İhvan metodu, bizdeki Risale-i Nur'a yakın teklifiyle dikkat çeker
Sibel Eraslan yazdı... Peki, Bediüzzaman Said Nursi'nin İhvan-ı Müslimin hakkındaki görüşleri nedir?
İbrahim Mert'in haberi:
RİSALEHABER-Star gazetesi yazarı Sibel Eraslan, Seyyid Kutub ve Hasan el Benna metodunun Risale-i Nur geleneğinin iman hakikatlerini önceleyen diline yakın teklifleriyle dikkat çektiğini söyledi.
Şehadetinin 50. yılında Seyyid Kutub’un rahmetle anıldığını hatırlatan Eraslan, Seyyid Kutub'un Osmanlı’nın dağılmasından sonra eski eyaletlerde kurulan kukla ve dikta rejimlerin yol açtığı ağır bunalım, yerli sömürge valileriyle kurulan yeni kolonyal sistem ve dayatılan kapitalizmin yol açtığı derin adaletsizlikler üzerinden okunması gereken bir Batı eleştirisi ve Tevhid çağrısı olduğunu belirtti.
Seyyid Kutub'un hayatının 10 yılını hapishanede geçirdiğini ifade eden Eraslan, Risale-i Nur ile yakınlığına dair şöyle yazdı:
"Büyük tefsiri Fi Zilal, bir mektep gibi hepimizin yetişirken gittiği bir okul, sığındığı bir gölgeliktir... Dr. Kutub, Hasan el Benna’nın Müslüman Kardeşler hareketinden yetişmiştir. Bizdeki Risale-i Nur geleneğinin iman hakikatlerini önceleyen diline yakın teklifleriyle dikkat çeker Benna ve İhvan metodu."
"Kutub ve şiddet eylemcisi terörizmi, aynı cümlede sarf eden Batılı nazar, bunu bilinçli olarak ikame ediyor. Zira Kutub, sadece İslami hayata diriliş önerisi getirmedi. Batılı kapitalizme ve emperyalizme çok önemli ve belki de ilk ciddi eleştirileri getiren düşünürdü. Antikapital ve antiemperyal tavrıyla, hem ülkesindeki yerli sömürgecilerin, hem dışardaki İslam karşıtı üst aklın hedefi oldu ve feci dramatik içeriğiyle bir zamanlar yakın ev arkadaşı olan Abdunnasır zihniyetinin asarak şehit ettiği bir mütefekkirdi...
BEDİÜZZAMAN: İHVAN VE NURCULAR HAKİKİ İKİ KARDEŞ FARKLARI DA ŞÖYLE
Konuyla ilgili daha önce yazan Mehmet Paksu, Bediüzzaman Said Nursî’nin hayatta iken İhvan-ı Müslimin ile irtibatının olduğunu belirtiyor.
"1950’li yıllarda Üstad, İhvan ile Nurcular arasındaki bağlantıyı ve beraberliği kurarken, İhvan ile Nurcuların hakiki kardeş olduklarına işaret eder. Kur’an hizmetinde ve İslam birliği dairesinde birbiriyle uyumlu ve beraber iki saf oluşturduklarına temas eder. Özellikle o tarihlerde Halep’teki İhvan’ın Risale-i Nur ile alakalarından söz ederken Nur Risalelerini Arapçaya tercüme etme niyetlerinden dolayı da memnuniyetini dile getirir.
Bediüzzaman bu tespitlerini Halep’teki İhvan’ın kendisine bir tebrik yazmaları üzerine kaleme alır. Bediüzzaman’ın kendi orijinal ifadesi şöyle:
“Halep’te İhvan-ı Müslimîn âzâsının bana yazdığı tebriğe mukabil onu ve İhvan-ı Müslimîni ruh u canımızla tebrik edip “Binler bârekâllah” deriz ki, ittihad ı İslâmın Anadolu’da Nurcular—ki eski İttihad-ı Muhammedî’nin halefleri hükmünde—ve Arabistan’da İhvan-ı Müslimîn ile beraber hakikî kardeş olan Hizbü’l-Kur’ânî ve İttihad-ı İslâm cemiyet-i kudsiyesi dairesinde çok saflardan iki mütevafık ve müterafık saf teşkil etmeleriyle ve Risale-i Nur ile ciddî alâkadar ve bir kısmını Arabîye tercüme edip neşretmek niyetleri, bizleri pek ziyade memnun ve minnettar eyledi. Benim bedelime İhvan-ı Müslimîn Cemiyeti namına bana tebrik yazana cevap verirsiniz. O taraftaki Nur şakirtlerine ve Nur eczalarına himayetkârâne alâkadar olsunlar.” (Emirdağ Lahikası, s.399)
İHVAN'A RİSALE-İ NUR GÖNDERDİ
Bediüzzaman Hazretleri adına Âlem-i İslamla irtibatı ve görüşmeleri yürüten ve halen hayatta olah Seyyid Salih Özcan ağabey vasıtasıyla Risale-i Nurlardan Halep’e gönderilmesini istediğini hatırlatan Paksu, yine aynı eserde yer alan bir mektubunda Bediüzzaman bu konuyu şöyle ifade ettiğini belirtti:
“Evvelâ: Seyyid Salih’in Halep ve havalisindeki çok ehemmiyetli İhvan-ı Müslimîn Cemiyeti için sizden istediği Nur mecmualarından, kendime mahsus mecmualardan on tanesini ona gönderdim ki onlara versin.” (Emirdağ Lahikası, II:415)
BEDİÜZZAMAN İLK DEFA 1911'DE İHVAN-I MÜSLİMİN KAVRAMINI KULLANIR
İlginç bir tevafuka da dikkat çeken Paksu, henüz İhvan-ı Müslimin cemiyeti kurulmadan yıllar önce Bediüzzaman Hazretlerinin 1911’de Şam’daki Cami-i Emeviye’de verdiği meşhur Hutbe-i Şamiye’sinde cemaate ilk olarak “İhvan-ı Müslimin” sözleriyle hitap ettiğini söyledi:
“Ey bu sözlerimi dinleyen bu Cami-i Emevîdeki kardeşler ve kırk-elli sene sonra âlem-i İslâm camiindeki İhvan-ı Müslimîn! “Biz zarar vermiyoruz, fakat menfaat vermeye iktidarımız yok. Onun için mazuruz” diye böyle özür beyan etmeyiniz. Bu özrünüz kabul değil. Tembelliğiniz ve neme lâzım deyip çalışmamanız ve ittihad-ı İslâm ile, milliyet-i hakikiye-i İslâmiye ile gayrete gelmediğiniz, sizler için gayet büyük bir zarar ve bir haksızlıktır.” (İlk dönem eserleri, s.567)
EMİRDAĞ LAHİKASINDAKİ İHVAN-I MÜSLİMİN VE NUR TALEBELERİ YORUMU
1950’li yılların sonlarında Bağdat’ta yayınlanan ed-Difa dergisinde “İsa Abdülkadir” imzasıyla yayınlanan bir yazıda Nur Talebeleri ile İhvan-ı Müslimin hakkında genişçe bir analiz yapıldığını açıklayan Paksu, her iki hizmet grubunun özelliklerinin anlatıldığı ve 6 madde halinde yapılan karşılaştırmada temelde bir ayırımdan öte metot farklılığına işaret edildiğini söyledi.
(Bağdat’ta çıkan ed-Difa gazetesinin muharriri İsa Abdülkadir’in Arabî makalesinin tercümesi.)
Bağdat’ta çıkan ed-Difa gazetesi Risale-i Nur talebelerinden bahisle diyor ki: Türkiye’deki Nur talebelerinin İhvan-ı Müslimîn cemiyeti ile alâkaları nedir, ne münasebeti var? Hem farkları nedir? Türkiye’deki Nur talebeleri, Mısır’da ve bilâd-ı Arapta İhvan-ı Müslimîn namında ittihad-ı İslâma çalışan cemiyetler gibi müstakil cemiyet midirler? Ve onlar da onlardan mıdır? Ben de cevap veriyorum ki:
Nur talebelerinin ve İhvan-ı Müslimîn Cemiyetinin gerçi maksatları, hakaik-i Kur’âniye ve imaniyeye hizmet ve ittihad-ı İslâm dairesinde Müslümanların saadet-i dünyeviye ve uhreviyelerine hizmet etmektir; fakat Nur talebelerinin beş altı cihetle farkları var:
Birinci fark: Nur talebeleri siyasetle iştigal etmez, siyasetten kaçıyorlar. Eğer siyasete mecbur olsalar, siyaseti dine âlet yapıyorlar, tâ ki siyaseti dinsizliğe âlet edenlere karşı dinin kudsiyetini göstersinler. Siyasî bir cemiyetleri asla mevcut değil.
İhvan-ı Müslimîn ise; memleket ve vaziyet sebebiyle siyasetle, din lehinde iştigal ediyorlar ve siyasî cemiyet de teşkil ediyorlar.
İkinci fark: Nurcular, Üstadlarıyla içtima etmiyorlar ve etmeye de mecbur değiller. Kendilerini Üstadlarıyla içtimaa mecburiyet hissetmiyorlar. Ders almak için beraber bulunmaya lüzum görmüyorlar. Belki koca bir memleket bir dershane hükmünde, Risale-i Nur kitapları onların eline geçmekle, üstad yerine onlara bir ders verir. Herbir risale, bir Said hükmüne geçer.
Hem ellerinden geldiği kadar ücretsiz istinsah ederler. Muhtaçlara mukabelesiz 1 veriyorlar ki, okusunlar ve dinlesinler. Bu suretle büyük bir memleket büyük bir dershane hükmünde oluyor.
İhvan-ı Müslimîn ise; umumî merkezlerde mürşid ve reisleriyle görüşmek ve emirler ve dersler almak için ziyaretine giderler. Ve o umumî cemiyetin şubelerinde de o büyük üstadla ve naibleriyle ve vekilleri hükmündeki zatlarla yine görüşürler, ders alırlar, emir alırlar.
Hem umumî merkezlerde çıkan ceride ve mecellelerin fiyatını verip, alıp, onlardan ders alıyorlar.
Üçüncü fark: Nur talebeleri, aynen, âli bir medresenin ve bir üniversite darülfünununun talebeleri gibi, ilmî muhabere vasıtasıyla ders alıyorlar. Büyük bir vilâyet bir medrese hükmüne geçer. Birbirini görmedikleri, tanımadıkları ve uzak oldukları halde birbirine ders veriyorlar ve beraber ders okuyorlar.
Amma İhvan-ı Müslimîn ise; memleketleri ve vaziyetleri iktizasıyla mecelleleri ve kitapları çıkarıyorlar, aktar-ı âleme neşrediyorlar; onunla birbirini tanıyıp ders alıyorlar.
Dördüncü fark: Nur talebeleri, bu zamanda ve bugünde ekser bilâd-ı İslâmiyede intişar etmişler ve çoklukla vardırlar. Bu intişarlarında ayrı ayrı hükûmetlerde bulundukları halde hükûmetlerden izin almaya muhtaç olmuyorlar ki, tecemmu’ edip toplansınlar ve çalışsınlar. Çünkü, meslekleri siyaset ve cemiyet olmadığından hükûmetlerden izin almaya kendilerini mecbur bilmiyorlar.
Amma İhvan-ı Müslimîn ise; vaziyetleri itibarıyla siyasete temas etmeye ve cemiyet teşkiline ve şubeler ve merkezler açmaya muhtaç bulunduklarından, bulundukları yerlerdeki hükûmetten icazet ve ruhsat almaya muhtaçtırlar. Ve Nurcular gibi bilinmiyor değiller. Ve bu esas üzerine, kendilerine umumî merkezleri olan Mısır’da, Suriye’de, Lübnan’da, Filistin’de, Ürdün’de, Sudan’da, Mağrib’de ve Bağdat’ta çok şubeler açmışlar.
Beşinci fark: Nur talebeleri içinde çok muhtelif tabakalar var. Yedi sekiz yaşındaki, camilerde Kur’ân okumak için elifbâyı ders almakta olan çocuklardan tut, tâ seksen, doksan yaşındaki ihtiyarlara varıncaya kadar kadın erkek, hem bir köylü, hammal adamdan tut, tâ büyük bir vekile kadar ve bir neferden büyük bir kumandana kadar taifeler Nurcularda var. Bütün Nurcuların bu çok taifelerinin umumen bütün maksatları, Kur’ân-ı Mecîdin hidayetinden ve hakaik-i imaniye ile nurlanmaktan ibarettir. Bütün çalışmaları ilim ve irfan ve hakaik-i imaniyeyi neşretmektir. Bundan başka birşeyle iştigal ettikleri bilinmiyor. Yirmi sekiz seneden beri dehşetli mahkemeler dessas ve kıskanç muarızlar, bu kudsî hizmetten başka onlarda bir maksat bulamadıkları için onları mahkûm edemiyorlar ve dağıtamıyorlar. Ve Nurcular, müşterileri ve kendilerine taraftarları aramaya kendilerini mecbur bilmiyorlar. “Vazifemiz hizmettir, müşterileri aramayız. Onlar gelsinler bizi arasınlar, bulsunlar” diyorlar. Kemiyete ehemmiyet vermiyorlar. Hakikî ihlâsı taşıyan bir adamı, yüz adama tercih ediyorlar.
Amma İhvan-ı Müslimîn ise; gerçi onlar da Nurcular gibi ulûm-u İslâmiye ve marifet-i İslâmiye ve hakaik-i imaniyeye temessük etmek için insanları teşvik ve sevk ediyorlar; fakat vaziyet, memleket ve siyasete temas iktizasıyla, ziyadeleşmeye ve kemiyete ehemmiyet veriyorlar, taraftarları arıyorlar.
Altıncı fark: Hakikî ihlâslı Nurcular, menfaat-i maddiyeye ehemmiyet vermedikleri gibi, bir kısmı, âzamî iktisat ve kanaatle ve fakirü’l-hal olmalarıyla beraber, sabır ve insanlardan istiğna ile ve hizmet-i Kur’âniyede hakikî bir ihlâs ve fedakârlıkla; ve çok kesretli ve şiddetli ehl-i dalâlete karşı mağlûp olmamak için ve muhtaçları hakikate ve ihlâsa dâvet etmekte bir şüphe bırakmamak için ve rızâ-yı İlâhîden başka o hizmet-i kudsiyeyi hiçbirşeye âlet etmemek için, bir cihette hayat-ı içtimaiye fâidelerinden çekiniyorlar.
Amma İhvan-ı Müslimîn ise; onlar da hakikaten maksat itibarıyla aynı mahiyette oldukları halde, mekân ve mevzu ve bazı esbap sebebiyle, Nur talebeleri gibi dünyayı terk edemiyorlar. Azamî fedakârlığa kendilerini mecbur bilmiyorlar.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.