İki sürgün; Çaycı Emin ve Bediüzzaman'ın Kastamonu imtihanları

İki sürgün; Çaycı Emin ve Bediüzzaman'ın Kastamonu imtihanları

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri Kastamonu'ya sürgün edildiğinde ona yardım eden talebelerden Çaycı Emin olarak bilinen Emin Çayırlı ağabeyi vefat yıldönümünde rahmetle anıyoruz.

Emin ağabey 18 Ağustos 1967 yılında Van'da bir trafik kazasında yanarak şehit oldu.

Emin Bey, Kürt aşiret beylerinden. Kastamonu'da Bediüzzaman'a hizmet etmişti. 1943'de Denizli'de dokuz ay mevkuf kaldı. O da diğer Nur talebeleri gibi berâat etti.

Memleketi olan Van'da ona Yemen Bey diyorlar. Üstad'ı Emin Bey olarak değiştirmişti ismini. Nur talebeleri de Çaycı Emin Ağabey demekteydiler.

Doğu Anadolu'dan sürgün olarak Kastamonu'ya gönderilmişti. Nasrullah Camiinin şadırvanında bir çay ocağı kurarak çaycılık yapıyordu.

Emin Beyin Kastamonu'ya gelişinin üzerinden on yıl kadar geçmişti. Yıl 1936. Nasrullah Şadırvanına, ilk defa gördüğü yaşlı bir insan gelmişti. Bir bekçinin doldurduğu testinin başında nezaret ediyordu. Kıyafeti bir hocayı andırıyordu. Sarıklı, cübbeli. Kastamonu'da, bir Osmanlı Şeyhülislâmın heybetiyle, fütursuz dolaşıyordu, hem de 1936 yılında.

Emin Bey ihtiyarsız olarak kalktı, doğru yanına yaklaşarak selâm verdi.

"Sen nerelisin kurban?"

"Beni takip ediyorlar, bana yaklaşma, sana zararım dokunur."

İşte bu hasbilik, bu samimiyet, Emin Beyin gönlünü tutuşturmaya yetmişti. Nasıl tekrar görüşebilir, diye çırpınıp duruyordu.

Emin ağabey Bediüzzaman'la ilgili hatıralarını Necmettin Şahiner'in Son Şahitler kitabında şöyle anlamıştı:

ÜSTAD'IN YATAĞINI SATIN ALDIM

Kendisini sordum soruşturdum. Çarşı Polis Karakolunda kalıyormuş. Arasıra bir bekçi ve poliste birlikte Kastamonu Kalesine çıkıyormuş.

Bir gün bir polis gelip beni çağırdı... Polisle birlikte kaleye çıktık. Kendileri oradaydı. Polise dedi:
"Kardeşim, bu benim hemşehrimdir. Sen bir-iki dakika bizden ayrıl, ben onunla biraz konuşacağım."

Polis yanımdan ayrılınca, durumun acı acı anlattı. Sıhhatinin iyi olmadığını, bir kaç defa zehirlediklerini söyledi.

Şeker, çay gibi ufak tefek alacaklarını bir vasıtayla kendisine ulaştırmamı bildirdi. 'Benim yanıma kimseyi bırakmıyorlar. Ben komisere söyleyeceğim, yatağımı birisine satacağım. Yalnız arada bir vasıta olsunki, ara sıra sen gel, bir şeyler lâzım oldukça, hem onu alırsın, hem de bu yatak meselesini hallederiz' dedi.

Bana üç tane sarı altın verdi. 'Bunlar Harb-i Umumîden kaldı. Uzun yıllar saklıyorum. Bunları yanına al, bozdurursun, bana lâzım olanları bununla alırsın' dedi. Ben de durumumun iyi olduğunu söyleyince, 'Kat'iyyen karşılıksız bir şey kabul etmem' dedi.

Altınları alarak birisini çarşıda bozdurdum. Ertesi gün komiser beni çağırdı. 'Bu Hoca Efendi yatağını satmak istiyor, sen bunun yatağını alır mısın?' dedi. Ben de alacağımı söyleyince, 'Sen bununla nereden tanışıyorsun?' dedi. Ben de, 'Hemşehrimdir, tanışırız' dedim.

Yatağı alacağımı söyleyince karakolun üst katına, kaldığı yere çıktık. Yatağa baktım. Yirmibeş lira kıymet biçtik. Yatağı tekrar kendisine kiraladım. Ne kadar yatarsa, o kadar para verecekti. Bu vasıtayla, her gün yatağın kirasını almak için karakola gidip geliyordum. İhtiyaçlarını böylece temin ediyordum.

"ÜSTADA EZİYET EDEN KOMİSERİN AKİBETİ"

"Nuri isminde bir komiser vardı. Zaman zaman Üstad'a eziyet ediyor, üç günde bir gelip odasını arayıp tarıyordu. Bir gün bu komiser çok şiddetli hasta olmuş; kafası, kulağı ağrımış. Ne yapsalar ağrı ve ızdırap dinmemiş. Sonra komiserin kayınpederi, 'Sen Bediüzzaman'a eziyet ediyordun, bu sebepten bu hastalık başına geldi.' diyor. Adam gelip Üstad'dan özür diledi, iyileşmesi için dua etmesini rica etti.

"Sonra komiser beni çağırarak, bana dedi ki: 'Bundan sonra sen Bediüzzaman'ın hizmetini göreceksin, kimse sana karışmayacak. Sen istediğin zaman gelip, yanına çıkabilirsin.'

"Ben rahatlıkla Üstad'ın yanına gidip geliyordum. Başka kimseyi yanaştırmıyorlardı."

"Havalar iyi olduğu günlerde, beraber dağlara giderdik. Akşamları kitapları tashih ederdi. Her gün ikindiden sonra kapısını kilitlerdi. Kastamonu'nun kışı şiddetli geçerdi. Bazı günler odasındaki yer tahtalarının arasına kırağı yağmış gibi olurdu. Küçük bir sobası vardı. Odayı pek iyi ısıtmazdı. Bekçi ile bir mangal ve bir de tahta kürsü aldırmış, yorganı kürsünün üzerine atarak, içindeki mangalla bu şekilde ısınıyordu.

Komiser bir müddet sonra yine rahatsız etmeye başlamıştı. Bir gün odasını ararken, adam elini yorganın altına, kürsünün içine sokmuş. Adamın eli ateş dolu mangalın içine girmiş. Eli yanan komiser mahcup olmuş. Üstad kendisine demiş ki:

"Senin ismin Hâfız Nuri'dir, Risale-i Nur'un ismi de Nur'dur. Bu sana tokattır. Dikkat et bir daha bana ilişme!'

"Bu komiser Nuri'nin başına çok musibetler ve hastalıklar geldi. Kendisini tutup Ankara'ya götürüyorlardı. Fakat doktorlar bir türlü teşhis koyamıyorlardı. Kastamonu'ya dönünce hastalık yine aynı şiddette başlıyordu. Ankara'ya kaç defa gitti geldi. Nihayet annesi ve ailesi kendisine, 'Sen Bediüzzaman'a çok eziyet ettin, onun bedduasına uğradın. Onunla helalleşmen, ondan özür dilemen lâzım.' diyorlar. 'Bir daha onun kitaplarına, derslerine karışma.' diye kendisini ikaz ediyorlar."

"Ailece gelip Üstad'dan özür dilediler, affetmesini, hakkını helâl etmesini istediler. Üstad onlara: 'Ben ona bir şey yapmadım. O Kur'ân'ın tokadını yedi.' dedi. Haşir Risalesi'ni onlara verdi. Hâfız Nuri'nin kitabı okumasını söyledi."

VALİ AVNİ DOĞAN'IN ZULÜMLERİ

"Bediüzzaman'ı hangi vilayete göndermişlerse, oraya, onunla devamlı uğraşacak, ona eziyet ve sıkıntı verecek bir valiyi de peşinden gönderiyorlardı. Avni Doğan da işte bu Cumhuriyet valilerinden biriydi."

"Risaleleri, mektupları kömürlüğe, odunların altına saklıyorduk. Bir gün, gelen mektupların hepsini ele geçirmişlerdi. Eve baskın yaptılar; her tarafımızı aradılar, taradılar, hattâ o kadar ki, saatin kapaklarını bile açıp baktılar. Mehmed Feyzi'yi, kardeşim Bahri'yi ve beni karakola götürüp epey sıkıştırdılar: 'Siz gizli cemiyet kuruyorsunuz. Kimlerle haberleşiyorsunuz?' diye sıkıştırdılar. Bizleri ayrı ayrı odalara hapsettiler."

'Müdür Bey, Risale-i Nur'un hakikatları dünya değil, âhirete bakar. İsterseniz size biraz okuyayım.' dedi. İman, Kur'ân hakikatlarından başladı okumaya, müdür biraz dinledi. Sonra hiddetle: 'Siz beni de zehirleyeceksiniz.' diye dinlemek istemedi."

"Sonra evlerimizdeki aramalarda benim sandıkta biraz paralarım vardı. Bu paralar üzerinde çok durdular. Bizi bu yüzden sıkıştırdılar. Bilhassa Vali Avni Doğan 'Bu paraları nereden buldun? Bu paralar gizli teşkilâtın paralarıdır.' diyordu."

"'Memleketimden geldiğim zaman, bu kadar param vardı. Ben on-on beş nüfusa bakarım. Bu kadar nüfusun elbette, iki bin lira parası olur.' dedim."

"Daha sonra 'Benim maddî durumumu isterseniz Ahlat Kaymakamlığından sorun.' dedim. Bizi mahcup ederek, hiçbir suç aleti ve suçluluk delili bulamayınca, devamlı bu iki bin lira para üzerinde durdular."

"Avni Doğan daha önceleri de Üstad'la çok uğraşırdı. Sık sık evine baskınlar düzenlerdi. Bir defasında da yine tevhide dair yazdığı bir risalesini alıp gitti. Onun bir suretini bir daha alamadık."

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum