunda şairi eleştiren, bazı hatalarına işaret eden H. Cahit, dünyayı yaşanmaya değer buluyor. Böyle bedbaht olmak için bütün ömür ıstırap çekmenin zahmete değer bir şey olduğunu kaydederken, şiirlerinden örnekler de veriyor Reşat Feyzi Bey'in "Matbaada Akşam". Hüseyin Cahit bu eserle ilgili yazısında, şairi günlük gazeteciliğin hummalı, yarına yetiştirme telaşı içinde, pek işlemeden, düşünmeden, çırpıştırma alışkanlığını terk etmemiş olduğu için tenkit ediyor. Şiirlerdeki bazı mantık hatalarını da örneklerle gösteriyor. Neticede, şairin bizimle eğlenmediğine hükmediyor. Şiirlerde ne üslup cazibesi, ne şekil güzelliği, ne de bir kelime ahengi bulmak mümkündür. O halde bu zahmet niye? diye soruyor Hüseyin Cahit bu defa da "Biri İdeal Arkasında, Biri Sanat Peşinde" olan iki şairden bahsediyor. H.Cahit'e göre, Turan ülkesine; sadık kalan evlatlardan "Atsıza Yoldaş" imzasını atan Bay M. Mengüç, şiirlerinde Turan ın yerini Anadolu'ya bırakıyor. Küçücük eserinde Turan aşkını büyük bir canlılıkla taşıyor. "Yarın Turan Benimdir" adlı eserinin her sayfasında temiz ve yüksek bir Türklük heyecanı samimi ve tabii olarak fışkırıyor. İkinci şair, sanat peşinde koşan Hamdi Gökalp tır. "Güz Yaprakları" adlı kitabında kalp dertlerini, bazı küçük tasvirleri, bize gösteriyor. Şiirlerinde bazı düşkünlükler, bazı müptezel ifadeler bulunmasına rağmen, eserini okutturan meziyet, sadeliği ve samimiyetidir. Her iki şairden de örnekler veriliyor M. Kemal Ergenekon un "Attila". Bu eseri başarılı sayarken bazı kusurlarına, işaret ederek şöyle diyor: "Şair M.K. Ergenekon un muvaffakiyetinin sırrını duygularının samimiyetinde ve bunları bekâreti ve harareti ile ifade edebilmesinde buluyorum. Onun için kendisinden çok şeyler bekliyorum" M. Atsıza Yoldaş imzalı şairin "Bir Bayrak Altında" adlı şiir kitabının tanıtımına geçmeden önce H.Cahit, şairinden söz ediyor. Şair daha önce "Çığır" mecmuasında "Kastamonu" adıyla bir manzume neşretmiş, H.Cahit de bu şiiri çok beğenmiş. O zaman "Mengüç" imzasını kullanan şair, şimdi kesin bir isim bulmuş ve şiirlerini bu isimle yayınlamıştır. H.Cahit, şairin, ırk ve kan nazariyesine bağlılığını dile getiren şiirlerinin bugün gençlik tarafından kıymet bulmayacağı kanaatindedir. Onun tutumu ile Hitler cilik arasında benzerlik buluyor. Almanya yı örnek veriyor. Şairin kabiliyetinin, "Cansız eşyaya, bir ruh vererek onları insanların hayatına karıştırmakta kendisini gösterdiğine" inanıyor. "Değirmen" adlı şiirini örnek gösteriyor. H.Cahit, şaire yakıştıramadığı bazı parçaların bu esere girmemesinden yanadır. H.Cahit genç şairleri destekliyor. Şairi hayal ve duyguların ifadesinde acemi buluyor. Gramer hatalarına rastlıyor. Ama ondan iyi bir şair çıkabileceğine de ihtimal veriyor Hüseyin Cahit, Osman İzzet Ulukut'un "Konser" ile Zekeriya Gökaytaç'ın "Hicran Sabahı" adlı eserlerini de değerlendirmeye tabi tutuyor. Bir sene evvel bu sütunlarda O.İsmet in ilk kitabı "Her Akşam"dan bahseden H.Cahit, onun da "Sönen ve sanat için kaybolan istidatlar" arasında olmamasını temenni etmişti.
Şimdi ikinci kitabıyla karşılaşıyor, ilk eserdeki ufak tefek kusurlar "Konser"de görülmüyor. Sadece bazı şiir başlıkları Fransızcadan alınmıştır. Şiirlerin "hemen hepsi bize şairin bu deruni hayat labirenti içinde biraz aydınlık bulmak ve iyi görmek, kendi kendisini bulmak için kendisiyle mücadelelerini ihtiva ediyor" "Lirik şiirleri sevenler, kalbin ve ruhun loş ve müphem sahalarında titreşen hislerin dilinden hoşlananlar İ.Ulukut'un şu küçük eserini kendilerinin yakın bir dostu bileceklerdir" diyen H.Cahit, Zekeriya Gökaytaç; ve eseri için de şunları söylüyor: "Zekeriya Gökaytac, İstanbul hasretini gönlünde taşıyan bir şair ruh.(...) Zekeriya Gökaytaç ın kitabı bize kendisinin muhtelif vadilerdeki istidat ve kıymetini gösteriyor" Hüseyin Cahit, Hüseyin Siret Özsever in "Kıvılcımlı Kül" adlı şiir kitabını tanıtma yazısında, "Edebiyat-ı Cedide"nin ince ve zarif şairi Hüseyin Siret'in, bugün de eski şairlerimizin lisanıyla bir gazel yazdığını, bunun güzel olabileceğini, ancak "Siret" olamayacağını kaydettikten sonra ilave ediyor: "Bugünkü Siret'in intibalarında Servet-i Fünun zamanının ümit ve hülyalarını aramak biraz garip olmaz mı? O zamanın dertlerine, hicranına, gözyaşlarına ve elemlerine karşı sanatkârın içinde yanan bir hayat ateşi vardı ki onu elinden tutarak dimdik yürütüyordu. Fakat bugün yazıları bize çok daha acı ve melal ile örtülü geliyor. Çünkü üzerinden uzun bir tecrübe ve hayat devresinin kasırgaları geçmiştir.
İşte Edebiyat-ı Cedide mücahitlerinden Siret bugünkü dil ile yazıyor ve güzel yazıyor. İnsanin içinde sanatkârlık ateşi varsa filan zamanda ve filan dilde değil her zamanda ve her dilde güzel eser yaratabilir. Geçmiş denilen bir edebi devrin şairi işte bugün de kendisini okutuyor, hem zevk ile okutuyor. Çünkü o filan tarihin şairi değildir, sadece şairdir ve her zaman şairdir. "Siret'in son yazılarını okurken, Servet-i Fünun şairi üzerinde zamanın hiç tahribat yapmadığını büyük bir sevinçle gördüm. Bilakis zaman onu daha olgun bir hale getirmiş, onu derinleştirmiştir. Bilmem neden, gazel vadisinde de kalemini tecrübe etmek istemiş. Bunlar güzel olabilirler, fakat "Siret" değiller" Seyahat Edebiyatı Yazarların medeni ülkelere ve medeniyet merkezlerine, çeşitli sebeplerle yaptıkları seyahatlerle ilgili intibalarını ihtiva eden eserlerin tanıtımına da önem veren Hüseyin Cahit, dergisinde, bu türün en güzel örneklerini vermiş olan Falih Rıfkı Atay'dan başka, Şukufe Nihal, İsmail Habib ve Sadri Ertem'in konu ile ilgili kitaplarını da ele almıştır. 1. Falih Rıfkı nın eserleri:
a."Yeni Rusya". Hüseyin Cahit, "Türk nesrinin en muvaffakiyet gösteren bir kuyumcusu" diye vasıflandırdığı Falih Rıfkı nın bu eserini iki bölümde tanıtıyor. "Yeni Rusya" başlıklı yazısında, yazar için şunları söylüyor: "O, minyatür sanatkârları gibi ince ve sakit çalışmaz. Üslubunun arkasından, kuvvetli bir çağlayan sesi gibi, örs ve çekiç darbeleri kulağı doldurur. Bu, yeni ve şahsi bir hayal ve heyecan yaratan bedii icadın hayat uğultusudur, sanat musikisidir". Hüseyin Cahit, Rusya için çok kitap yazıldığını, ama Falih Rıfkı nın eserine güvendiğini söylüyor. Yazının ikinci bölümünde eserle ilgili malumata devam edilerek, Falih Rıfkı nın, bu kitabında komünizmin esas davalarını ve bunları ne dereceye kadar tatbike muvaffak olduğunu direkt tetik etmek istemediği halde, eserin, edebiyatın sırrı ve sanatkârlığın muvaffakiyeti ile okunduğu belirtiliyor.
b."Moskova-Roma". Bu eserini yine iki bölüm halinde değerlendiren Hüseyin Cahit yazının ilk bölümünde yer yer yazara çatıyor. Onda demokrasiye karşı bir nefret olduğunu zannediyor. İkinci bölümde de kitabı tanıtmaya devam ediyor.
c."Zeytindağı". Ona göre kitap, harp senelerinde Suriye cephesine ait hatıraları ihtiva ediyor ve düzensiz, rast gele sıraya konuluvermiş parça parça levhalara benziyor. Bu, Türk ün cephedeki fedakârlığının edebi bir destanıdır. Bu eseri Cemal Paşa nın aleyhinde sananlar, paşanın çok sevdiği F.Rıfkı nın, velinimetine bu şekilde davranmasını hoş görmeyerek eleştirmişlerdir. H.Cahit ise bu kanaatte değildir. Eserden aldığı parçalarla yazarın, Paşa yı zannedildiği gibi başarısız değil, bilhassa kararlı bir kumandan olarak gösterdiğini ortaya koyuyor ve eseri fevkalade güzel buluyor. Edebiyatımızda böyle bir esere tesadüf ettiği için iftihar ediyor. Zira eserde siyasetçilik asgari düzeyde tutulmuştur. Bu da sanatkârı, bütün kabiliyetlerini göstermek hususunda serbest bırakmıştır. ."Denizaşırı". Parlamentolar birliğinin Brezilya'daki toplantısına Türk Murahhası olarak giden Falih Rıfkı nın edebiyatımıza kazandırdığı "Denizaşırı" adlı seyahat eseri de H.Cahit tarafından değerlendirmeye tabi tutulmuştur. H.Cahit'e göre eser, bir ruzname çerçevesini çok aşmıştır. Yazar, okuduklarını, duyduklarını gördükleri ile karıştırmış, sihirli üslubuyla hepsini birbirine bağlamıştır. Eseri "Zeytindağı" ile karşılaştıran H. Cahit, ondaki kuvveti ikincisinde bulamıyor. Denizaşırı da sadece yazarın şahsiyetini görüyor. Üslubunun hususiyetinden bahsederek eserdeki fıkralardan örnekler veriyor.
Neticede şu hükme varıyor: "Türkçede okunacak kitap bulunmamasından şikâyet edenler Falih Rıfkı nın eserlerini okumadan bunu söylüyorlarsa haksızlık ediyorlar". "Tayms Kıyıları". Hüseyin Cahit'e göre, İnkılâp çocuğu ruhu ile İngiltere'yi gezen Falih Rıfkı, "gözlerinde milli savaş imanının ateşiyle" etrafına bakarak bize bu eseri armağan etmiştir. F.Rıfkı, oradan bize sadece kuru fotoğraflar değil, "duygularının arasından süzülmüş canlı levhalar" getirmiştir. Hüseyin Cahit eseri okuyucularına şöyle tavsiye ediyor: "Seve seve okunacak, saklanacak ve tekrar tekrar okunacak bir eser"
Şukufe Nihal ın " Finlandiya". H.Cahit'e göre, Finlandiya'da üç gün kalan şair, oraya adeta âşık olmuştur. Çok sevdiği Finlandiya yı bize de sevdirmek arzusundan kendini kurtaramamıştır. "Finlandiya da Üç Gün" başlığı altında kendi müşahede ve İhtisaslarına dair yazdığı sayfalar, edebi bir nesrin bütün zevkini bize veriyor. Seyahat hatıraları yazan muharrirlerimizin kendini kurtaramadıkları ufak bir dalgınlık eserine burada da rastlıyoruz. Şukufe Nihal Finlandiya'da üç gün kalmıştır. Üç günde bir ülkeyi tanımak zordur. Şair, oraya dair okuduğu eserlerden, tanıyanlarla konuşmalarından duyduğu, öğrendiği bilgilerle, kendi müşahedelerini birbirine karıştırmıştır. Eser bize her bakımdan (sosyal tekâmül, edebiyat, hükümet, parlamento, maarif, kadın) Finlandiya yı tanıtmayı amaçlıyor. Tasvir ve müşahedeler kadar, bu çorak görünecek malumat da sevimli bir üslubun okşamaları sayesinde cazip bir hal almıştır
İsmail Habib'in "Tuna dan Batıya". Tuna yoluyla Viyana ya giden, Berlin, Paris ve sahili dolaşarak Napoli ve Atina yoluyla İstanbul a dönen İsmail Habib'in seyahat hatıralarını ihtiva eden bu eseri de Hüseyin Cahit'in tenkitlerine maruz kalmıştır. H.Cahit'in İ.Habib'i tenkit ettiği nokta onun, kelime oyunlarına başvurması ve bunu çok ileriye götürerek okuyucunun canını sıkmasıdır. Bu seyahatte ona kafası ve zekâsı refakat etmiştir. Birinci plana onlar geçtiği için gerçek müşahedeler gölgede kalmıştır. Eserdeki hatırlama ve kelime oyunları biraz fazla kaçtığından rahatsız edicidir. Eserden örnekler de veren H.Cahit son olarak şöyle diyor: Kısaca diyeceğim ki İsmail Habib edebiyatımıza bir eser kazandırmıştır
Sadri Ertem'in "Ankara- Bükreş". Hüseyin Cahit, son olarak Sadri Ertem'in "Ankara- Bükreş" adlı eserinden bahsediyor. Sadri Ertem'i de okuduklarını ve duyduklarını himaye etmek ve bunları benimsemekle suçluyor. Zira Romanya'da kısa bir seyahat yapmış bir turistin bu tür hükümler vermesi imkânsızdır. Bunu örneklerle gösteriyor. Hüseyin Cahit, Fransız edibi Jules Romains'in seyahat hatıraları ile ilgili görüşlerine de yer verdiği yazısında, edibin, bir memlekette bir parça dolaşıp da o memleketin ruhi, sosyal ve siyasi varlığı hakkında derin ve felsefi izahlar veren arkadaşlarıyla eğlendiğini kaydederek, onu haklı bulduğunu söylüyor. Sadri Ertem'i de bu hataya düşmüş olması bakımından eleştiriyor Hüseyin Cahit, Matbuat hayatının söylendiği gibi durgun olmadığını kaydeden Hüseyin Cahit, "Matbuat Hayatı" başlıklı yazısında, fikir sahasında görülen faaliyete hayranlığını dile getirirken düşüncelerini şu cümlelerle ortaya koyuyor: "Türkiye hiçbir zaman böyle bir inkişafa nail olmamıştır. Memleket bu risaleleri yaşatabilirse, matbuat hayatımızda durgunluktan değil, hareketten bahsetmeğe hak kazanmış oluruz". Hüseyin Cahit bu yazısında önce Kadro, sonra da Kooperatif dergileri üzerinde duruyor. Kadro'da Şevket Süreyya nın ilgi çekici Türk nasyonalizmi ve Türk inkılâbı bahsini tetkik ettiğini, muarızlarına cevaplar verdiğini kaydeden H.Cahit, bazı noktaların açığa kavuşmasını istiyor: 1. İnkılâbın mahiyeti açıklanmalıdır. 2. İnkılâp kelimesiyle kastedilen mana tasrih edilmelidir. H.Cahit, bu dergideki Şevket Süreyya nın fikirlerini kendisininkiyle karşılaştırıyor ve arada büyük farklar gördüğünü kaydediyor. Kooperatif dergisini çıkaran Ahmet Hamdi Bey'i de aynı hususlarda tenkit eden H. Cahit, bu yazısında dergi tanıtımından ziyade, dergilerdeki yazarların kendine uymayan fikirleri üzerinde duruyor. "Bizim Allameler" adlı yazısında da H. Cahit, İzmir de yayınlanan Kültür mecmuasının Fikir Hareket1eri'ni tenkidi vesilesiyle bu mecmuadan bahsediyor. Son zamanlarda neşredilen mecmualarla yazılara da yer veren H.Cahit, "Son Yazılar ve Eserler" adlı değerlendirmesinde, Ankara da yayınlanan Çığır, Mersin Halkevi Mecmuası olan Güney ile Konya'da yayın hayatına başlayan Selçuk isimli dergileri tanıtıyor. Bu dergilerdeki bazı şiir ve yazıları beğenen H.Cahit, örnekler de veriyor. Dergileri başarılı ve ümit verici bulduğunu da söylemeden geçemiyor. Hüseyin Cahit in ayrıca, Nurullah Ata, Şevket Süreyya gibi yazarlarla çeşitli konularda polemiğe girdiğini görüyoruz
Tercüme Fikir Hareketleri, büyük ölçüde tercümeye dayalı bir dergidir. Tercümelerin tamamı, dergiyi tek başına çıkaran Hüseyin Cahit'e aittir. Öğrenme merakını hisseden okuyucularını pek çok konudan haberdar etmek isteyen Hüseyin Cahit, F. Nitti, Alain, F.Delaisi, C. Turgeon, F. Strowski, C. Sforza, J.Benda, F. Cambo, M. Trumer, C. Bougie; Hocart gibi alanlarında uzman ve meşhur kişilerin eserlerinden yaptığı tercümelerde şu konulara ağırlık vermiştir: Demokrasi, hükümdarlık idaresi, emperyalizm, Marksizm, sosyalizm, faşizm, nasyonalizm, müstemlekecilik, komünizm, eski ve yeni diktatörlükler, medeniyet, ilim, sanat, kültür, sanayi ve teknik, harp sonu Avrupası ve diktatörlükler, diktatörlükleri doğuran ve kolaylaştıran sebepler, hayat felsefeleri, dünyanın gidişatı, Hegel, Marks ve Engels'in tesirleri, Avrupa'nın menşeleri, Avrupa ruhu, modern insanin yetiştirilmesi, Rusya'da hayat, dünya buhranının sebepleri iktisadi buhran vb. Dergide yoğun bir şekilde yer tutan fikir, yazılarının dışında, roman, hatıra, sefaretname, mektup gibi eserlerle, Rusya yı her yönüyle tanıtmayı amaçlayan tefrika yazılara da yer vermiştir.
Chartier ALAİN ( ) Fransız düşünürüdür. Estetikçidir. Söyleşileriyle ünlüdür. Çeşitli okullarda felsefe okutmuştur. Estetik alanda Kant okuluna bağlıdır. Çeşitli söyleşileri dilimize de çevrilmiştir. Başlıca yapıtları: Spinoza(1901), Propos d Alain, Propos Sur I esthetique(estetik üzerine söyleşiler, 1923), Etude Sur Descartes(1928), Idees: Platon, Deskartes, Hegel, Comte(1939), Histoire de mes Pensees(1936) başlıca yapıtlarıdır. Fikir Hareketleri dergisinde Alain in ekonomiden politikaya, siyasetten terbiyeye kadar birçok makalesi tercüme edilmiştir. Ekonomiye dair konuşmalar yazı dizisinde Alain üretim ile tüketim arasındaki farkları ve tüketicilerin bilinçsiz davranışlarından bahsediyor. İnsanların ucuz veya pahalı mal almaları konusunda özgür olduğunu ama reklâmların, ilanların, sergilerin insanların aklını çeldiğini bu nedenle de insanların çoğu alışverişe çıktığı zaman hiç ihtiyacı olmayan bir sürü şey alıp evine döndüğünü bu nedenle de hesaplarının alt üst olduğuna dikkat çeker. Ekonomiyi düzeltmenin insanların elinde olduğunu ve bunun farkına varmanın da bir kar olduğunu ifade ediyor. Efendi köle ilişkisine değinen Alain asıl bilenin, üretenin, yapanın köleler olduğunu, efendileri efendi yapanın köle olduğunu ifade ederek ortada tersine çevrilmiş düzenden bahsediyor. Boş başların, işe yaramazların yukarı çıktığının altını çiziyor. Üretici-tüccar münasebet ve farklarını anlattığı diğer bir makalesinde işçilerle-tüccarları su ve zeytinyağı gibi birbirinden net bir şekilde ayrılan iki sınıf olarak anlatıyor. İşçilerin bir süre sonra kişiliklerini etkilediğinden bahseden Alain e göre işçiler cüretkâr, şiddete meyilli iken, burjuvalar ise daha ihtiyatlı ve yumuşak başlıdır. Çünkü kaybedebilecekleri çok şey var ama diğer sınıfın kaybedecek bir şeyi yoktur
Üretim esnasında malın ucuza üretilebildiğini ama bu malların komisyoncu ve satıcıların elinde pahalılaştığını belirttikten sonra bunun nedeninin de reklâm, simsar vs. gibi masrafların neticesi olduğunu ifade etmektedir. I.Dünya Savaşının çıkmasının Kapitalizm yüzünden olduğunu savunanlara Alain savaştan kurtulabil indiği takdirde kapitalizmin korkulacak hiçbir yanı olmadığını savunuyor. Ekonominin önemine de değinen muharrir politikayı da hükümeti de yönlendiren ekonomidir diye düşünüyor. Ekonomik buhranların nedenlerini ele alan yazara göre insanların tehlikeyi sezmesi, ellerindeki paraların zor zamanlarda hayatlarını kurtarmaya yetmeyeceğini anladıkları anda paranın değerinin düşüp temel ihtiyaç mamullerinin fiyatının çıktığını anlatıyor. Kısaca bugünkü ekonominin nasıl kurulduğunu hangi devrelerden geçtiğini anlatarak bugünkü kullandığımız birçok şeyin binlerce yıl önce icat edildiğini izah ediyor. Zenginlere kafayı takan, onları birer çocuk gibi gören yazara göre onlar sadece rahatlarına bakarlar. Fakirler ve işçi sınıfı kazmayla, kürekle emekle para kazanırken zenginler lafla para kazanırlar. İki ayrı zengin tiplemesinden bahseden yazara göre bir kısmı tamamen müsrif, lüks içinde yaşarken diğer kısmı ise tamamen biriktirme, daha çok biriktirme taraftarıdır. İnsanların kapitalizmi tartışmalarının boş olduğunu asıl üzerinde durulması gerekenin gerçek kişiler olması gerektiğini savunuyor Alain kişilerin müsrifliğinden sonra devletlerin müsrifliğini ele alıyor. Ona göre ekonomileri bozan, iflasa sürükleyen en önemli amilin siyasi rekabet ve siyasetin ekonomiye müdahaleleridir. Almanya ile Fransa arasındaki daha büyük ve daha süratli gemi yapma yarışına değinen Alain bu iki devletin de kar düşünmeden, bütçeden karşılanmak üzere, müthiş paralar dökerek bu rekabeti sürdürdüklerini bunun parasının da insanların cebinden çıktığını ve ekonominin biraz daha kötüleştiğini belirtiyor. Siyasi çılgınlıkların bunalımlara sebep olduğunu belirttikten sonra ekonominin barış ortamında ve serbestlikten hoşlandığını dile getiriyor. Kapitalizmi işleyen yazara göre kapitalizm üç devreye ayrılır. Birinci devrede büyük patronlar son derece cimri yaşar, para biriktirip daha da zengin olmaktan başka şey düşünmezler, çalıştıkları mekânlar harabe, aileleri fakirler gibi yaşar ama bunu hiç önemsemezler, para harcamamak tek düşünceleriydi. İkinci devre sermaye sahibi fakat meslekten anlamayan, sadece karına bakan lüks içinde yaşayan patronlar devridir. Fabrikaları ayakta tutan onların parasıdır. Onlar da yalnız karına baktığı için sanayi kuruluşları belki de hiç tanımadıkları bir insanın parasına para katmak için var güçleriyle çalışıyorlar. İşte bu devrede artık bir değişiklikten bahseden yazara göre eskisi gibi para harcamayan masraf yapmayan yok olup gider. Çünkü artık devir reklâm ve tanıtım devridir. Diğer devir ise devletlerin rekabeti devridir. Daha iyi olabilmek, daha güçlü olabilmek için girişilen amansız rekabet devri ki bu da dünyayı savaşlara, yoksulluğa sürükleyen bir devirdir.
Julien BENDA ( ) Fransız düşünürüdür. Usçudur. Bergson la savaşmakla ünlenmiştir. Felsefi romanlar da yazmıştır. Dreyfüs konusunda yazdıkları büyük yankılar uyandırmıştır. Usçuluk, sezgicilik, varoluşçuluk ve estetik alanlarında ilgi çekici incelemeler yapmıştır. Du Style D Idees(1947), Tradition de I Existentialisme(1946), La Crise du Rationalisme(1949), Sur le Succes de Bergsonisme, Trahisons des clercs, Le Fin de I Eternel başlıca eserleridir. Benda ya göre Avrupa Nasyonalizminin ortaya çıkmasında ve yabancı düşmanlığına dönüşmesinde en büyük etki Alman düşünürlerindir. Alman düşünürlerinin kendi ırklarını üstün tutmaları, diğer milletleri ve ırkları aşağılamaları Fransa vs. gibi diğer Avrupa ülkelerinin de aynı şekilde davranmalarına neden olmuştur. İnsaniyete rehberlik etmesi gereken düşünürlerin bu davranışlarının medeniyeti tehlikeye düşürüp dünyayı çirkinleştirdiğini vurgulayan Benda ya göre bunlar kendi ırklarının üstünlüğüne o kadar inanmışlar ki başka bir şeyi onlara kabul ettirmek imkânsızdır. Ona göre, bu düşünürlerin ektiği milliyetçilik, ırkçılık tohumları daha ileriki zamanlarda siyasi ihtiraslara dönüştü ve bütün Avrupa halklarında kökleşti. 19.Asra gelinceye kadar meydana gelen savaşlar büyük maddi kayıplara rağmen halkın büyük kesimi tarafından pek fazla umursanmazdı. Ama artık Avrupa da ırk, sınıf, millet ihtirasına yahut bunların üçüne birden kapılmamış insan yoktur. Bugün Avrupa nın bir ucundan diğer ucuna kadar kin ve nefret vardır. Yazar, dünyada kin ve nefrette birlik olan büyük grupların ve sınıfların kurulduğuna ve bununda daha büyük savaşlara neden olacağını düşünüyor. Milliyet hissi Avrupa da gittikçe derinleşmiş ve artık maddi değerlerin yanında manevi değerlere de pek önem verilmeye başlanmıştır. Bu hisler de ırkçılık doğmuş ve Avrupa yı etkisi altına almıştır. Devlet reislerinin de bu hisleri (vatanperverlik) kullanmayı ihmal etmediğini belirten yazar örnek olarak İtalyan Mussolini ve halkını örnek veriyor. Milliyetçilik ihtirasları en çok şu şekilde görülüyor. 1.Yahudi Aleyhtarlığı 2.Mal sahiplerinin işçilere karşı hareketleri 3.Otorite taraftarlarının demokratlara karşı hareketleri. Üstelik bu ihtirasları savunan kişiler kendilerini otorite zannediyorlar. Avrupa da tehlikeli bir hal almaya başlayan ırkçılığı artık sadece politikacıların yapmadığına değinen Benda ya göre artık, şairler, yazarlar, tarihçiler vs. gibi çok daha tarafsız olması gereken kesimlerin de yapmaya başlaması tehlikeyi biraz daha arttırıyor. Şairler artık şiiri siyasi ihtiraslarına alet yaptı, romancılar kendi milletini üstün göstermek için romanında kendi milletinden birini başka milletten biriyle karşılaştırıyor ve bütün iyiliği, güzelliği hep kendi milletinden olana hasrediyor. Hele hele insanların ihtiraslarına gem vurması gereken tarihçilerin tarihi çarpıtarak anlatmaları insanları daha da hırçınlaştırıyordu. 145 Makalelerinde genel olarak dünyanın bir gerginliğe doğru gittiğinden tehlikeli bir şekil alan ihtiraslardan, medeniyetin bugünkü manzarasından bahseden J.Benda barışın önemini savaşların kötülüğünü anlatmaya çalışmıştır.
Edouard BENES ( ) Çekoslovak düşünürüdür. Çekoslovakya cumhurbaşkanlığı da yapmıştır. Felsefe, toplumbilim ve dil bililim alanlarında çeşitli inc elemeleri vardır. Düşünce adamlığıyla devlet adamlığını bağdaştırabilmiş ender kişilerdendir. Le Prob leme Autrichien Et La Question Tcheque(1908) başlıca yapıtlarıdır. Felsefe, sosyoloji, filoloji tahsil etmiştir. Sulh konferansında ve milletler cemiyeti meclisinde devletin mümessili olmuştur. I.Dünya Savaşı ve demokrasi, itilaf ve ittifak devletlerinin ideolojileri, komünizm, faşizm, nasyonalizm, milletler cemiyeti ve başarısızlığının nedenleri diktatörlüklerle demokrasinin kıyaslanması Benes in işlediği başlıca konulardır. I.dünya savaşının nedenlerinden söze başlayan Benes Almanya nın savaşı kazanması durumunda ne gibi olumsuzlukların yaşanacağını, demokrasinin, hürriyetçiliğin nasıl tehlikeye gireceğinden bahsettikten sonra bu savaşın dünyayı demokratlaştırmak amacına yönelmesini ve milletlerin bağımsızlığı uğrunda ilerlediğini belirtmiştir. Özellikle Amerika nın savaşa girerken Wilson un yayınladığı ilkelerin demokratikleşme ivmesini hızlandırdığına değiniyor. Ona göre artık ülkelerin çıkarlarını bir tarafa bırakıp bu uğurda savaşmalarının dikkat çekici olduğunun ve her milletin kendi kaderini çizmesi, bağımsız olması Avrupa da yeni bir fikri hava yarattı. Tabii ki aslında savaş başlarken asıl gaye çıkar çatışmasıydı ama Amerika nın ortaya attığı fikirler de savaşın son yıllarında iyice yorulmuş Avrupa devletleri üzerinde derin bir tesir yaptı ve bu fikirler Avrupa da kolayca benimsendi.
I.Dünya savaşında mutlakıyet ve demokrasi mücadelesi görülmüştü ve aynı durum 1939 yılı geldiği zaman yeniden tekerrür etmişti. Ancak arada bir fark olduğunu belirtiyor Benda; Artık halk demokrasiyi ve hürriyeti tarttığı için 2.dünya savaşını yine demokrasi tarafı kazanacaktır. Çünkü artık insanlar demokrasiden vazgeçemezlerdi. I.Dünya savaşının sonuçlarını ele aldığı bir diğer makalede karşımıza şu sonuçlar çıkıyor: Benes savaşın imparatorlukları parçalayıp milli devletleri oluşturduğuna artık devletlerin mukadderatını kişilerin değil milletin tayin ettiğine, dinin devlet işlerinden ayrılıp insanların arazi ıslahı sonucu durumlarının düzeldiğine, gelirin daha adil dağılmaya başladığına dikkat çekiyor. Ama halledilemeyen sömürgecilik ve silahlanma problemlerinin olduğunu ve bunun da tekrar bir savaşa sebep olacağına dikkat çekiyor ve bu konuda da haklı çıkıyor ve II. dünya savaşı bir süre sonra başlıyor. Savaş sonrası iktisadi meselelerin ve özellikle dünya iktisat buhranının komünizmi popüler hale getirdiğine değinen Benes Almanya ve İtalya nın Rusya ile saldırmazlık ve ticaret anlaşması yapmalarının Avrupa demokrasilerini korkuttuğuna işaret ederek bunun yağmurdan kaçarken doluya tutulmak olacağını ve Avrupalı devletlerin bu hataya düşmemeleri dileğinde bulunuyor. Totaliter rejimlerin demokrasileri yıpratmak ve diktatörlükleri güçlendirmek için demokrasilerin kusurlarını aradığına değinen Benes genç demokrasilerin elbette bazı noksanlıkları olduğunu belirttikten sonra her şeye rağmen demokrasinin diktatörlükten iyi olduğunu belirtiyor. Mevzubahis olan noksanlıkların da demokrasinin değil işbaşındaki hükümetlerin eksiklikleri olduğunu belirtip insanların güzel söz ve vaatlere kanıp ilerde pişman olacakları hatalara düşmemelerini umuyor Edouard Benes, Harpte İki Taraf ve İki İdeoloji,ama umduğu olmuyordu. Bunu da diğer bir makalesinde demokrasilerin yavaş yavaş bir düşkünlük devrine girip diktatörlüklerin yayıldığını anlatıyor.
Ona göre bunun en büyük nedeni olarak da işbaşındaki hükümetlerin demokrasiyi yeterince müdafaa edememeleri, anlatamamalarıdır. Diktatörlüğün yayıldığı yerleri inceleyen Benes Almanya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorluğu ile en yakın komşusu İtalya da kabul gördüğünü bunun da insanların daha demokrasiyi tam olarak benimsemeden maddi ve manevi zorluklar çekmeleri ve bir süre sonra da güzel vaatlere kanarak diktatörlüğü benimsediklerine değiniyor. Benes demokrasilerin düştüğü bu zor durum için milletler cemiyetinin iyi işlemesi halinde, bir kurtuluş olacağına inanmaktadır. Milletler Cemiyetinin düsturunun tahkim, emniyet ve silahsızlanma olduğunu ileri sürerek Cemiyetin siyasi ve sosyal hayatın demokratlaştırılması için bir vasıta olduğunu ve bunun son derece önemli ve lüzumlu olduğu düşüncesini ileri sürmüştür. Milletler Cemiyetinin kötü işlemesinin demokratik rejimleri zayıflatacağına dikkat çekip demokrasilerin kaderinin buna bağlı olduğunu vurgulamıştır.
Tıpkı demokrasiye yapılan saldırılar gibi milletler Cemiyetine de saldırıların olduğuna dikkat çeken Benes; bütün devletleri memnun edecek, her zaman haklıyı haksızdan ayıracak imkânın olmadığını, bazı hataların ortaya çıktığını bunun da Cemiyet aleyhtarlarının elinde bir koz olduğunu ve onların çalışmaları sonucu Cemiyetin iş göremez duruma düştüğünü belirtiyor. Cemiyetin, büyük devletlerin menfaatlerini korumak amacıyla kurulup, çalıştığına ise inanmıyor. 156 Ama ortaya çıkan olaylara müdahale konusunda büyük devletlerin çekinik kaldığını belirtiyor. Müdahalenin sonucuna hiçbir büyük devlet katlanmak veya fedakârlıkta bulunmak istemiyordu. Yani kendi milli menfaatlerini düşünerek birçok olaya göz yumuldu. Yenilen devletlere (özellikle Almanya) güven olmadığı için cemiyetin almış olduğu katı kararlara rağmen cemiyetin kurucu üyeleri silahsızlanmayı bir kenara bırakarak silahlanmaya devam ettiler. Ona göre bütün bu amiller bir araya toplanınca da Milletler Cemiyetinin etkinliğini azaltmıştır. Milletler Cemiyeti nasıl dirilebilir ismiyle yayınladığı makalesinde Benes şöyle diyor: Milletler Cemiyetinin etkinliğinin artmasının tek çaresi Avrupa devletlerinin yeniden demokrasiye dönmeleriyle mümkün olabilir Devam eden makale silsilesinde demokrasi aleyhindeki diktatörlükleri incelemiş. Özellikle Nazizm, Faşizm, Komünizm üzerine yoğunlaştığını görüyoruz. Son makalesinde ise bu sistemlerle demokrasiyi karşılaştırıp demokrasinin üstünlüğünü vurgulayarak son noktayı koyuyor Edouard Benes.
Andre GİDE Fransız edip ve muharrirlerindendir. Paris te doğdu. Hukuka dair eserleri ile meşhur olan Paul GİDE nin oğludur. Önceleri imzasız olarak Andre Walter in Defteri namı ile bir eser neşretmiş ve bununla neşriyat sahasına girmiştir. Bu isim bir zaman onun müstear adı oldu. Hikâye, roman ve tenkit mahiyetindeki birçok eserleri arasında: Le Retour de I enfant Prodigue isimli eseri şaheseri sayılır. La Porte Etroite (Dar Kapı) adlı romanı da psikoloji tahlili itibarı ile değerli olanıdır. Rusya da yaşamış yaşamının bir bölümünü Rus Komünizmini müdafaa etmeye adamış bir kişi olan Gide nin Fikir Hareketleri dergisinde yayınlanan bir makalesinde Rusya dan yayılan vaatler, güzel sözler birçok insan gibi benim de göğsümü kabartmış, bu sistemin oturması için hayatımı feda etmeğe değer diye düşünüyordum diyerek, Komünizme büyük bir inatla bağlandığını, eksiklerini hatalarını olağan karşılayarak muhakeme bile etmediğini belirtiyor. Ama bir süre sonra hatasının farkına vardığını ve kendisi yüzünden Komünizme sempati ile bakan insanlardan özür dileyerek Komünizmin hata ve eksiklerle dolu olduğunu, verilen sözlerin de bir ütopyadan ileri gidemeyeceğini ifade ediyor. Komünizm aleyhine yayınladığı makaleleri de Sovyet Rusya nın düzeleceğine inancı kalmadığı için yayınladığını belirten Gide en ufak bir umudum olsaydı bunları yayınlamazdım diyor.İlk etapta herkesin aynı yaşam konforuna sahip olması, herkesin bir işinin olması, herkesin aynı ücreti alması aynı eşyalara sahip olması vs. gibi vaatler hoşuma gitmişti ama bir süre sonra anladım ki bu insanın doğasına aykırıdır, insanı şahsiyetsizleştirir ve insanı rehavete, tembelliğe iter diyerek insanların çalışma ve rekabet anlayışının köreldiğine dikkat çekiyor.
Rusya daki sistemi tetkike devam eden Gide bütün halkın yalnız bir fikri olduğunu bunun dışında hiçbir fikirle karşılaşma imkânının olmadığını, o fikrin de Rusya nın ve Rus halkının bütün dünya devlet ve halklarından daha iyi durumda olduğuna inanmak fikri olduğunu belirtiyor. Yedikleri, giydikleri, yaşamları oldukça kötüdür ama daha değişiğini görmedikleri için, kıyaslayacak bir ölçütleri olmadığı için hayatlarından memnunlar. Bunun devamını sağlamak için Rusya ile dış dünya arasında demir bir perdenin olduğunu ve dışardan Rusya ya bir fikir ve kültür sokmanın neredeyse imkânsız olduğunu belirtiyor. Aslında Komünizmin Lenine den sonra bozulduğunu belirten Gide nin anlattığı şu olay Rusya da yaşananları özetler nitelikteydi. Staline nin resmine her tarafta tesadüf ediliyor. İsmi her ağızda. Bilhassa Gürcistan da en hakir, en perişan bir odaya bile girdiğim zaman, vaktiyle hiç şüphesiz Meryem tasvirinin durduğu yerde, Staline in resmin gördüm. Bu prestijimidir, muhabbet midir, yoksa korku mudur, bilmem. Fakat daima ve her yerde o! Tiflisten Batuma giderken, Staline nin doğmuş olduğu küçük Gori kasabasından geçiyoruz. U.R.S.S.de gördüğüm büyük hüsnükabulden dolayı kendisine bir telgraf çekmenin nezaket icabından olduğunu düşündüm. Postanenin önünde otomobili durdurarak bir telgraf müsveddesi uzattım. Bunda hemen hemen şöyle deniyordu: Bu güzel seyahatimizde Gori’den geçerken, size teşekkürlerimizi bildirmek için samimi bir ihtiyaç hissediyorum. Fakat size kelimesine gelince, mütercim durdu. Böyle söyleyemezmişim.
İnsanın karşısında Staline olursa artık ona siz demek kâfi gelmezmiş. Buna bazı şeyler ilavesi icap edermiş. Ben hayret gösterince aralarında konuştular. Şunu teklif ettiler. Size amelelerin şefine yahut kavimlerin hâkimine Bu satırları okurken, sanki bir masal uyduruyorum gibi geliyor size, değil mi? Maatteessüf, hayır! Ahmak, fazla gayretkeş bir küçük memura tesadüf ettim de bu marifet onun işidir demeyiniz. Yanımızda bu münakaşaya iştirak eden kâfi derecede yüksek kimseler de vardı ki onlar cari usul leri pek ala bilirlerdi. Ben protesto ettim, Staline in bu gibi dalkavukluklara ihtiyacı olmadığını söyledim. Çırpındım durdum. Fakat boş yere. Bir şeye ilave etmezsem telgrafımı kabul etmeyeceklerini söylediler. Kontrolünden aciz olduğum bir tercüme yapılacağı için nihayet razı oldum, mes uliyet kabul etmeyeceğimi söyledim. İçimden de mahzun mahzun düşündüm ki bütün bunlar Staline ile halk arasında müthiş, aşılmaz bir ayrılık yaratmaktan başka bir şeye yaramazlar. U.R.S.S.de irat ettiğim nutukların tercümesinde sözlerimin değiştirilmiş olduğuna birkaç kere tesadüf etmiş olduğum için, orada bulunduğum müddetçe Rusça olarak intişar eden yazılardan hiçbirini benim diye kabul etmeyeceğimi ve bunu ilan edeceğimi kendilerine söylemiştim. İşte ilan ediyorum; güya ben Fransız gençliğinin beni ne anladığını ne sevdiğini söylemişim, güya artık yalnız avam halk için yazı yazmağa ahdetmişim diye yazmışlardı. 163 Gide bir zamanlar çok ama çok güvendiği Komünist Rusya da oldukça hayal kırıklığına uğramıştır. Çünkü anlattığına göre en basit bir protesto bile çok büyük cezaları beraberinde getiriyordu. Gide ye göre ne Hitler Almanya sı ne de Mussoluni İtalya sı Komünist Rusya kadar fikir hürriyetini kısıtlamamıştır. Rusya da zulmün alasının yapıldığını bildiriyor. Rusya nın sistemini korumak için başvurduğu yollardan biri hafiyeliktir. Ona göre Rusya da öyle bir hafiyelik vardır ki insan en yakın dostuna bile güvenemez. Bir kişinin mahvolması için çocuğunun ağzından son derece saf bir şekilde çıkan bir cümle bile yeterlidir. Rus halkını kapana sıkışmış zavallılar olarak gören Gide sefaletin ortadan kalktığı ülke olarak düşündüğü Rusya da en büyük sefaleti gördüğünü ifade etmektedir
Carlo Kont SFORZA ( ) İtalyan diplomatı ve devlet adamı. Sırbistan da elçi olarak bulundu ( ), arasında dışişleri bakanı oldu ve Rapallo antlaşması görüşmelerini yönetti (Kasım 1920). Paris elçiliğine getirildi (1922), faşistler iktidara gelince istifa etti ve yurdundan ayrıldı te İtalya ya döndü ve dışişlerindeki görevini yeniden ele aldı ( ). Birçok tarihi eser yazdı. Bir Avrupa federasyonunun kurulması düşüncesini savundu. Comte Sforza nın Fikir Hareketlerinde yayınlanan makalelerinde öncelikle Faşizmin niçin ortaya çıktığı ele alınmış ve açıklanmıştır. Ona göre I.dünya savaşından sonra İtalya nın uğradığı hayal kırıklığı ve bunu konu alıp halkı kışkırtan yazılar, şiirler, romanlar yazan d Annuzio nun yazıları İtalya da Faşizmi kışkırtan en önemli amiller olmuştur. Birçok insanın ilk etapta olumlu baktığı faşist yönetim Roma ya yürüyüp hükümeti devralınca işin rengi değişti. Mussolini artık kendi iktidarını muhafaza için her yolu deniyordu. Seçimlere hile karıştırıldı, muhalif liderler öldürüldü, basın susturuldu, binlerce masum insan on binlerce yıl hapse mahkûm edildi ve faşizm artık zorla İtalya nın kaderini eline almıştı diyor Sforza. Ona göre faşizm İtalyan halkına baskı, zulüm, sefalet ve işsizlik getirdi. Faşistlerin iddia ettikleri, İtalya yı Bolşevizm den kurtardık, batmış bir ekonomiyi düzlüğe çıkardık gibi iddialarının tamamen asılsız iddialar olduğunu örneklerle ve istatistiklerle açıklıyor. Bir tarihçinin Mussolini ye bir şecere düzenleyerek onu bir asilzade yaptığını, domuz tüccarı kardeşinin en yüksek mevkilere çıkarıldığı ve üniversiteler tarafından doktora unvanı verildiği, onu hiç sevmediği halde onu çok seviyormuş gibi davranan dalkavuklar İtalya daki ahlaki düşkünlüğü meydana getirdiğini düşünmektedir
Henri de MAN ( ) Belçikalı düşünür ve yeni Sosyalizm in temsilcilerindendir. Bruxelles Üniversitesi nde profesör ve Belçika İşçi Partisi ikinci başkanıydı. Bir ara maliye bakanlığı da yaptı. Sosyalizme törebilimsel ve dinsel kavramları sokmak gerektiğini ileri sürmüştür. Ulusal ekonomiyi üç kesime bölen planıyla da ünlüdür. Birçok toplumcunun da ilgisini çeken ve dış ülkelerde yankılar uyandıran bu plana göre, temel sanayileri içine alan devlet kesimi, kartelleşmiş sanayileri içine alan ve devletin denetimi altında tutulacak olan bir kesim ve tarımla ticareti kapsayarak özel teşebbüse bırakılacak bir serbest kesimden kurulu bir ulusal ekonomi sosyalizmi gerçekleştirecektir. Zur Psychologie des Sozialismus (Toplumculuk Ruh Bilimi Üstüne, 1926) adlı yapıtı, adından da belli olduğu gibi, toplumculuğu ruhbilimsel temellere dayamaya çalışır ve çağdaş işçilerin burjuvalaşmış olduklarını ileri sürerek sağlam bilgiye dayanmayan insan kafasının bütün düşsel kurgularını sergiler. Fikir Hareketleri nde Man ın yayınlanan makalelerinin tetkik edildiğinde Man, öncelikle sosyalizmi konu alan makaleler yayınlamıştır sayıda Sosyalizmi doğuran sebepleri açıklıyor. Ona göre işçi sınıfındaki memnuniyetsizlik birçok kişinin düşündüğü gibi sadece aldıkları ücretle ilgili değildir. Ücret meselesi sadece işin görünen kısmıdır. Daha derinlere inildiğinde bir kültür meselesiyle karşılaşıyoruz. İşçi sınıfının hor görülmesi, şeref ve haysiyet meselesidir.
Man’a göre işçilere sadece iyi bir ücret vermenin onları verimli çalışmaya sevk etmek için kâfi değildir. Onların yaptıkları işten zevk almasının da en az aldıkları ücret kadar önemlidir. Man, dünyanın birçok bölgesinde halkın Sosyalizme itibar etmesini psikolojik faktörlere bağlıyor. Ona göre halk zenginlere karşı kendini aşağı hisseder. Bu psikoloji üç aşamalıdır. Birinci aşamada halk veya işçi sınıfının aşağılık hissi, ikinci aşamada burjuvaya gıpta edilmesi ve üçüncü aşama kendi sınıflarının da bir gün burjuva sınıfının seviyesine gelmesine olan inancıdır. Bu inançla ortaya çıkan işçi hareketi Marksçılık nazarında sadece sınıflar arasındaki bir menfaat kavgasıdır. Demokrasi de sayı itibarıyla çokluk yüzünden amele sınıfının zaferini temin edecek bir vasıtadır. Sosyalizmi bir gaye, demokrasiyi bir vasıta gibi telakki etmek Marksçılık düşüncesinde pek derin kök salmıştır. Ama daha kestirme bir yoldan amaçlarına ulaşabileceklerini hissettikleri an demokrasiyi bir kenara bırakırlar. Sosyalizmin aslında bir din olduğunu dile getiren Man bunu şu şekilde açıklıyor: Kim ıstırap çekerse bir ümit besler. Ümit eden daha itikat sahibi olur. Nahoş bir hissi hal içinde bulunduğumuz zaman, daha iyi bir vaziyetin bu felaketi tamir ve telafi edecek bir sureti zihniyesi vücut bulur. Amele sınıfındaki aşağılık hissi de sosyal ahval ve şeraite karşı ahlaki bir isyan mertebesine varacak kadar çoğalınca, yeni bir his doğurdu. Bu da istikbalde daha iyi bir vaziyet iştiyakından ibaretti. İnsan daima arzu ettiği şeyin vukua geleceğine inanır. Şimdi çektiğimiz ıstırapları ne kadar derin surette hissedersek bu itikat da o kadar realist bir şekil alır. Bu iman bir psikoloji ihtiyacıdır. Bunu ezmeğe kalkmak kuvvei maneviye yi tamamen yıkar, psikoloji muvazenesini tamamen bozar, berbat eder. Yani insanlar, çektikleri ıstırapların ileride kurulacak olan bir sosyal devlet sayesinde son bulacağına, ümit edilen yeni devletin yalnız işçi sınıfını değil bütün halkı mutlu kılacak bir sistem olduğuna inanır. Asya dan Avrupa ya ve Amerika ya kadar çok büyük bir kütlenin dünya savaşından sonra ortaya çıkan memnuniyetsizliğine çözüm vaat eden Sosyalizmin tıpkı İslamiyet, Hıristiyanlık veya başka bir din gibidir. Man makalelerinde Sosyalizmin kuvvetini tıpkı dinlerde olduğu gibi kitaplardan aldığını dile getirmektedir. İnsanların matbu olan her şeye inandıklarını kitapta yazıyor sözüne insanların ne kadar çok güvendiklerine değindikten sonra Marks ın Capital, Babel in La femme et le Socialisme, Morris in Les Nouvelles de nul part, Bellamy nin Vision de l an 2000 gibi eserlerinin insanlar üzerinde, hele cahil halk kütleleri üzerinde derin tesirler bıraktığını, bu nedenle sosyalizmin mantıksızlıkları ne kadar mantıki olarak açıklansa da insanların sosyalizme olan imanının sarsılmadığını ileri sürmektedir H. Man.
Francesco Saverio NİTTİ ( ) İtalyan ekonomicidir. İtalyan toplumcuların (sosyalistlerin) ileri gelenlerindendir. Napoli Üniversitesi nde ekonomi profesörüydü. Mussolini faşizminden önce milletvekili seçildi(1904), çeşitli bakanlıklarda bulunduktan sonra 1919 yılında başbakan oldu. Mussolini nin iktidara gelmesi üzerine Fransa ya kaçtı(1924). Orada Almanlar tarafından tutuklandı. Mussolini nin çöküşünden sonra ülkesine döndü ve Ulusal Demokrasi Birliği ni kurdu. Senatör seçildi. Dünyaca tanınmış bir ekonomi bilginidir. Ekonomi ve siyasal bilimler alanında pek çok yapıtı vardır. Özellikle kamu maliyesi üstündeki uzmanlığıyla ünlüdür. Değerli kafalardan biridir. Yapıtları çeşitli dillere çevrilmiştir arasında tarım bakanı, sonra hazine bakanı( ), daha sonra da Orlando nun yerine başbakan oldu (Haziran 1919-Haziran 1920). Sosyal çalkantılar ve Fiume meselesi karşısında yeterince enerjik davranmadı. Faşizmden kaçarak(1924) Fransa ya gitti, orada Almanlar tarafından tutuklanarak (ağustos 1943) Salzburg a götürüldü. İtalya ya geri dönünce (1945), Kurucu Meclis seçimleri için Orlando, Croce ve Bonomi ile birlikte Milli Demokratik Birliği kurdu; bu meclis 1947 antlaşmasını protesto etti de senatör seçildi. İktisat ve siyasal bilgiler konusunda birçok eser yazdı. 179 Hüseyin Cahit in dergisinde en çok söz verdiği yazarların başında Francesco Nitti gelir.
Onun birçok konuda yazdığı makaleleri tercüme ederek yayınlamıştır. Bu makalelerde Türk İnkılâbından demokrasiye, faşizmden, komünizme, ekonomiden, sinemaya, tarihten matbuat meselesine kadar çok geniş bir yelpazede yayınlanan bu makalelerden bir kısmını tetkik edelim. 1. sayıda Nitti Türk İnkılâbını ele almış ve Osmanlı devleti nin yıkılışını son asırda meydana gelen en önemli gelişme olarak duyurmuştur. Ama ondan da önemlisi yıkılmış, yok olma tehlikesi ile karşı karşıya bulunan Türk milletinin kaderini eline alarak onu yeniden doğuran, yücelten, demokratlaştıran, laikleştiren, asrileştiren M. Kemal in İnkılâbının olduğunu ortaya koymuştur. Onun İnkılâplarını öven, ne büyük bir iş başardığını belirten Nitti ye göre o zamanın en büyük liderlerindendir. Türk İnkılâbından sonra Nitti, demokrasiyi ele alıyor. İnsanlara en uygun yönetim biçimi olarak düşündüğü demokrasiye doğru bir temayülün olduğunu ve bütün dünyada sadece birkaç imparatorluğun kaldığını bunlardan bir olan İngiltere krallığının da aslen demokrasi olduğunu Japonya dakinin anayasayı kabul etmekle demokrasiye yakın olduğunu ama İtalya ve İspanya nın ise diktatörlük yüzünden demokrasiden uzak olduğunu ifade etmektedir Demokrasiye yönelişin çok hızlı bir şekilde gerçekleştiğine değinen yazara göre zamanın en ünlü düşünürlerinden olan Rousseou nun bile yaşarken ihtimal vermediği demokratik sistemler onun ölümünden yalnızca dokuz yıl sonra Amerika da az sonrada Avrupa da ve daha sonra da bütün dünyada görülmesi demokrasinin insanlara en uygun yönetim biçimi olduğunu ve insanların artık demokrasilerden vazgeçemeyeceğinin kanıtıdır. Demokrasi için en büyük tehlike diye tabir ettiği Komünizmi anlatırken de yazar Komünizmin birçok hata ve yanılgılar içinde olduğunu geçmişten, ta ortaçağdan 1930 lara kadar olan dönemin istatistiklerini çıkararak her açıdan işçi ve halkın daha iyi şartlarda yaşadığını sosyal, siyasal ve ekonomik olarak insanların daha mutlu olduğunu ispat etmeye çalışmaktadır. Nitti makalelerinde, insanların yalanlara çok çabuk kandığını, Komünistlerin, Sosyalistlerin, nasyonalistlerin vaatleri ve güzel sözlerinin insanları kandırdığına, çok önemli olan demokrasi ve hürriyetin bu nedenle tehlikeye düştüğüne değinerek Komünizmin, nasyonalizmin geldiği takdirde insanların mutsuz olacaklarını da makalesinde ifade etmektedir. Demokrasinin önemini vurguladıktan sonra, demokrasi düşmanlarını ve amaçlarını izah etmektedir.
Nitti, demokrasiyi boğmaya çalışanları sıraladıktan sonra onların asıl amacının demokrasiyi yok etmek değil kullanmak olduğunu ileri sürerek sayesinde parlamentoya girince en iyi demokratlardan bile bir farkları kalmadı ğını düşünüyor. İnsanların niçin sosyalizmi seçtiğini şu şekilde açıklıyor: İngiltere de, Fransa da, Almanya da çok kere hürriyetçi demokrat fırkasına girmektense sosyalist fırkaya girmek mebus çıkmak ihtimali daha arttırayordu. Çünkü bunda istikbal daha parlaktır. Nitti, Ne sosyalistlerin ne de Komünistlerin samimi olduğuna inanmıyor. Amele sınıfının zenginliği eline geçir geçirmez, burjuva adet ve yaşayışlarını taklit edip çocuklarına o kültürü vermeye gayret ettiklerini, sosyalistlerin hükümeti ele geçirdikleri yerlerde de Komünistliği unuttuklarını dile getiriyor. Nitti demokrasiden sonra faşizmi ele alıyor. Yazar önce faşizmi genel olarak ele alıyor. Birçok örnek verip Faşizmin İtalya yı mahvettiğini, halkı sefil, yoksul düşürdüğünü belirtiyor.
Mussolini nin fakir bir kişi iken hükümete geldikten sonra son derece zengin olduğunu, akrabalarını zengin ettiğini, halktan ağır vergiler alarak güvenlik güçlerini aynı nüfusa sahip olduğu Fransa nın dört katına çıkardığını, tüm İtalya daki otomobillerin sadece Paris teki kadar bile olmadığı halde muazzam otoyolları yaptırdığını, mahalli hürriyetleri tamamen ortadan kaldırıp belediyelerin başına partiden kişilerin getirildiğini gazetelerin başına yine partiden kişilerin getirildiğini, İtalya nın bonoları en çok protesto edilen, en çok iflas yaşanan, borcu en çok olan ülke haline geldiğini söylemektedir. Bu ülkede hiçbir şeyin iyi gitmediğini ama parayla satın alınan veya bizzat faşist yönetim tarafından idare edilen gazetelerde sürekli olarak rejimle ilgili övgüler bulunduğunu belirtip faşizmin çok kötü bir yönetim olduğunu ve hiç gereği olmadığı halde İtalya yı bir bomba haline getirip dünya barışını tehdit ettiğini ifade etmektedir dünya ekonomik bunalımını konu alan makalesinde Komünist tezlere cevap vererek buhranın Kapitalizmden değil dünya savaşından ileri geldiğini vurgulayan Nitti Dünya Savaşından önce de Kapitalizmin olduğunu ama tasarrufların arttığını, yatırımlar yapıldığını, işçilerin durumlarının iyileştiğini, ticaretin yaygınlaştığını ileri sürmektedir. Marks ın dünya savaşı iktisadi nedenlerle çıktı demesini de kabul etmeyerek harbin çıkmasında en önemli etkiyi yapan Rusya ve Avt.-Macaristan ın siyasi nedenlerle savaşı kışkırttıklarını hatırlatmaktadır .
Jules ROMAINS ( ) Fransız düşünürü, ünlü romancı ve oyun yazarı Louis Farigoule ün takma adıdır. Ortakçılık adını verdiği bir savı vardır, buna göre: her toplumun ortak bir ruhu vardır. Yazarların görevi bu ruhu aydınlatmaktır. Eserleri: L Ame des Hommes (İnsanların Ruhu, 1904) ve La Vie Unanime (Ortak Yaşam, 1908). 187 H.Cahit, Romains in Visiteaux Americain adlı eserinden Amerika yı tanıtan bölümleri tercüme ederek Fikir Hareketleri nde yayınlamıştır. Amerika nın sokaklarını dükkânlarını, eğlence yerlerini, insanlarını ayrıntılı olarak bu tercümelerden okuyabiliyoruz. Amerika nın çok geniş ve gelişmiş bir ülke olduğu, bazı bölgelerin mükemmel derecede medeniyetten nasibini aldığı halde bazı bölgelerin geri kaldığını anlatıyor. Ama Amerika da en çok beğendiği şeyin trenler olduğunu ifade ediyor. Demiryolunun ve trenlerin Amerika nın birliği ve gelişmesi için ne kadar önemli olduğunu örnekler vererek aktarıyor. Amerika nın yıllardan beri göçler aldığını ve bu göçler sonucu gelen insanların da hep problemli, belalı insanlar olduğunu buna rağmen Amerika nın iyi bir toplum örneği olarak karşımıza çıktığına değinen yazar I.dünya savaşından sonra bir ahlaksızlaşma dalgasından bahsediyor. Ama bunun nedenini açıklamamıştır.
Werner SOMBART ( ) Alman düşünürü, ekonomici ve toplumbilimcidir. Breslau ve Berlin Üniversitelerinde ekonomi profesörüydü. Önce Marksçıyken sonra Marksçılığa karşı çıkmıştır. Toplumbilimsel görüşleri Beden Okulunun Yeni Kantçı varsayımlarının etkisi altında kalmıştır. Alman emperyalizminin önde gelen ideologlarından biri olmuştur. Mesleğinin başlangıcında toplumsal erkçilik (sosyal liberalizm) anlayışını geliştirirken daha sonra anamalcılığa uyumlu bir ekonomi dizge olarak tanımlamıştır. Hitler canavarlığının büyük bir sahtekârlıkla nasyonal sosyalizm (ulusçu toplumculuk) adını verdiği emperyalist kuramın başlıca önderlerinden biri olmakla övünür. Hitler in iktidara gelmesinden sonra yaşamının sonuna kadar Nazi rejiminin çıkarlarını savunmuştur. Alman tarihçi okulunun genç tarihçiler kümesinin de liderlerindendir. İnsanlar arasındaki eşitsizliğin doğal olduğunu ileri sürerek Alman ırkının da ırklar arasındaki üstünlüğünün baş savunucularından biri olmuştur. Savaşların çok iyi bir şey olduğunu söyleyecek kadar Faşizme bağlıdır. Bununla birlikte toplumsal öğütler vermekten de geri kalmamış, kürsü toplumcuları (Al. Kathedersozialisten) adı verilen Alman profesörler kümesine de katılmıştır. Der Moderne Kapitalismus(Çağdaş Anamalcılık, ), Sozialismus und oziale bewegung im 19. jahrhundert (Toplumculuk ve 19. yüzyılda toplumsal hareket, 1986), Le Socialisme Allemand(Alman Toplumculuğu, 1938) başlıca eserleridir. Dergide yayınlanan başlıca makaleleri şunlardır: Muhtelif Irkların Kıymeti, Asri Müstemleke İktisadı, Asri Devletlerin Teessüsünde Yahudilerin Rolü, İçtimai Hareket ve Proletarya, İçtimai Hareketin Başlangıçları, İngiltere de İçtimai Hareket, Fransa da İçtimai Hareket, Almanya da İçtimai Hareket, Karl Marks, Marks ta Realist Telakki, Birliğe Doğru Temayül, Çağdaş Cereyanlar, Netice İktisadi gelişimle ilgili olarak yazdığı Asri Müstemleke İktisadına makalesinde Sombart yenidünyanın bütün iktisadi faaliyetlerinin Yahudilerin elinde olduğunu ifade ediyor. Ona göre, sanayiden ticarete, bankacılıktan sigortacılığa kadar her iktisadi faaliyette Yahudilerin liderliği vardır.Keşif için gerekli olan gemicilik sanatı, Amerika ya ilk çıkanların hepsi Yahudi ve Yahudi eserledir. Şeker Sanayisinin Brezilya ve Jamaika da kuruluşu, dünyadaki ilk elmas alım-satımı, Amerikan sanayisinin tamamına yakını, ticaretin çok önemli bölümü hep Yahudi eseridir. Sombart ın ifadesine göre o zamanın en büyük devletlerinin kuruluşlarında hep Yahudiler başroldedir. Hiçbir devlette doğrudan devlet başkanlığı, hükümdarlık vs. yapmamışlar ama bir devletin kuruluşu için son derece önemli olan maddi vatsılarla ordunun temel ihtiyaç ve silahlarının teminini hep ellerinde tutmuşlardır. Yani doğrudan değil ama dolaylı olarak büyük devletlerin hemen hepsinin kuruluşlarında önemli bir rol oynamışlardır. Sombart ın ele aldığı bir diğer konu sosyalizm ve sosyalizmin ortaya çıkışıdır.
Sombart önce sosyalizmin ne olduğunu ve nasıl ortaya çıktığını anlattıktan sonra sosyalist hareketin işçilerin sefaletinden, kötü durumlarından değil onlara işveren patronların yaşadıkları muhteşem hayatla ilgilidir diyor. Ona göre işçiler geçmişe nazaran çok çok daha iyi şartlarda çalışıp daha iyi ücret alıyorlar ama yaşadıkları dönemin nimetleri ve birlikte yaşadıkları zenginlerin yaşam tarzları onları örgütlemiş ve artık fert değil yoldaş olarak yollarına devam etmişlerdir. Yoldaşların (sosyalistlerin) yolunu Saint-Simon, Fourier, Robert Owen çizmiş Karl Marks ile Frederic Engels ise bunu netleştirip bir sistem ortaya koymuşlardır. Sombart a göre Marks ı en çok etkileyen ise Owen dır. Başta Owen olmak üzere bu düşünürlerin tamamını hayalperest olarak niteleyen yazar bunların gerçek hayattan haberdar olmadıklarını savunuyor. İnsanların da hayali olan bu şeylere çabucak kapılıp gerçek hayattan koptuklarını ifade ediyor
Sombart daha sonra İngiltere de Fransa da ve Almanya da sosyalizmin nasıl ortaya çıkıp nasıl geliştiğini 56, 57, 58. sayılarda ayrıntılı olarak okuyucularına anlatıyor. Karl Marks ın hayatına da değinen yazar onun 1818 Treves doğumlu olduğunu, babasının Hıristiyanlığı kabul eden Yahudi bir avukat olduğunu, Rousseau ve Shekspare hayranı olduğunu, Bonn da tarih ve felsefe okuduğunu vs. anlattıktan sonra onun Komünist tezlerini eleştirmeye başlıyor. Bu konuda şunları ifade ediyor: Onun nazariyeleri esaslı noktalarda o kadar yanlıştır ki heyet-i mecmuasile payidar olabilmesi imkan haricindedir. Buna rağmen onun bu tezlerinin niçin bu kadar taraftar topladığına da değiniyor. Ona göre Marks ın ortaya koyduğu tez insanların anlayamayacağı kadar karışık ama cazip ve hoşa giden vaatlerle doludur ve insanlar anlamadan onun bu görüşüne destek vermektedirler. Bütün bunlara rağmen Karl Marks ın ilime yaptığı katkılara da değinen yazara göre iktisadi, siyasi ve soysal olaylarla işçiler arasındaki münasebetleri o zamana kadar en iyi açıklayabilen Marks tır. Marks bunları anlatırken de çok akıllıca davranmış ve kandırıcı bir surette birçok kimsenin aklını çelmeyi başarmıştır. Sınıflar arasındaki farkın ve bu farktan dolayı mücadelenin bir tabiat kanunu olduğunu, bunun her şeye rağmen var olmaya devam edeceğini belirten yazar Marks ın bunu kullanarak bir sınıf mücadelesi başlatmaya malik olduğunu bunun da bir başarı sayılabileceğini belirtiyor.
Sosyalizm ve Komünizm bahsine devam eden Sombart nitece olarak şunları dile getiriyor: Müstakbel bir sosyalist devletin tehlikelerine karşı şimdiden telaşa düşmeyi manasız buluyorum. Biliyoruz ki bütün içtimai teşkilatlar muayyen bir takım iktisadi şartların birer ifadesidirler. Onun için, istikbali sükûnla bekliyoruz. İktisadi hayatta bu şartlar tahakkuk etmedikçe ve bilhassa amil rolü oynayan kimselerin ahlak ve seciyeleri buna tevafuk ve tekabül edecek tahavvüllere maruz kalmadıkça hiçbir kudret hiçbir fırka, ne kadar ihtilalci olursa olsun, beşeriyete yeni bir teşkilat verecek hale gelemez. Eğer bir gün gelir de icap eden şartlar tahakkuk ederse o zaman görürüz. Bir kere yanlış bir fikri zihnimizden çıkarmak lazımdır: sınıf mücadelesi dâhili harp değildir, yangın, dinamit, hançer değildir. Muhtelif menfaatlerin ve fikirlerin çarpışması medeniyet için hiçbir tehlike arz etmedikten başka bilakis birçok faydalı hadiselerin sebebi olabilir. İnsan hayatının çiçeği yalnız mücadele içinde açar.
SONUÇ
Büyük ölçüde tercümeye dayanan Fikir Hareketleri Dergisi, Hüseyin Cahit'in tek başına çıkardığı bir dergidir. Bu özelliği itibariyle, devrinde önemli yankılar uyandırmış, özellikle Kadrocular tarafından tenkitlere uğramıştır. Hüseyin Cahit Fikir Hareketleri nin yaptığı işleri şöyle belirtiyor: a. Demokrasinin son devirlerdeki başlangıcını ve inkişafını gösterdi. b.bugün güya yeni zannedilen komünizm, sosyalizm, sendikalizm ve faşizm gibi mezheplerin de köklerinin en eski zamanlara kadar çıktığını ortaya koydu. c. Demokrasi aleyhinde vaziyet alan rejimleri tetkike başladı. d.muhtelif memleketlerin diktatörlüklerini gözden geçirdi. En çok faşizm diktatörlüğü üzerinde durdu. e. Faşizm, komünizm ve sosyalizm bahislerinde bu düşüncelerin taraftarı ve sevenlerinin yazılarına yer verdi. Faşizm bahsinde sözü, faşizmin babası Mussolini'ye bıraktı. İçtimai hareket konulu konferansları, Marks'ı, onu seven W.Sombart'tan dinletti. Komünizmi de yine Marks taraftarı M.Turner'den; tarihte materyalizmi de Charles Turgeon'dan nakletti. Demokrasi bahsini ise bu diktatörlükleri gösterdikten sonra derinleştirdi. Derginin ele aldığı konuları şu ana başlıklar altında toplayabiliriz:
1. Fikir Hareketleri Dergisi nin Devletçilik Uygulamalarına Bakışı Hüseyin Cahit e göre ekonomi, kitaplarda gördüğümüz bazı prensiplere ve kaidelere sıkı sıkıya uymakla düzelmez. Her ülkenin kendine özgü bir yapısı vardır ve zamanın şartları da bazen değişik tedbirler almayı gerektirir. İktisat alanındaki en değerli mezhepler bile bütün ülkelere uymaz. Örnek olarak İngiltere yi veren yazara göre bir zamanlar iktisadi hürriyetçiliğin beşiği olan, bu sayede çok güçlenen İngiltere 1930 lu yıllarda iktisadi hürriyetçiliği terk etmiştir. Türkiye nin uyguladığı iktisadi devletçiliğe ise bütün bütün sahip çıkarak Türkiye nin o günkü şartlarının bunu gerektirdiğini ve bu sistemin hepimizin çıkarlarını korumanın en iyi yolu olduğunu belirtiyor. Bütün dünya iktisadi hürriyetçiliği benimsemiş olsa, dünyada tek bir para kullanılsa bile yine de bize en uygun iktisat şekli devletçiliktir. Çünkü Avrupa da, Amerika da sermaye birikimi, bilgi birikimi, alt yapı ve sanayi var. Oysa bizde bunların hiçbirinden eser yok. Bu nedenle Avrupa da devletin sanayiciliğe veya üretime karışması gasp ve müsadere mahiyeti alırken ülkemizde bu bir görevdir. Memleketin iktisadi geleceğini kurtarmak, bir sanayi hareketi başlatmak, memleketi batmaktan, sömürge olmaktan kurtarmak için devletin mutlaka ekonomiye müdahale etmesi gerektiğini belirten H.Cahit bütün bunları şu durumda sadece devlet yapabilir. Bizde ne sermaye var, ne özel teşebbüs var ne de bilgi birikimi ve alt yapı var. Bu nedenle bu çok önemli görev devlete düşmektedir. Bizdeki devletçiliği ele alan H.Cahit; bizdeki devletçilikte işçilerin üstünlüğünün olmadığını bunun bir eksiklik olduğunu belirttikten sona iktisadi devletçiliğimizin başarılı olabilmesi için şunların uygulamasının faydalı olacağını ifade ediyor: Devlet bizzat meşgul olacağı sahaları önceden tayin etmeli ve hususi teşebbüslerin görmesini muvafık bulduğu işleri mümkünse ilan etmelidir; istikameti tayin etmelidir. Devlet istidadında ve Devlet iktisat siyasetinde daimi bir istikrar (stabilite) olmalıdır. Devlet bir fiyat politikası güttüğü takdirde piyasayı sektedar etmemelidir. Devlet piyasada rekabet sahasında hususi teşebbüslerle rekabete girişmekten içtinap etmelidir. Devletin aynı sahada hususi teşebbüsle rekabete girişmesi her taraf için mahzurludur. Cemiyet ve millet iktisadiyatı bundan müteessirdirler. Devletin yaptığı işler velev ki müşterek veya amme menfaati icabı olsun, bir dereceye kadar rantabl, hiç olmazsa maliyeti koruyacak bir surette olmalı; bütçelerini açıkla kapayan müesseselerin adedi asgari olmasına gayret edilmelidir.
Devlet işletmeleri işletme iktisadı prensiplerine göre işlemeli, iktisadi prensibe uygun olmalı, yani mutat vesaitle azami semere alınmağa çalışılmalıdır. Devlet mevcut işletmeleri rasyonel ve iktisadi yaptıktan sonra yeni işletmelerin tesisine geçmelidir. Aksi takdirde bütün işletmelerin zararı çoğalır. Devletin planı yalnız bir sahaya inhisar etmemeli, bütün iktisadi faaliyetleri bir bütün olarak görmeli ve hatta initiative in bile bir plan dairesinde hareket etmesini temin etmelidir. Bundan dolayı, milli iktisadiyat için muntazam bir plan bürosunun teşkiline lüzum vardır. Bu plan bürosunu bir kontrol veya rasyonalizasyon bürosu takip etmelidir. Devletçilik konusunda Ahmet Hemdi Bey ile girdiği polemikte H.Cahit in bu günkü şartlarda ülkemize en uygun iktisat sisteminin devletçilik olduğunu bir kez daha belirtmiştir İnkılâplara Bakışı İnkılâplar konusunda Fikir Hareketleri dergisinin ele aldığı ilk konu saltanatın kaldırılması ve Cumhuriyetin ilanıdır. İnsanlık onuru ve haysiyetiyle bağdaşmayan saltanata yıllarca nasıl katlandığımızı, böylesine keyfi bir idareyi nasıl yıllarca yaşattığımıza üzülen H.Cahit Cumhuriyet idaresinin insanların ruhi, hissi, maddi ve manevi ihtiyaçlarına en uygun idare biçimi olduğunu anlattıktan sonra bizim Cumhuriyetimizin diğer bütün cumhuriyetlerden ayrılan bir yönü üzerinde duruyor. Dünyadaki cumhuriyet hükümetlerinin galip devletlerin eseri oluğunu ama bizim hükümetimizin ise onlara rağmen ve çok ağır şartlarda süren mücadelelerin sonucu olarak ortaya çıktığından bahsediyor. Bizim cumhuriyetimiz bir milletin benliğini anlaması hak ve hürriyet sahasına yeniden doğmasıdır. Yani yapılan bütün yeniliklerin halk tarafından isteyerek ve benimsenerek yapılmıştır. Eğer öyle olmasaydı bu kadar kısa bir zamanda (on yıl) onca inkılâbın yapılmasının mümkün olmadığını belirtiyor.
Fikir Hareketleri dergisine göre hilafetin kaldırılması isabetli bir karardı. Çünkü Hilafet eski önemeni kaybetmiştir. Aslında Hilafetin sırf hilafet sıfatıyla Müslümanlıkta hiçbir zaman rol oynamadığını, Hilafetin gücünün elindeki kılıçtan kaynaklandığını savunmaktadır. Dergide bazılarının papalıkla halifeliği kıyaslamalarının yanlışlığına değinilerek halifelerin hiçbir zaman papaların dini nüfuzuna nail olamadıklarını zira İslamiyet te bunun yerinin olmadığını Kuran dan örneklerle anlatılmıştır. Fikir Hareketleri dergisine göre yapılan İnkılâpların Türkiye yi altı asır ileriye götürdüğü, M. Kemal in zamanın en büyük önder ve İnkılâpçılardan biri olduğunu belirtilmektedir. Yaptığı İnkılâplarla yönünü Avrupa ya çeviren Türk milleti için ve ulu öndere bu konuda yardım için Türk münevverlerinin üzerine düşen görevi yapamadığını belirten H.Cahit Avrupa da olup bitenleri daha yakından takip edebilmek batı kültürünü halkımıza benimsetebilmek ve inkılâpların kökleşmesi için her yazarın kendi köşesinde buna katkıda bulunmasının önemine değiniyor Dönemin Siyasal Sistemlerine Bakışı Bu konu ile ilgili dergi herhangi bir mütalaada bulunmadan önce bu siyasal sistemleri bizzat kurucu veya savunucularının kalemlerinden yazı dizisi şeklinde vermiş daha sonra bu sistemleri tetkik etmiştir. Dergi, Faşizmi, Nazizmi ve Komünizmi aynı kefeye koyarak bu sistemlerin birer diktatörlükten, keyfi idareden başka bir şey olmadıklarını savunuyor. Bu sistemlerin içinden sadece Faşizmin devamlı bir yönetim kurma hayalinde olduğu belirtilmiş.
Fikir Hareketleri Dergisine göre diktatörlükler ikiye ayrılır: Sağ ve sol taraf diktatörlükleri. Ama hepsinin de faydadan çok zararları vardır. Bazen ufak tefek yararı olduğu olsa da bunlar zararlarından çok çok daha az ve ehemmiyetsizdirler. Bu sistemlerin başarılı olabilmeleri için çok üstün kabiliyetli iyi bir idarecinin başta olması gerektiğini, bunun da piyangoda büyük ikramiye kazanmak kadar zor olduğunu ifade ediyor. Dergide bu konuyu ele alan Hüseyin Cahit bu konu ile ilgili şu mütalaada bulunuyor: Demokraside halk istediği kişiyi seçer ve yetki verir. Demokratik sistemlerde hükümetler gücünü silahtan, askerden, baskıdan değil halktan alır. Bütün memleketlerde bütün halkın isteği ile demokrasiler kurulamaz, bazen küçük bir grubun isyanı ile kurulduğu da olur fakat bir müddet sonra demokrasi bütün halk tarafından benimsenir hale gelir ve bu da diktatörlükler(faşizm, Nazizm, Komünizm) ile demokrasi arasındaki farkın izahı için kâfidir. Demokrasi ile diktatörlükler arasındaki farkı anlatmaya devam eden H.Cahit demokrasilerde yönetimi ellerinde tutanların keyfi idare, şahsi çıkarlarını değil halkın çıkarlarını düşünürken diktatörlüklerde ise bunun tam tersi olduğunu savunuyor. Bu konuyla ilgili tercüme faaliyetleri ve yazı dizilerinin devam edeceğini belirten H.Cahit milli hâkimiyet yönetimine sımsıkı sahip çıkmamızı tavsiye ediyor Dine Bakışı Fikir Hareketleri dergisinde ele alınan diğer bir konu da dindir.
Bu konu ile ilgili hocalar, hurafeler, Kuran tefsirleri ve Hz. Muhammed i, onun peygamberliği, mucizesi, ümmiliği, cihat ve din görüşleri, Musevi ve İsevilere karşı durumu aydınlatılmaya çalışılmıştır. Fikir Hareketleri dergisine göre dinler arasında hiçbir fark yoktur. Hepsinin emri Allaha ve ahiret gününe imandır. Bunu yapan Musevi de olsa İsevi de olsa Muhammedi de olsa cennetliktir. Kuran ne Museviliğe ne İseviliğe dokunmamıştır. Nitekim Kuran hiçbir zaman bütün insanları tek bir şeriat etrafında birleştirme taraftarı değildir. Temel esaslar değişmeden değişik kavimlere değişik şekillerde şeriat emredildi. Ayrıca dergide Hz. Muhammed in de bütün peygamberler gibi olduğunu, onun bütün insanlığa değil de yalnızca Araplara peygamber olarak gönderildiği tezi savunulmaktadır. Dergi bugünkü İslam ı da ele almış ve şu sonuca varmıştır: Düşünürler ve halk her şeyin çaresini Muhammed zamanındaki örneklere göre ve hiç değişmeyecek mahiyette kabul edip ona göre davranmaya çalışıyorlar. Hâlbuki küçücük bir Arap toplumunun örf âdeti, gelenek ve görenekleri koca koca asri devletleri idare etmeye yetmez. Kutuplarda nasıl namaz kılınacağı, soğuk ülkelerde nasıl giyinileceği vs. Muhammedi hiç ilgilendirmedi. Çünkü o Araplara gönderildi. Din konusunda yaşanan problemler İslam dininden değil onu yorumlayan, halka anlatan din adamlarından kaynaklanmaktadır tezi işlenmektedir. Atatürk ün din ve vicdan özgürlüğü yolunda attığı adımlar da desteklemektedir Hüseyin Cahit.
ÖZET
Fikir Hareketleri dergisi yılları arasında Hüseyin Cahit YALÇIN tarafından çıkarıldı. Yedi yıl boyunca aralıksız (364 sayı) çıkan dergideki tüm makaleler bizzat Hüseyin Cahit tarafından yazılmış veya tercüme edilmiştir. Dergideki tercüme yazılarının tamamına yakını Hüseyin Cahit in Matla da sürgündeyken yaptığı tercümelerdir. Dergi, cumhuriyetin kuruluşunun onuncu yılı şerefine 24 sayfa çıkmış olan ilk sayı hariç sürekli olarak 16 sayfa çıkmıştır. Fiyatı yayın hayatı boyunca 20 kuruş olarak kalmıştı. Zengin bir içeriğe sahip olan dergi ekonomiden siyasete, edebiyattan dine, siyasal sistemlerin tetkikinden ünlü bilim ve siyasetçilerin hayatlarına kadar birçok konu hakkında çalışma ortaya koymuştur. Derginin genel politikası Türkiye Cumhuriyetine ve onun ilkelerine sağdan veya soldan yapılan tenkitleri tahlil ve teşrih ederek farklı bir görüş ortaya koymaktır. Bu amaçla demokrasiyi ve hakimiyet-i milliye anlayışı diğer siyasal sistemlerle kıyaslanarak demokrasinin üstünlüğü ispatlanmaya çalışılmıştır. Dergide İnkılapların Türkiye yi birkaç asır ileri götürdüğü, ülkemizde uygulanan devletçilik sisteminin Türk ekonomisini batmaktan kurtardığı, hilafetin kaldırılmasının çok isabetli bir karar olduğu gibi Atatürk inkılaplarını destekleyici görüşler savunulmuştur.
Ayrıca dergide Türk edebiyatının ünlü genç yazarları tarafından kaleme alınan eserler eleştirilerek bir edebiyat gündemi oluşturulmaya çalışılmıştır. Aynı zamanda Türk gençliğini olumsuz yönde etkilediği düşünülen sosyalizm ve faşizm gibi ideolojiler dergide tanıtılmış, onların eksik ve hataları ortaya konularak gençleri bu ideolojilerin olumsuz etkisinden kurtarma iddiası öne çıkarılmıştır. Fikir Hareketleri dergisinde inkılap bir şuur haline getirilmeye çalışılmıştır. Bu amaçla, derginin sahibi ve yazarı Hüseyin Cahit Yalçın tarafından cumhuriyet ve geçmiş kıyaslaması yapılmış, Türk Milletinin geçmişte özelliklede istibdat döneminde çok sıkıntı çektiği, kendi anılarından alıntılarla anlatılarak Cumhuriyetin güzelliği ve olumlu yönleri ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Böylece Türk milletinin neden inkılaplara destek vermesi gerektiğinin gerekçeleri ortaya konularak Cumhuriyeti sahiplenme düşüncesi etkinleştirilmek istenmiştir.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.