İnsanlık için daralan süre ve Risale-i Nur

İnsanlık için daralan süre ve Risale-i Nur

İnsanlık kendisine açılan Kur’ânî medeniyet yoluna ya girecektir ya da Bediüzzaman’ın ifadeleriyle erken bir kıyâmet kaçınılmaz olacaktır

Risale Haber-Yeni Asya yazarı Ahmet Dursun, yaşanılan küresel ekonomik krizin insanlığın son birkaç asırdır geçirdiği ruhî depresyonlarının, mânevî krizlerinin bir neticesi olduğunu yazdı.

Kanaat etmeyen, elindekiyle yetinmesini bilmeyen, hırs ile hep daha fazlasını isteyen insan tipinin kapitalizmin insanlığa bir hediyesi olduğunu vurgulayan Dursun, "Göreceli olarak bu tür insanlar her zaman yoksuldur. İnsana özgü bu özellik kurumsal bir nitelik kazandığında içinde bulunduğu toplumu da yoksullaştırmakta ve o toplumun her alanda yozlaşmasına yol açmaktadır. Yaşadığımız sosyo-ekonomik sıkıntıların ve daralmaların özünde insanın hırsı ve kanaatsizliği ile birlikte çeşitli yollarla bunu kurumsallaştırması yatmaktadır. Günümüz İslâm toplumları da bu halden uzak değillerdir" dedi.

Bediüzzaman Said Nursî’nin iktisadî görüşlerinin insanlığın içinde bulunduğu sıkıntıyı atlatmasında yardımcı olabilecek yegâne adres olduğunu ifade eden Dursun, şunları yazdı:

"Hep daha fazla isteme ilkesi üzerine kurulu kapitalist anlayışı “İnsan, hırs ile bütün dünya ona verilse, ‘Hel min mezîd’ (Daha yok mu?) diyecek. Hem, hodgâmlığıyla, kendi menfaatine binler adamın zararını kabul eder” ifadeleriyle eleştiren Said Nursî’nin bu hususlardaki görüşlerini bir bütün olarak ortaya koymak farklı açılımlar bekleyen insanlık adına önem kazanmaktadır.

"Bediüzzaman, pozitivist anlayışla beslenen kapitalizmin aşırı maddeciliğiyle huzursuz ettiği insana yaradılış gayesini hatırlatır ve onu Rabbinin sonsuz merhamet, şefkat ve keremiyle tanıştırır. Bugün olduğu gibi, milyonlarca insanın açlık kaygısıyla yaşadığı bir ortamda, para baronlarının insanları iliklerine kadar kemirecek bir düzeni devam ettirebilme çabaları ve bu çabaların ortaya koyduğu gayr-i ahlâkî tavırlar karşısında sözünü esirgemeden söyler, teşhislerini birer birer sıralar. Bediüzzaman, bütün beşerî bunalımları, krizleri, fesatları, rezil ahlâkı, zulüm ve haksızlıkları; hodgâmlığa (bencillik) tekabül eden “Ben tok olduktan sonra başkası açlıktan ölse bana ne” ve faizi karşılayan “Sen çalış ben yiyeyim” anlayışına dayandırır. İnsanlığın “Ben-biz, uhuvvet-hodgâmlık, hırs-kanaat, şefkat-zulüm” karşılaşmalarında insanî potansiyelini ön plana çıkararak “erdemli toplum”a yönelmesinin yollarını gösterir. İslâm’ın ortaya koyduğu “Komşusu açken tok yatan bizden değildir,” “Yiyiniz, içiniz; ancak israf etmeyiniz” gibi yardımlaşmayı esas alan, müsrifliği yasaklayan hayat prensiplerinin önemine değinir. Bu bağlamda zekât, sadaka, vb. İslâmî kurumların hayata geçirilmesinin önemini vurgular.

"Her türlü israf, kanaatsizlik ve fakirliğe karşı “İktisat” kavramını gözler önüne serer. “Hırs sebeb-i hasarettir” diyerek insanı “şükr”ün hazzıyla tanıştırır. Bütün dünyada bulaşıcı bir hastalık haline gelen tüketim kültürünün, zarurî olmayan ihtiyaçların zarurî ihtiyaçlar haline dönüşmesine sebep olan taklitçilik, görenek ve özenti belâsının önüne nasıl geçilebileceğinin yollarını gösterir. Bunlarla birlikte toplumda fertler arasında yaygınlaşan menfaatperestlik, bencilik, kendi çıkarını düşünme, kayırmacılık, rüşvet, torpil gibi hastalıklara karşı tepeden inmeci bir siyasî yaklaşımdan ziyade imanlı fertleri önerir ve bunun da yol haritasını sunar. Özetle, insanın ve toplumun mesh-i manevisine sebep olan bireysel ve toplumsal ahlâkî dejenerasyonun önünü açan, kuvvete, menfaate, ırkçılığa, sefahete dayanan bir medeniyet anlayışına karşı çoğunluğun mutluluğunu tazammun eden ve hakka dayanan Kur’ân medeniyetinin esaslarını ortaya koyar.

"İnsanlık için süre daralmaktadır. Dünyanın ahlâk ve fazilet kavramlarını daha sıkça konuşmaya başlaması, faizi sıfırlama gibi tedbirlere yönelerek sömürü düzenlerinin önüne geçmeye çalışması Bediüzzaman’ın ortaya koyduğu Kur’ânî medeniyete doğru atılmış bir adım olarak değerlendirilebilir. İnsanlık kendisine açılan bu yola ya girecektir ya da yine Bediüzzaman’ın ifadeleriyle “erken bir kıyâmet” kaçınılmaz olacaktır.