Mehmet Ali KAYA

Mehmet Ali KAYA

İbn-i Teymiye’nin Fetvası ve Bediüzzaman

1300’lü yılların başında İbn-i Teymiye Moğol İstilası altında ezilen Mardinliler için bir “Cihat Fetvası” yayınlamıştır. Bir hafta önce de yurtiçi ve yurt dışından gelen 20’ye yakın din adamı bu fetvayı tartışmışlardır.

Tartışmaların içinde “Dâr-ı Harb ve Dar-ı İslam” kavramları da vardı. Ne var ki Türkiye’den Bediüzzaman’ın görüşlerini dile getiren bir ilim adamı olmadığı için toplantı eksik yapılmış oldu. Zira Bediüzzaman’ın konuşulmadığı ve görüşlerinin dile getirilmediği dini içerikli toplantılar eksik kalır. Bu Mardin Toplantısında da kendisini hissettirmiştir.

“Diyanet İşleri Başkanlığı” bundan 7 asır önce verilen bir fetvanın tartışılmasını yanlış bularak sempozyuma katılmamış; iyi de yapmış. Dini sempozyumlar asırlar önce verilen fetvaların geçerli olup olmadığını tartışmak için değil, günümüzde ve gelecekte dinin bireye ve topluma olan katkılarını, ferdin ve toplumların içine düştüğü bunalımlardan nasıl kurtulması gerektiğini ve dinin gösterdiği çareleri araştırmak ve tartışmak için yapılmalıdır. Bediüzzaman’ın bu konudaki görüşü “Eski hal muhal! Ya yeni hal veya izmihlal!” ifadelerindeki veciz yaklaşımdır.

Her şeyden önce fetvalar “Nass” yani genel ve değişmez dinin temel kuralları değildir; fiilî durumlara çare olarak çıkarılan geçici, çözüm üretici ve insanları koruyucu çare niteliğindeki hükümlerdir. O gün geçerli olan bir fetva günümüzde şartların değişmesi ile hükmü de geçersiz olabilir. Bu durumda gerçekten de bundan 700 sene önce verilen bir fetvayı tartışmanın mantığı yoktur. Çünkü o gün için o fetva doğrudur; şer’îdir ve geçerlidir. Fetvayı müftü verir ve bir müftünün fetvasını bir başkasının onaylaması da reddetmesi de gerekmez; mukabil fetva verebilir. Bu mahkemelerdeki hâkimlerin bir konuda farklı hükümler vermesine benzer ve birbirini tutmayan farklı içtihatlar da geçerlidir.

Şayet günümüzde bazı radikal dinci gruplar günümüzdeki yeni ve fiilî durumlara çare olacak Nass’lardan yeni içtihatlar yapmak yerine bundan 700 sene önceki fetvalara dayanarak hüküm veriyorlarsa bu da yanlıştır.

İbn-i Teymiye’nin Mardinlilere verdiği fetva nedir?

Mardin halkı Moğol istilası üzerine İbn-i Teymiye’den “Bu durumda Mardin Dâru’l-İslam mıdır, yoksa Dâru’l-harp midir?” şeklinde soru sormuşlar. İbn-i Teymiye de “Bunda iki durum söz konusudur: Mardin, İslam hukukuna göre yönetilmediği için ne tam anlamıyla Dâru’l-İslam, halkı da Müslüman olduğu için ne de tam anlamıyla Dâr-ı harptir” demiştir. Ayrıca “Bu durumda Mardin’den hicret edip edilemeyeceği, hicret etmeden işgalcilerle işbirliği yapanların münafık olup olmadıkları da sorulmuştur. İbn-i Teymiye bu soruya da “İşgalciler dinin gereklerini yapmalarına fırsat verdikleri takdirde hicrete gerek olmadığı, dinin gereklerini yapmaya (yani, Ezan, Cemaatle namaz, Cuma namazı ve Bayram namazı gibi) toplu ibadetlere müsaade ettikleri taktirde hicrete gerek olmadığı, müsaade etmedikleri taktirde hicret edilebileceğini, bu durumda dahi hicret etmeyerek işgalcilerle işbirliği içinde olanların münafık sayılmayacağını” söylemiştir. Ayrıca işgalcilere karşı mücadele etmenin caiz olup olmadığı da sorulmuş. İbn-i Teymiye buna karşı da “İşgalcilerle zulme devam ettikleri sürece mücadele etmenin caiz olduğunu” da söylemiştir.

Verilen bu fetvanın iptali gibi bir şey söz konusu olabilir mi? Buna karşı kimsenin bir diyeceği olabilir mi? Gerçekte bunları tartışmak yanlıştır.

Moğolların Mardin’i işgal etmeleri üzerine işgalci Moğollarla savaşmanın caiz olup olmadığı sorulmuş, o muhterem ve müdakkik İslam bilgini de “Moğolların istilasına ve zulümlerine karşı Müslümanların onlarla savaşmasının caiz olduğuna dair” fetva vermiştir. Bu fetvayı Radikal grupların “Müslümanların Müslüman olmayan yönetimlerle terör yoluyla mücadele etmesi” şeklinde algılamak ve uygulamak da işin bir başka yanlışı… Bu konu da hassasiyetle araştırılması gereken bir husustur. Günümüzde bu fetvanın geçerli olup olmadığı İslam bilginlerince araştırılmalıdır. Günümüz meselelerine asrımızın bilginleri çare bulabilir ve fetva verebilir. Çünkü şartlar farklıdır. Hürriyetle istibdadı, savaş ile terörü, cihat ile kıtali, krallıkla demokrasiyi birbirinden ayırt etmesini bilmeyenlerin bu konuda verecekleri fetvalara da, yine bu konudaki sözlerine de itibar edilemez.

İslam’da savaş ve kıtal Müslümanların Müslüman olmayanlarla savaşması şeklinde algılamak en büyük yanılgıdır. Savaş küfre karşı değil, zulme karşı yapılır. Bu zulüm Müslümanlardan da gelse Müslüman olmalarına bakılmaksızın onlarla savaşılır. Nitekim Yavuz Sultan Selim’in İran’la savaşı Şah İsmail’in zulmüne son vermek ve terörünü ortadan kaldırmaya yönelikti. Cihat ise daha geniş bir kavram olup küfürle ve her nevi cehaletle, nefis ve şeytanla yapılan çok geniş bir mücadeleyi kapsar ki buna kimsenin yanlış demesi zaten mümkün değildir ve bu devamlı bir mücadele alanıdır.

Cihat adına terörü meşrulaştırmak doğru olmadığı gibi, terör bahanesiyle cihadı ortadan kaldırmaya çalışmak da doğru değildir. Doğru olan “Cihad ile Savaşı”, “Savaş ile Barışı” doğru şekilde uygulamak ve terörün her nevine, istibdadın her çeşidine karşı doğru bir şekilde mücadele ederek “Hürriyet ve Barış” ortamının devamını sağlamaktır. Rahmet peygamberi ve huzur ve barış müjdecisi olan Hz. Muhammed’in (sav) yolundan gidenlerin yapması gereken budur. İşte Bediüzzaman barış ve huzur ortamında “Manevi Cihat” kavramı ile izah etmeye çalıştığı “Bu zamanda cihat manevidir; manevi tahribata karşı İman ve Kur’ana hizmet etme” metodu ile insanlığa ve dine hizmet etme iddiasında olanlara yol ve yöntem göstermiştir. İslam dünyasının ve “barışı ve huzuru” arayan bütün insanlığın aradığı ve bulmaya çalıştığı husus budur. Mardin’de Bediüzzaman’ın bu görüşlerinin tartışılmamış olması gerçekten büyük talihsizliktir.

Anadolu ve İstanbul düşman kuvvetleri tarafından işgal edildiği zaman işgalcilere karşı Şeyhülislam Dürrizâde Abdullah Efendi “Padişaha itaatsizlik etmek, toplum düzenini bozmak büyük günahtır. Anadolu’da Kurtuluş Savaşına destek olanlar bağîdir, isyankardır” diye yayınladığı fetvaya ilk karşı çıkan Bediüzzaman Said Nursi hazretleri olmuş ve henüz Anadolu’da bulunan ve Kurtuluş Savaşını başlatan din ve ilim adamları “Cihat Fetvası” yayınlamadan önce Bediüzzaman Said Nursi hazretleri İstanbul’da tek başına mukabil şöyle bir fetva yayınlamıştır: “İşgal altındaki bir memlekette İngilizlerin emri ve tazyiki altındaki bir idarenin ve meşihatın fetvası mualleldir; geçersizdir, mesmu olamaz. Esaret altındaki bir halife Cumhur-u nasın iradesini yansıtamaz. Düşman esaretine karşı harekete geçenler asi değillerdir, fetva geri alınmalıdır” demiş ve Anadoludaki Kurtuluş Mücadelesini desteklemiştir. (Eski Said Eserleri, 2009, s. 574; Osmanlı Şeyhülislâmları, 260; Sarıklı Mücâhitler, 300; Risâle-i Nur Hakkında İlmî Bir Tahlil, 71)

Daha sonra 16 Nisan 1920’de Ankara’da toplanan Ulema-i İslam Ankara Müftüsü Rıfat Efendi (Börekçi) başkanlığında bir “Fetvay-ı Şerif” hazırlamışlardır. Bu fetvada “Milli Mücadeleye katılmanın her Müslüman’ın dini bir vazifesi olduğu ve bundan kaçınmanın günah olduğu” belirtilmiştir. Birkaç gün içinde bu fetvaya 150 müftü ve din adamı imza atmıştır. Anadolu Ulemasının bu fetvası “Milli Mücadeleyi” zafere taşıyan en büyük güç olmuştur. (M. Ali KAYA, Cumhuriyetin Manevi Temelleri, 2001, s.152-153)

İmdi, 700 sene önce verilen fetvayı iptal etmek için toplanan Mardin Artuklu Üniversitesi heyeti umarım bu fetvayı da iptal edecek bir toplantı tertip edecektir…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum