Hüseyin YILMAZ
Niyazi-i Mısrî ve Varidat!
Varidat, küçük ama fırtınalar kopartmış bir risâle! Cellad kılıcının başını gövdesinden ayırdığı -bir rivayete göre yakılarak idam hükmü infaz edilmiş, başka bir rivayet asıldığını söylüyor- Kadızâde Bedreddin'e âid. Bedreddin'in asıl şöhretini yapan, tasavvuf veya ilmî rüçhaniyeti değil, adıyla anılan isyan: Şeyh Bedreddin İsyanı. Elîm âkıbetinin sebebi de düşünceleri değil, isyan elebaşılığı.
Tasavvuf düşünceleri itibariyle Arabî'ye yakın, onun bir nevi taklidi gibi. Çok fazla çıplak bir vahdet-i vücud anlayışı. En kestirme ifadelerle, "bütün varlık Allah'dır", diyecek kadar rahat.
Varidat'ı il okuyuşum ne zamandı, hatırlamıyorum; bitirip bitirmediğimi de. Eski bir rüyadan daha az iz bırakmış hafızamda. Bir vesileyle tekrar karşıma çıkınca merakıma yenik düştüm. İki günümü çaldı. Tatsız tuzsuz geldi. Mütercimin kabiliyetsizliğinin bu bozuk taddaki rolü ne, bilmiyorum. Var mı? Ondan da emin değilim ama içimden bir ses, Arabca aslının daha anlaşılabilir olabileceğini söylüyor. Yine de bazı noktalarda düşündürttü. En azından insanların zihnî ihtiyaçlarının zamanlar üstü olduğunu hatırlatmış oldu.
İnsanın ölüm karşısındaki arayışları, kendi varlık tarihi kadar eski. Ölmek olmasaydı, şu veya bu şekilde ebediyen yaşayabilseydik, Allah'ın varlığına dair bu kadar kafa yormayacaktık. Ölüm, Allah arayışlarımızın temel âmil ve temel mihrakı.
Vaz geçilemez arzu ve ihtiyacımız: Ölmemek, ebediyen yaşamak. Bu ise, ancak Allah'ın varlığıyla mümkün. İster istemez dünyevî saâdetimiz de bu çetin meselenin halline bakıyor. Çözebilen bahtiyar, gerisi bedbaht.
Aslına bakarsanız Antik Çağ filozofları da dahil, düşünen kafaların hemen tamamı, en azından bir Yaratıcı Gücün varlığına hükmetmişler. Tarifler eksik, sıfatlar mübhem, görünen bir vücud yok orta yerde ama varlığı mutlak olan bir Yaratıcı Güç var. Kaçınılmaz olarak gücün sahibi de aklın bedihî hükümlerrinden.
Tabiat, sebepler, evrim aklın kaçışlarından ibaret. Kaçabilmiş mi? Hayır...
Varidat'a kafa yormamın aslında küçük bir saiki vardı: Malatyalı hemşerim Niyazi-i Mısrî'nin Şeyh Bedreddin ve eserini müdafaa etmesi. Ekser zihinde şaibeli, idamla hayatı sonlandırılmış birisine Mısrî'nin gösterdiği teveccüh, yaptığı müdafaa çok kimse için sıradan olabilir ama benim için çok öyle değil.
Üstad Badiüzzaman'ın lirik ve derunî mısralarına atıflar yaptığı Niyazi-i Mısrî, Nur Talebelerinin âşinası olduğu bir isim.
"Dil bekàsı, Hak fenâsı istedi mülk-ü tenim,
Bir devâsız derde düştüm, ah, ki Lokman bîhaber. " diyen o.
Ve şu yaralayıcı, kanatıcı mısralar da onun:
"Bir ticaret yapmadım, nakd-i ömür oldu hebâ,
"Yola geldim, lâkin göçmüş cümle kervan bîhaber.
"Ağlayıp, nâlân edip, düştüm yola tenhâ, garip,
"Dîde giryan, sîne biryan, akıl hayran, bîhaber."
Mısrî'nin hareket noktası da, istinad noktası da Bedreddin'in tenkid edilen düşüncesinin Arabî'nin Vahdet-i Vücud düşüncesinin biraz daha pervasız bir tekrarından ibaret olması. Vahdet-i Vücud ve Vahdet-i Şuhud bahsinde Üstad Bediüzzaman'ın çok net ve muknî olan izahları, Şeyh'e nazar-ı müsamaha ile bakmaya müsaid, en azından tekfirden kurtarabilir.
Yine de, bu zamanın aklı için Varidat, besleyici bir kaynak olmaktan uzak. Tehlikeli, demek istemem; zirâ, tehlikeli düşüncelerin kaffesinin kapıları herkese açık. Bir zamanların yasak kitabları, yasak düşünceleri çocukların bile ellerinin altında artık. Ne var ki, bugünün insanına Kadızâde'nin verdiği bir şey yok. Bedreddin'den ise Muhyiddin-i Arabî'ye uzanmak daha doyurucu olabilir.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.