Hüseyin YILMAZ

Hüseyin YILMAZ

Soner Yalçının Tehlike Saptırması-I

30 Ağustos Zafer Bayramı merasimlerinin tamamını gölgede bırakan, teğmen gürûhunun bir kadın teğmenin rehberliğinde, TSK'nın darbelerle kirletilmiş yakın geçmişini hatırlatan, 15 Temmuz'dan sonra değiştirilen eski yemin metni ile ikinci bir yemin etmeleri oldu. Kılıç şakırtılarına karışan genç teğmenlerin çiğ çığlıklarının kulakları tırmalayan ürpertici sesleri, eski darbelerin öncesinde yaşananların daha küstah bir tekrarı gibiydi.

Sosyal Medya mecralarında, bilhassa X'te tahşidatta bulundum, peş peşe yazılar yazdım, itiraz ve tenkidlerle mevzua dikkatleri çekmeye ve canlı tutmaya çalıştım. Son noktayı de düşünce ve hissiyatımın hulasası olarak şu satırlarla koydum:

"Darbe Sath-ı Maili

"15 Temmuz gecesi Kısıklı meydanında idim, daha sonraki otuz gün de. Sembolik olarak Erdoğan'ın evinin önünde toplanıyorduk. O gün Erdoğan da bizimleydi.

"Ama bugün Erdoğan bizimle değil. Açık bir darbe provası yapan teğmenlere itiraz etmekte Bahçeli'nin bile fersah fersah gerisine düştü.

"Bir darbe gelirse, —ki kılıç sesleri ile teğmenlerin çiğ naralarını herkes duydu — ben yine sokakta, yine tankların ve darbecilerin karşısında olacağım. Fakat bu sefer Kısıklı Meydanında değil milletin meydanlarında veya vatanın dağlarında olacak, asla darbecilere boyun eğmeyeceğim.

"Ümid ediyorum ki, millet ekseriyeti de öyle yapacaktır. Ama bu bir iç savaşmış, olsun. Nerede inceyse, oradan kopsun. ABD'nin Mustafa Kamal Atatürk'ün askerlerini kullanarak milletin ırzına geçmesine bir daha seyirci kalmayacağım.

"İktidar besbelli ki teğmenlerin provasını hafife alıyor. Derin bir gaflet bu... Türk ordusu yüz yıldır darbeler yapıyor, yenisini yapmaması için kimse makul bir sebeb gösteremez. Hükmün şahidi, 30 Ağustos günü daha Erdoğan'ın gölgesi merasim meydanından çekilmeden aynı meydanda küstahça kılıç sallayan teğmenlerdir.

"Hükümeti temsilen Ömer Çelik'in teğmenlerin başını okşaması akla ziyandır, Erdoğan ve yakın adamları için yağlı urgan ısmarlamaktan farksızdır. Yakın ve muhtemel darbecilerin gözünde Erdoğan, Menderes'ten bin kat daha fazla suçludur. Bunu bilmemek için insan postundan sıyrılmak lâzım. Bir saat Halk TV'iyi seyreden, Sözcü'nün iki sayfasına bakan bana hak verecektir.

"İktidarın susmasında bir hikmet-i hükûmet yoktur, tıpkı önceki darbelerde takınılan benzer tavırlarda olmadığı gibi. Onun için millet, kendi hukukuna sahip çıkmalıdır... Çıkacağını da ümid ediyorum.

"Vatanperverler bu mevzuun gündemden düşmesine, unutulmasına, sümen altı edilmesine izin vermemelidir. Aksi takdirde bedelini hep birlikte ödeyeceğiz."

Teğmenlerin darbe provalarına çok benzeyen çıkışını kalemine malzeme yapanlardan biri de Soner Yalçın olmuş, daha doğrusu tek satırlık bir girizgâhla hedef saptırıp Üstad Badiüzzaman Said Nursi ve Talebelerini birilerine hedef göstermeye çalışmış. Üç günlük yazı serisi devam edecek mi, bilmiyorum. Bitirmesini beklemektense solun bu abartılı isminin şaşkınlığıma sebeb olan sığ, sathî, iftira ve yalanların kol gezdiği yazılarına bir an önce eğilmek daha doğru olacak. Yazmaya devam edecekse bile belki kendisine bir çeki düzen verme ihtiyacı duyar.

Gariplik Yalçın'ın 4 Eylül tarihli yazısının başlığıyla başlıyor:

"Diyanetteki hemşehrisinden 'uyarma' kılavuzu...Erdoğan Erdoğan'a karşı"

Ne bu şimdi? Diyanet emeklisi olmak, hemşehrisi olmak, hatta soy isim benzerliği makaleyi perçinleyecek imtiyazlı unsurlar mı? Söylenenlerin değer ve doğruluğunu Soner Bey bunlarla mı ölçüyor? Yazı şu cümle ile başlıyor:

"Genç Teğmenlerin yemin töreninde olanlar haber değil, olması gereken zaten. Bir bardak suda fırtına koparılıyor."

Soner, genç teğmenlerin olması gerekeni yaptıklarından emin. Demek ki, alternatif ve eski bir metinle yemin tekrarı yapmak, "olması gerekendir". Dolayısıyla da haber değeri yoktur.

Ama haber değeri olan fakat kimsenin üzerinde durmadığı, hakkında konuşmadığı büyük ve tehlikeli bir mesele var, Yalçın'a göre:

"Asıl üzerinde durmamız gerekeni ise hiç konuşmuyoruz:

"Bir grup Nurcu, Isparta/Barla’daki Çam Dağı’na çıkıp sabah zikri yaptı. Burası Said Nursi'nin kimi zaman namaz kıldığı, sözde bazı Risale-i Nur metinlerini yazdığı yerdi."

Sevgili Soner, bir meslekdaşın olarak dediğin mekâna defalarca ben de çıktım. Bediüzzaman'ın Barla'da haksız yere, zulmen sürgün hayatı yaşadığı yıllarda, yaz aylarında çıktığı bu dağ cidden güzel bir yerdir. Yolun düşerse çıkmanı tavsiye ederim, beğeneceksin.

Evet Üstad, bazı eserlerini yaz aylarında haftalarca kaldığı bu dağda kaleme almış. Ancak, "sözde bazı Risale-i Nur metinlerini yazdığı yerdi" diyorsun. Bu "güya" yerine kullandığın "sözde" kelimesi bazı eserlerin Çam Dağında yazılmadığını ifade etmekse, bilgin yanlış. Ya da kaynakların sana yalan söylemiş, kandırmışlar. Yüzlerce kayıd ve şahidin şehadetiyle tevsik edebilirim.

Yok muradın "sözde" ifadesiyle Risâle-i Nur metinlerini küçümsemekse berbat bir cümle kurmuşsun, maksadını daha güzel ifade edebilirdin.

Sabah zikri dediğin şey de kötü bir yalan, boş bir iftira. Sabah namazından sonra okunan tesbihata zikir demekten muradın Nurculara o çok da hoşlanmadığınız tarikat yaftası yapıştırmaksa, tutmaz; boşuna yoruluyorsunuz. Risâle-i Nur hareketi tarikat değildir, onun için de Nur talebelerinin tarikatta esas teşkil eden cinsten bir zikirleri yoktur.

Kaldı ki, zikir çok da güzel bir ibadet şeklidir, ruh ve aklı hayvaniyetten çıkarıp insanlığa yükseltir. Keşke size de kısmet olsaydı. Üstelik yasak da değil mirim. Hani Anıtkabir'de okumuş olsalar tuhaf kaçacağından, ya da acaba meydan okumak mıdır, diye tenkid edilebilirdi ama dağ başında, bir sabah vakti yapılmış bir tesbihatın tehlike neresinde, anlamadım...

Nitekim abesle iştigal ettiğini farketmiş olacaksın ki, büyük tehlike ve dehşeti memleket afakına haber verdikten sonra demişsin ki:

"Çoğunuzun “ne var bunda” dediğinizi duyar gibiyim! Peki, genç Teğmenlerin töreni gündem oluyor da, Nur talebelerinin sabah zikri üzerinde niçin hiç durulmuyor?"

Keşke bu cümleyi hiç kurmasaydın Soner, durduk yerde okuyucularına düşünce ve mantık kapılarını açmışsın. Yahu, on yılda bir şeni ve ahlâksızca darbe yapıp, mazlum ve masum bir başbakan ve iki bakanı idam ettiren, darbe zemini hazırlamak için bu ülke gençlerini birbirine kırdırıp on binlercesinin öldürülmesine yol açan, on binlercesini zindanlarda çürüten, onlarcasını darağaçlarında sallandıran, her darbe ile ülkeyi elli yıl geriye götüren bir ordunun silahlı teğmenlerinin herkese darbe öncesini tedai ettiren çıkışı ile bir avuç Nur Talebesinin tesbih ve takkeleri ile bir dağ başında okudukları dualar hiç kıyaslanabilecek şey mi? Azıcık düşünmüş olsan bu tuhaf kıyası yapıp okuyucularını uyandırmazdın. Geçelim...

Sonra kariyeri hiç de parlak olmayan, her sokak başında karşılaşabileceğin tipten bir ismi parlatarak okuyucunun önüne koyup, ben değil, bu söylüyor, demeye getiriyorsun. Mehmed Erdoğan adındaki bu azmettirilmiş zavallının daha öncekilerin değersiz bir kopyası olan karalamalarından hareketle güya Risale-i Nur Talebelerinin aydınlık çehrelerine karanlık düşüreceksin. Doğrusu sana hiç yakıştıramadım, dersini daha iyi çalışabilirdin, daha güzel cümleler kurabilir, maksadını daha doğru ifade edebilirdin. Yalan ve iftiralara da gerek yok, Nur Talebelerinde olup hiç hoşlanmayacağın yüzlerce gerçek var. Onları diline dolayabilir, tenkid edebilirdin.

İlk yazıda sahneye buyur ettiğin Mehmed Erdoğan'ın tek değeri, sana bugüne kadar yüzlerce defa tekrarlanmış yalan ve iftiraların kötü bir tekrarından ibaret olan değersiz bir malzemeyi vermiş olması.

"Yazarın cesaretinden ve derinlikli araştırmasından etkilendim." diyorsun.

Erdoğan'ın karalamalarını cidden okuduysan zamanına acırım, karıştırıp geçtiysen, tek bir kişiden hareketle bütün dünyada yüz milyonların ruh ve gönül dünyasında taht kuran, akıl ve havsalanın alamayacağı büyüklükteki mümtaz bir İslâm âlimi ve insanlığın yüz akı talebelerini üç beş satır veya makale ile yıkamayacağını bilmen gerekirdi.

Yalan ve iftira bile olsa ilk yazının tek dişe dokunan iki noktası var: Birincisi, Nur Talebelerini FETÖ'ye bağlamaya çalışmak veya FETÖ'yü Nurcu göstermek. İkisi de yalan, ikisi de iftira. Elli yıldır içinde yaşadığım bir camia bu. Ne Nur Talebeleri herhangi bir zaman diliminde Gülen'in dümen suyuna girdiler, ne de Gülen hayatında tek bir sefer, tekbir gün samimi bir Nur Talebesi gibi yaşadı. Hiçbir gün, hiçbir yerde Nurcu olduğunu da söylemedi Gülen. Ama onlarca yerde ve tekrarla Nurcu olmadığını söyledi.

Buna rağmen iç içe görünmelerinin haklı bir sebebi var. Ağa babaları, Gülen'le Müslümanları sevk ve idare etmek için yola çıkmışlardı ama bir parça güzel konuşmasının dışında elemanları boş ve değersizdi. Bediüzzaman ve Risale-i Nur gibi sıfırdan başlayarak bir kitle meydana getirmesi hem mümkün değildi, hem de çok zaman alacaktı. Oysa ne fazla zamanları vardı, ne de risk alabilecek vaziyetleri. Yapılacak en doğru şey komşu mahallede hırsızlığa çıkmaktı. Onlar da, öyle yaptılar. Gülen, olsa olsa arkasındaki karanlık mihraklarla Nurcuların avına çıkmış bir hırsızdır. Yani bir su-i istimaldir. Nurcular FETÖ'cü değil, olsa olsa FETÖ mağdurlarıdır.

Bu hakikati senden çok daha iyi bilen Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Üstad Bediüzzaman için attığı twiti onun için anlayamıyorsun. İlk yazının kayda değer ikinci noktası dediğim de bu Soner: Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Bediüzzaman, eserleri ve dâvâsını senden çok daha doğru, çok daha iyi bilmesidir. Müsaadenle naklettiğin Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın o muhteşem şehadetiyle ilk makalemi bitireyim, olmaz mı:

"Hakk’a, halka ve Kur’an-ı Kerim'e hizmet davasından taviz vermeyen Bediüzzaman Said Nursi’yi vefatının 63’üncü yıldönümünde rahmetle yad ediyorum.”

Devam edeceğiz...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
20 Yorum