Veysel TÜRK
İdealsizlikten hakikate geçiş
Ciddi şahsiyetlerin ideallerinden ve gayelerinden; laubali kimselerin ise ancak his ve hevalarından ve günübirlik sevdalarından sözedilebiliriz. Bu meyanda, Kainatın en mühim neticesi olan 'hayatın' ve hayatın kaçınılmaz neticesi olan 'ölümün' bizden ne istediğini anlayabilmek için hayata ve ölüme kulak vermemiz gerekiyor. Hayatı ve onun neticesi olan ölümü dikkatle dinleyip bizlerden taleblerinin ne olduğunu anlayabilmemiz, onların karşısında alacağımız ciddi bir 'şuurlu farkındalık' tavrı ile ilintilidir. Bu farkındalık ne kadar üst düzeyde hissedilirse, şuurlu halimizin davranışlarımıza etkisi de o denli yoğun bir sabitede seyrederek hayatımızın merkezinde ma'kes bulacaktır.
Esen rüzgarın önüne katıp sürüklediği müzahrefat nevinden yaşam stiline sahip kişilerin yaşam tarzı, tahkik sürecinden geçerek onay almış bir "kabulden" değil, rotasız bir gidişatın daha doğrusu bir savrulma biçiminin göstergesi olabilir ancak.
"Nerde akşam orda sabah" felsefesine kapılarak ordan oraya sürüklenen ham ruhların 'kemal kıvamı' bulmasını ummak, boş bir hayal olduğu gibi, dağınık düşüncelerin ve 'idealsiz hayallerin' ise bu kıvama yapacakları olumlu bir etkiyi beklemek olsa olsa bir rüya olabilir.
"Gençlik damarı akıldan ziyade hissiyatı dinler" ve gençliğin menfi fırtınasına yakalanmış bu serazad ruhların müsbet bir çizgiye gelebilmeleri ancak idealist bir ruh bütülüğüne kavuşmakla mümkün olabilir.
Doğru hedeflere yanlış yollardan vasıl olunamıyor ne yazık ki. Fakat bunun için bile olsa yola koyulmak gerekmektedir. Yol bir vesiledir ve hedef ise ulaşılmak istenen menzil...Hedefe vasıl olmak maksud-u bizzat olsa da, bu, her yolun meşru olduğu anlamına gelmemelidir.
Hakikata müşteri olmadan 'hakikat' gelip bizi bulmuyor. Gelip bizi bulunca da hakikatın kalbimizde neşv-u neması bizim özel gayretlerimize matuf olarak çekirdek halinde kendini gizliyor. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilmek önemli ama çoğu zaman bunları bilmek yeterli değildir. Bu bağlamda, doğru dediğimiz istikamette yol alabilmek çoğu zaman müyesser olmuyor hakikat taliblerine.
İstikamet yolu hem çok kolay hem çok zordur. Bu yolda mesafe kat'etmek özel gayretlerin neticesinde ancak mümkün olabiliyor. Nasıl ki, buz pistinde yürümek için bile özel çalışmalar yapmak gerekiyorsa ve bazen bu yolda yürümesini hatta koşmasını bilen hocaların eşliğinde antrenman yapmakla mümkün olabiliyorsa, istikamet çizgisinde yürümenin de kendine has metotlarının olması kaçınılmazdır.
Her işin başında zorluklar vardır. Devam eden gayretlerimiz neticesinde en zor işler bile kolaylaşmaya başlar. Bir süre sonra da meleke haline geldiğinden çok özel çabalara gerek kalmadan handiyse otomatik olarak yapılmaya başlanır.Tıpkı araç sürmek gibi. Tıpkı bir işçinin özel iş aletlerini kullanmayı öğrenerek seri üretim yapması gibi.
Yolun ilk şartı diğer menfi yolları terk ederek hakkın yolu üzerine gelebilmektir. İki yol üzerinde aynı anda yürüyemeyiz. Yürümeye çalışsak bile en fazla buna 'yerinde saymak' denebilir. Bu şekilde ilerlemek mümkün değildir.Yanlışı terk doğruyu tercihten önce yani şerri terk hayrı öncelemekten daha evvel gelmelidir.
İstikamet menziline giren hakikat işçilerinin de bu yolda mesafe alabilmeleri için helal haram dengesine riayet etmeleri zaruridir. Bu menzilde kalabilmek hem çok zor hem çok kolaydır. Çok zordur, çünkü, kalb hem iyiye hem kötüye meyyal bir mahiyet arzeder. Çok kolaydır, an şart ki, kalbin bu düaliteden arındırılarak tevhid yörüngesine girmesi ve bu halde kalmak adına cehd ederek sabit kadem olabilmesidir.
Yanlış işler yaparak doğru neticelere varılamayacağından, haramı işlememek helali yapmaktan önde geliyor. Üstelik haramı işlememek 'vacib' olmasından, işlemeye niyetlenipte uzak durulan günahlardan ötürü devamlı vacib sevabı kazanmak da mümkün. Bir misal vermek gerekirse, mahrem suretlere bakmak haram olduğundan (ilk bakış değil ikinci bakış kastediliyor), işlek bir caddeden geçerken gözlerimizi sırf rıza-i ilahi için bu suretlerden sakınmak, belki de yüzlerce vacib sevabı kazanmamıza hizmet edecektir. Bu ise çok büyük bir kârdır. Üstelik bu halin öyle bir manevi lezzeti de vardır ki, kalb bu lezzeti duyumsadığında hiç bir zevkin bunun önüne geçemeyeceğini anlar. Ve o kalb sahibi böyle bir nimete nail olduğu için Rabbine binlerce kez şükreder.
"Haramın terki vâcibdir. Bir vâcibi işlemek, çok sünnetlere mukabil sevabı var. Takva, böyle zamanlarda, binler günahın tehacümünde bir tek içtinab, az bir amelle, yüzer günah terkinde, yüzer vâcib işlenmiş oluyor. Bu ehemmiyetli nokta niyetiyle, takva nâmıyla ve günahtan kaçınmak kasdıyla, menfî ibadetten gelen ehemmiyetli a'mal-i sâlihadır.
Risale-i Nur şakirdlerinin bu zamanda en mühim vazifeleri, tahribata ve günahlara karşı takvayı esas tutup davranmak gerektir. Madem her dakikada, şimdiki tarz-ı hayat-ı içtimaiyede yüz günah insana karşı geliyor; elbette takva ile ve niyet-i içtinab ile yüz amel-i sâlih işlemiş hükmündedir." (Gençlik Rehberi-136)
Hayat serencamesinde helalin ve haramın bir arada işlenerek devam ettirilmesi durumunda, aklın gereği olarak helalin tercih edilmesine rağmen, 'nefis' tercihini devamlı haramlardan yana kullanır ve bu süreç (haramın zahiren tatlı olmasından) kalblerde helale karşı bir istikrahın uyanmasına sebebiyet verir, şeytanın ve nefsin de zorlamasıyla kalbleri haramlara karşı açık bir hale getiriyor. İki zıddın birleşmesi mümkün olmadığından, karanlık ile nur bir arada durmuyor. İkisinden birisinin kalbten tardedilmesi gerekmektedir. Hangisinin kalbimizden kovularak nefyedileceğini ise mecelle kaidelerinden şu hüküm ifade etmektedir : "Def’-i mefâsid celb-i menâfi’den evlâdır." Yani fesadlığı izale etmek faydalı olanı elde etmekten daha önemlidir.
"Emr-i bi'l ma'rûf ve nehy-i anil münker" emri ise, toplumda tam bir denge halinin vücut bulmasına hizmet eden bir kaide olmasından, bu emrin hem cemaat düzeyinde hem de fert bazında ele alınarak ayrı ayrı tahlil edilmesi gerektiği kanaatindeyim. Sadece şu kadarını söyleyelim ki, iyiliği emretmenin ve kötülükten alıkoymanın ilk tecelli arşı 'kalbler' olmalıdır. Zira cemaatler fertlerden müteşekkildir. Bu mevzu ayrı bir yazının konusu olmasından bu kadarı ile iktifa edildi.
İstikamet menziline rıza-i ilahiye ermek için girilir. Bundan başka bir maksat için bu yola girenlerin kazanacağı bir şey yoktur. Ve çoğunlukla maksadının aksiyle muamele görür. Eda edilen namazın aerobik, tutulan orucun perhiz suretini almaması ancak niyetlerin Hakka tevcih edilmesi ile mümkündür.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.