İnternette günah riskine karşı Said Nursi metodu
Sıradan bir adamın, iletişim araçları vasıtasıyla binlerce insan kadar günahları işlemesi mümkün hale gelmiştir...
M. Akif Yazıcı’nın yazısı:
Manevî Kitle İmha Silahları: İnternette Küllî Günah Riskleri
Giriş
Said Nursi, Kastamonu Lahikası’na dahil edilen bir mektubunda[1] âhirzamana dair bir hususa dikkat çekiyor. “Âhirzamanda bir şahsın hatiat ve günahlarının gayet dehşetli bir yekûn teşkil ettiğine dair rivayetler”i radyo ile izah ederek, “yüz binler kelimeleri birden söyleyen” radyonun iktiza ettiği küllî şükrü ifâ etmek şöyle dursun, su-i istimâl ile “tahribata sarfedip küfran-ı nimet ettiği için” insanlığın tokata müstahak olduğunu söylüyor.
Biz de bu işaretten hareketle, bu çalışmamızla bu hususta bazı ölçüler yakalama gayreti içine gireceğiz. Çalışmamızın özeti şöyledir:
- Sıradan bir adamın, iletişim araçları vasıtasıyla binlerce insan kadar günahları işlemesi mümkün hale gelmiştir. Bunun iki vechi vardır.
- Birincisi, sefahat ve lehviyat unsurlarının teşmili ile küllî günahların işlenmesidir.
- İkincisi de, toplumda ciddi ayrılıklara sebebiyet veren dünyevi ve ağırlıklı olarak siyasi meselelerin meşguliyeti ile bilinçli veya bilinçsiz olarak zulme tarafgirlik riskidir.
- Bu ikincisinin de bir küçük vechi, kıymetli ömür sermayesinin kıymetsiz işlere sarf edilmesidir.
- Bunlardan korunmak için, yine Nursi’nin ifadesiyle “iştirak-i a'mal-i uhreviye” düsturunu işlettirmek icap eder.
1-Problemin İzahı
Nursi, bu probleme iki açıdan da bakıyor. Bir taraftan, tek bir kişinin bu küllî günahı işleyişini “Ezcümle müteaddid vücuhundan radyomla anlaşıldı ki: O bir tek adam bir tek kelime ile, bir milyon kebairi birden işler ve milyonlarla insanı dinlettirmekle günaha sokar” şeklinde izah ederken, buna maruz kalan insanların tarafından da bakarak âhirzaman insanının durumunu şu şekilde özetliyor: “Bugünlerde hatırıma geldi ki: Hayat-ı içtimaiyeye giren hangi şeye temas etse, ekseriyetle günahlara maruz kalıyor. Her cihette günahlar serbestçe insanı sarıyorlar. Bu kadar günahlara karşı insanın hususî ibadet ve takvası nasıl mukabele edebilir, diye me'yusane düşündüm.”[2]
O zamanın radyosunun bugün interneti ve sosyal medyası haline gelmiş olduğu, bu tür günahlara maruz kalma riskinin o zamana nisbeten müthiş bir biçimde artmış olduğu aşikardır. Üstelik, radyoda istemediğiniz bir yayından kaçınmanın zorluğu ile, internette (elbette kullanımı tamamen terketmeden) istemediğiniz içerikten kaçınmanın zorluğu arasındaki farkı her ortalama internet kullanıcısı takdir edecektir.
Burada içeriğin kaynağı açısından bakıldığında, “Es-sebebu ke-l fâil” düsturunun işlediği ve o şahıs açısından muazzam günahları netice verdiği açıktır. Bu noktada içeriğin muhatabı olan internet kullanıcısı açısından o kadar bariz olmayan bir riske dikkat çekmek isteriz. İnternet sayfalarının görünürlüğü ve arama motorlarında üst sıralarda oluşu, o sayfanın “popülerliği” ile ilgilidir. Bu kavramı arama motorları daha kesin parametrelerle tanımlasalar da, neticede sayfanın ziyaret edilme (amiyane tabirle “tıklanma”) sayısı büyük rol oynamaktadır. Bu şu anlama gelir: Görüntülenmesi, okunması veya izlenmesi günahlara sebebiyet verecek bir sayfayı ziyaret eden kişi, o sayfanın internetteki popülerliğine katkıda bulunmuş, dolayısıyla içeriğine erişimi kolaylaştırmış olur. Dolayısıyla burada yine “Es-sebebu ke-l fâil.” sırrınca günaha ortak olma riski söz konusudur. Her ne kadar “Ey Ali, bakışına bakış ekleme. Zira ilk bakış sanadır, ama ikinci bakış aleyhinedir.”[3] şeklinde rivayet edilen hadis-i şerif kasıtsız olarak bunda pay sahibi olan kişiyi ibra etse de, söz konusu riskin büyüklüğü bizleri her hareketimizi tartmaya sevk etmelidir. Merak sâikiyle ziyaret ettiğimiz her bağlantının, paylaştığımız her resmin/videonun, “RT”lediğimiz her “tweet”in bize günah olarak dönme riski vardır. Bu bakımdan en az özellikle gıda maddeleri ve maddî gelir konusunda “Sana şüphe veren şeyi bırak, şüphe etmediğini yap.”[4] hadis-i şerifine riayet ettiğimiz kadar, internette vakit geçirirken de bunu göz önüne alarak şüphe ettiğimiz bağlantılardan ve içeriklerden kaçınma yoluna gitmemiz, en hayırlısı olacaktır. Bu bağlamda tabii şüpheliler, son zamanlarda internette de bu açıdan olmasa da iyiden iyiye tepki çekmeye başlayan, içeriği başlığından anlaşılmayan muğlak haber başlıklarıdır.
Bu riskin bir diğer boyutu ise, kaş yaparken göz çıkarmak nev’inden “bâtılı iyice tasvir etmek”[5] sınıfına giren, özellikle dindar basın organlarının “falanca programda ahlaksızlık, rezalet” vs. haberleridir.
İnternet ve sosyal medyanın ortaya çıkardığı ikinci risk faktörü de siyasi ve sosyal meselelerde tarafgirliğin yol açtığı zulme ortak olma meselesidir. Risale-i Nur külliyatının pek çok yerinde zikredilen bu mesele Kastamonu Lahikası’nda da “Emin’le Feyzi’nin sordukları bir suale Üstaddan aldıkları cevap”[6] başlıklı mektupta izah edilmiştir. Nursi’ye tevdi edilen sual şu şekildedir: “Siyasî geniş daireleri merakla takip eden, küçük daireler içindeki vazifelerinde zarar eder. Bunun izahını istiyoruz.”
Umumca bilindiği üzere, bu meselenin en geniş izahı Meyve Risalesi’nin Dördüncü Mesele’sindedir[7]. Kısaca özetlemek gerekirse, Nursi’nin cevabı şu şekildedir:
- İnsana müteallik vazifeler ehemmiyetçe sıralandığında, en başta insan ruhuna ve dinine ait vazifeler, daha sonra ailesine, köyüne, memleketine, vatan ve milletine ve bu dünyaya ait vazifeler gelir. Bu bakımdan insan, mesaisinin ciddi bir bölümünü, dinine ait meseleler yerine devleti ve dünya ile alakalı meselelere sarf ederse hata etmiş olur.
- Üstelik, devlet ve dünya meselelerini ciddiyetle takip eden, bazen bir tarafa kalben meyleder, onların muvaffakiyetini arzu eder. Öyle ki, bu tarafın işlediği zulümleri –büyük olsun küçük olsun– mazur görür veyahut hiç görmez. Böylelikle bunların günahında pay sahibi olur.
Nursi, yine Kastamonu Lahikası’nda bu konuya şu şekilde temas etmiş: “Bakmakta bir tarafa tarafgirlik hissi uyanır; tarafgir nazarı, tarafdar olduğu taraf cereyanın kusurunu görmez, zulmüne rıza gösterir belki alkışlar. Halbuki küfre rıza, küfür olduğu gibi, zulme razı olmak dahi zulümdür. Elbette zemin yüzünde bu dehşetli düelloda, semavatı ağlatacak zulümler ve tahribat oluyor; çok masum ve mazlumların hukukları kayboluyor, mahvoluyor.”[8]
Bu kısımda Nursi, “Cemaat için ferd feda edilir, milletin selâmeti için cüz'î hukuklara bakılmaz” şeklinde tatbik edilen dehşetli prensibe karşılık Kur’an’ın hakiki adaletinin üzerine bina edildiği “Hak, haktır; küçüğe büyüğe, aza çoğa bakılmaz” düsturunu zikrediyor. Günümüzde de herkes teslim eder ki, özellikle siyasi meselelerde en ufak bir hakkın zayi edilmediği işler pek azdır veyahut yoktur. Taraflardan da sorulsa, bahsi geçen birinci prensibi söyleyecek, kurunun yanında yanan yaşlar için yapılabilecek fazla bir şey olmadığını iddia edecektir.
Meselenin bir diğer boyutu da zaman yönetimidir. Yine Dördüncü Mesele’deki ifadeyle “Ömür sermayesi pek azdır. Lüzumlu işler pek çoktur. (…) bu cihan harbinden daha büyük bir hâdise ve bu zemin yüzündeki hâkimiyet-i âmme davasından daha ehemmiyetli bir dava, (…) Herkesin iman mukabilinde bu zemin yüzü kadar bağlar ve kasırlar ile müzeyyen ve bâki ve daimî bir tarla ve mülkü kazanmak veya kaybetmek davası başına açılmış.”[9] Öte yandan Nursi’ye göre günümüzün en garip özelliklerinden birisi şudur ki, “hayat-ı dünyeviyeyi, hayat-ı bâkiyeye bilerek tercih ettiriyor. Yani kırılacak bir cam parçasını, bâki elmaslara bildiği halde tercih etmek bir düstur hükmüne geçmiş.”[10] Burada anahtar kelime, “bilerek”tir; zira gaflet ve bir kısmı da dalalet içerisindeki ehl-i dünyadan başka, ehl-i diyanet de maalesef büyük ölçüde bu durumdayız. Bu çalışmamızın konusu bakımından da bu problemin bir kökü, yine özellikle sosyal medya vasıtasıyla, Kur’an hizmetine kıyasla mâlâyaniyattan sayılacak dünyevî meselelerle meşguliyettir. Nur talebeleri özelinde ise zaten Üstadlarının ifadesiyle “Risale-i Nur’a intisap eden zâtın en ehemmiyetli vazifesi, onu yazmak ve yazdırmaktır ve intişarına yardım etmektir.”[11]
2-Çare
Problemimizi tekrar çok kısa özetlersek, internet ve sosyal medya meşguliyeti ile
- küllî günahara maruz kalma ve hatta sebep olma,
- dünyevi ve siyasi meselelerle meşguliyetle zulme şerik olma,
- kıymetli zamanımızı lüzumsuz ve faydasız şeylere hasretme
riskleriyle karşı karşıya kalıyoruz. Buna karşı çare, yine Risale-i Nur’da verilmiştir. Bu da kısaca ihlasa çalışmak ve Risale-i Nur hizmeti ile meşgul olup “iştirak-i a'mal-i uhreviye” düsturunca Nur talebelerinin manevî şirketine ortak olmaktır. Zira Nursi de kalbine gelen “Hayat-ı içtimaiyeye giren hangi şeye temas etse, ekseriyetle günahlara maruz kalıyor. (…) Herbiri bin yerden gelen günahlara karşı bir dil ile nasıl mukabele eder, galebe eder, necat bulur?”[12] sualinin cevabında “Risale-i Nur'un hakikî ve sadık şakirdlerinin mabeynlerindeki düstur-u esasiye olan iştirak-i a'mal-i uhreviye kanunuyla ve samimî ve hâlis tesanüd sırrıyla her bir hâlis, hakikî şakird bir dil ile değil, belki kardeşleri adedince diller ile ibadet edip istiğfar ederek bin taraftan hücum eden günahlara, binler dil ile mukabele eder.” diyerek buna işaret ediyor. Böylelikle külli günah riskinden kaçınmak için, külli bir ibadet ve şükür ile manevi şirkete dahil olmak lazımdır. “Risale-i Nur dairesinde sadakat ve hizmet ve takva ve içtinab-ı kebair derecesiyle o ulvî ve küllî ubudiyete sahib olur. Elbette bu büyük kazancı kaçırmamak için takvada, ihlasta, sadakatte çalışmak gerektir.”
Bu risklere karşı istimal edilecek bir başka vazife de “takvayı esas tutup davranmak”tır. Kastamonu Lahikası’nda “Bu mektub gayet ehemmiyetlidir” notu ile başlayan ve “Kur'an-ı Hakîm'in nazarında imandan sonra en ziyade esas tutulan takva ve amel-i sâlih esaslarını” konu edinen bir mektupta[13] izah edildiği üzere “takva içinde bir nevi amel-i sâlih var. Çünki bir haramın terki vâcibdir.” Bir fiille binler günah riskine karşı, “binler günahın tehacümünde bir tek içtinab, az bir amelle, yüzer günah terkinde, yüzer vâcib işlenmiş oluyor.” Zira “Madem her dakikada, şimdiki tarz-ı hayat-ı içtimaiyede yüz günah insana karşı geliyor; elbette takva ile ve niyet-i içtinab ile yüz amel-i sâlih işlemiş hükmündedir.” Bu bakımdan halis bir niyetle, internet ve sosyal medya kullanımını ciddi ve külliyetli bir amel-i sâlihe dönüştürmek fırsatı da elimizdedir.
Tarafgirlik riskine ise çare, yine ihlastır ve vazifede öncelikli daireleri zihinden çıkarmamaktır ve “Hakkın hatırını âlî”[14] tutmaktır.
3-Sonsöz
Elektronik Mühendisliği eğitimimi aldığım yıllarda okuduğumuz mühendislik etiği derslerinde gündeme sıkça gelen bir mesele, elektronik silah teknolojisi ve imalatı idi. İnsanların hayatlarını direk olarak olumsuz etkileyen teknolojilerin bizim elimizden çıkması, çoğumuzu rahatsız ediyordu. Daha sonra yüksek lisans ve doktora çalışmalarımda bilgisayar ağları ve internet teknolojileri üzerine çalışırken, meselenin ahlakî boyutu “Es-sebebu ke-l fâil” düsturu ile birleşerek zihnimde yer etti. Bu çalışmadan maksadım, biraz da zihnimde çevirdiğim fikirleri bir sisteme oturtarak bazı prensiplere ulaşmak idi. İnternet ve iletişim teknolojilerinin elbette elektronik silah teknolojilerine kıyasla çok daha fazla olumlu etkileri ve kullanım alanlarının olduğu aşikardır. “Hayr-ı kesir için şerr-i kalil kabul edilir. Eğer şerr-i kalil olmamak için, hayr-ı kesiri intac eden bir şer, terk edilse, o vakit şerr-i kesir irtikâp edilmiş olur.”[15] düsturunca umarım ki iletişim teknolojileri hayr-ı kesire medârdır.
Şu iki noktaya da dikkat çekmek isterim. Birincisi, elbette ki bu teknolojilerin kullanımından tamamen kaçınmak, çözüm olamaz. Bu olsa olsa, az önce zikredildiği gibi “hayr-ı kesiri intac eden bir şer”rin terki olur. İkincisi, bu çalışmayla sosyal medyada siyasi ve dünyevi meselelerin takibinin tamamen terkedilmesini tavsiye ettiğim anlaşılmamalıdır. Maksadım sadece bu noktadaki risklere dikkat çekmek, her birimizi kendi içimizde niyetlerimizi teraziye çıkarmaya teşvik etmektir. Zira Nursi, yine Kastamonu Lahikası’nda Dördüncü Mesele üzerine sorulan “Geçen sene sizden sormuştuk ki; elli gündür merak edip dünya cereyanlarına bakmadınız ve sormadınız, o zaman bize bir cevab verdiniz. Gerçi o cevab hakikattır ve kâfidir. Fakat Risale-i Nur'un intişarı ve hizmeti ve âlem-i İslâmiyetin menfaati noktasında bir derece bakmanız lâzım iken, şimdi onüç ay oluyor aynı hal devam ediyor.”[16] şeklindeki suale karşı, “Risale-i Nur'un intişarı ve hizmeti ve âlem-i İslâmiyetin menfaati noktasında” bile bu tutumunu değiştirmediğini beyan etmiştir. Benim şahsi kanaatim, Nur talebelerinin ehl-i siyaset ve hükûmetle iletişimini sağlayanlar ve meslekî gerekçelerle bu meselelerle ilgilenmek durumunda olanlar dışındakiler için bu meşguliyetin faydasının zararından çok olmadığıdır.
[1] S. Nursi, Kastamonu Lahikası, sf. 71, Envar Neşriyat (erisale.com mektup no: 42)
[2] a.g.e., sf. 96 (erisale.com mektup no: 64)
[3] Tirmizi, Edeb 28, (2778); Ebu Dâvud, Nikâh 44, (2149)
[4] Buharî, Büyü 3; Tirmizî, Kıyâme 60
[5] S. Nursi, Tarihçe-i Hayat, sf. 691, Envar Neşriyat
[6] S. Nursi, Kastamonu Lahikası, sf. 37, Envar Neşriyat (erisale.com mektup no: 30)
[7] S. Nursi, Şualar, sf. 202, Envar Neşriyat
[8] S. Nursi, Kastamonu Lahikası, sf. 150, Envar Neşriyat (erisale.com mektup no: 104)
[9] S. Nursi, Şualar, sf. 202-3, Envar Neşriyat
[10] S. Nursi, Kastamonu Lahikası, sf. 104, Envar Neşriyat (erisale.com mektup no: 70)
[11] S. Nursi, Kastamonu Lahikası, sf. 24, Envar Neşriyat (erisale.com mektup no: 18)
[12] a.g.e., sf. 96, Envar Neşriyat (erisale.com mektup no: 64)
[13] a.g.e., sf. 148, Envar Neşriyat (erisale.com mektup no: 103)
[14] S. Nursi, Hutbe-i Şâmiye, sf. 98, Envar Neşriyat
[15] S. Nursi, Mektubat, sf. 43, Envar Neşriyat
[16] S. Nursi, Kastamonu Lahikası, sf. 207, Envar Neşriyat (erisale.com mektup no: 129)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.