İnsanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz herhangi bir fâiz, Allah katında artmaz
Ayet meali
Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Rûm Suresi 39-41. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
39 . İnsanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz herhangi bir fâiz, Allah katında artmaz. Hâlbuki Allah’ın rızâsını isteyerek verdiğiniz herhangi bir zekâta gelince, işte onlar, (sevablarını ve mallarını) gerçekten kat kat artıranlardır. (*)
40 . Allah, sizi yaratan; sonra sizi rızıklandıran; sonra sizi öldürecek; sonra sizi (tekrar) diriltecek olandır. (Allah’a) koştuğunuz ortaklar içinde bunlardan herhangi birini yapabilecek var mı? O, (onların) ortak koşmakta oldukları şeylerden pek münezzeh vepek yücedir.
41 . İnsanların ellerinin kazandığı (günahlar) yüzünden, karada ve denizde fesad çıktı ki (Allah), yaptıklarının bir kısmını(n cezâsını), kendilerine (dünyada) tattırsın; tâ ki (kötülüklerden) dönsünler.
(*) “Bütün ihtilâlât-ı beşeriyenin ma‘deni (insanlık âlemindeki ihtilâllerin kaynağı) bir kelime olduğu gibi, bütün ahlâk-ı seyyienin menbaı (kötü ahlâkın kaynağı) dahi bir kelimedir. Birinci kelime: ‘Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse bana ne!’ İkinci kelime: ‘Sen çalış, ben yiyeyim!’
Evet, hayât-ı ictimâiye-i beşeriyede (insanların cem‘iyet hayâtında) havâs (üst tabaka) ve avâm (alt tabaka), yâni zenginler ve fakirlerin, müvâzeneleriyle (dengeleriyle) rahatla yaşarlar. O müvâzenenin esâsı ise, havâs tabakasında merhamet ve şefkat; aşağısında hürmet ve itâattir. Şimdi birinci kelime; havâs tabakasını zulme, ahlâksızlığa, merhametsizliğe sevk etmiştir. İkinci kelime; avâmı kine, hasede, mübârezeye (çekişmeye) sevk edip, rahat-ı beşeriyeyi (insanlığın rahatını) birkaç asırdır selb ettiği (çekip aldığı) gibi; şu asırda sa‘y (emek), sermâye ile mübâreze netîcesi -herkesçe ma‘lûm olan- Avrupa hâdisât-ı azîmesi (büyük hâdiseleri) meydana geldi.
İşte medeniyet, bütün cem‘iyât-ı hayriye (hayır cem‘iyetleri) ile ve ahlâkî mektebleriyle ve şedid inzibat ve nizâmâtıyla (şiddetli âsayiş ve düzenleriyle), beşerin o iki tabakasını musâlaha edemediği (barıştıramadığı) gibi, hayât-ı beşerin iki müdhiş yarasını tedâvi edememiştir. Kur’ân, birinci kelimeyi esâsından ‘vücûb-ı zekât’ (zekâtın farz olması) ile kal‘ eder (kaldırır), tedâvi eder. İkinci kelimenin esâsını ‘hurmet-i ribâ’ ile (fâizin haram olmasıyla) kal‘ edip tedâvi eder. Evet, âyet-i Kur’âniye âlem kapısında durup, ribâya (fâize): ‘Yasaktır!’ der. ‘Kavga kapısını kapamakiçin, banka kapısını kapayınız!’ diyerek insanlara fermân eder. Şâkirdlerine (talebelerine): ‘Girmeyiniz!’ emreder.” (Zülfikār, 25. Söz, 38)