İş Kazası
Meral AFACAN BAYRAK'ın yazısı....
Yaz geliyor.
İnsanlar sahillere hücum edecekler yine; büyük şehirler boşalacak.
Hilâlnur için bunların önemi yok.
Kış gidiyor.
Bitmeyen bir döngü bu!
Kalbi, bütün dönüşleri güzel kılan O’na dönüşle mutmainken Hilâlnur niye ağlasın ki?
Pekiyi ama ya “mart” gelmeseydi bu seyr-ü sefer olacak mıydı yine de?
Niye kolay olmasın unutmak? Başa gelen bulut gibi de olsa geçip gitmiyor mu sonuçta?
Her gecenin bir sabahı var…
“İyi değilsin hiç.”
“Biliyorum; bilmediğim bir şey söylesene bir kez olsun.”
“Karanlığın sonu aydınlık!”
Hasret ateşi yüreğini dağlıyor.
Yalnızlık tüm ruhunu sarıyor.
Yolcu başka nasıl olsun ki?
Yol kokuları her şeye sinmiş…
Ağlasa…
Yazgısına, irili ufaklı korkularına, açlıktan ölen çocuklara, dünyanın türlü hallerine dair kabul olup olmadığını bilemediği duaları var.
Ağlayabilse düğüm çözülecek belki.
Kitaplar okuyor, yenilerini alıp okuyor sonra. Öykündüğü kurmaca dünyalardaki karakterlerin sesleri tenha sokaklarında yankılanıyor. Onca olumlu etkilerinin yanında böyle sanrısal karşılıkları da var kitapların.
Hepsindeki hikâyelerin özü aynı oysa!
Sesli ağlıyor.
Hüzün geceye yayılıyor.
“Sahibimiz Allah’tır; el hak ben mütevekkilim” demişti yaralanan arkadaşı.
Anneannesinin ölümü onu kendine getirmiş. Eskiden bu kadar inançlı değilmiş.
Doğru yolu bulmanın verdiği rahatlıkla konuşuyor, konuşuyordu...
Tayinleri çıkmayaydı, iyi miydi?
Sabahtan beri eşya taşıyan iki hamal hayli yorulmuş olmalılar; neredeyse ikindi olmuş.
Telefonu çalıyor uzun uzun.
“ Yalnızııımmm!..”
Hüzün.
“Yalnızııımmm!..”
Hüzzam.
“Kapat şu zımbırtıyı! ” diyor yüksek sesle içerden kadın.
Kapatıyor.
Hava kapanıyor.
“Ya Sabır!” diyor.
Tesbihler, hamd ü senalar, salâvatlar dökülüyor dilinden peş peşe.
İsyan yok.
Zil çalıyor.
Açan o.
Ama kimse yok.
Zilin çalması bir yanılsama mıydı yoksa?
Yukarı çıkan, aşağı inen merdivenlere bakıyor; eşiğe takılıp kalıyor sonra, daha doğrusu eşik imgesine.
“Bu sanrı eşik imgesinin ayırdına varmam içinmiş besbelli!” diye düşünüyor.
“Beklenebilecek bir eşiğin varlığı ne güzel” diyor.
“O sırça sırrın anlamının peşinde olmak!”
Ve sorular, sorular…
Kim bilir kaçıncı, kaç bininci kez…
“Altında inlediğim yükün ağırlığının kalkacağı gün seyrelir mi rahmetin damlaları?”
“Sorumsuz ve sorunsuz olur muyum o an?”
“Yok mu öyle bir şey?”
…
İnsanların olumsuz konuşmalarına rağmen ısrarla ve inatla bir izi sürmek zordur.
Ümit, ümit, yine de ümit!
Birkaç yararlı iş, güzel eylem…
Pat diye kapanır dosya.
Dava bitmiştir.
“Herkes dağılsın!”
Bir kadının kalbi inciniyor.
Bir erkeğin gururu kırılıyor.
Bir çocuğun umudu, heyecanı…
Gelincik çayırlarında koşan atlar gibi doludizgin…
Bir tabur asker mi geçiyor caddeden?
Birkaç zırhlı araç?
Gri bir rengin egemenliğini kabul etmişlerdi sessizce…
Daha gri günler de gördüklerini unutmamışlardı.
Bir hafta olmamıştı konserve fabrikasına gireli. Bir kaza oldu. Herkes
görmüştü kazayı. İşçinin ihmalkârlığına vurgu yapılmıştı. Öyle olmadığını herkes biliyordu.
Kanını yıkadığı arkadaşını hatırlıyor. Bir kova su yetmemişti. Beton zemini arıtmak için epey uğraşmışlardı o gün. Biri bayılmıştı. Kimse yemek yiyememişti kan kokusundan. Bir arkadaşları istifra etmişti.
İş kazası geçiren, günlerce fakültede yatan, sonra da sakat kalan, sonra da bir bahaneyle işten çıkarılan arkadaşının hayatı değişmişti.
Bacağındaki kurşundan dolayı topallayan, koltuk değneğine mahkûm arkadaşına baktı.
Üst üste geçen iki film karesi gibiydi gördüğü.
“Bu ikisi arasındaki benzerliği bul” diyorlardı sanki.
“İkisi de iş kazası.” demek istemiyordu.
Bir de “Kahpe kurşun!” muhabbeti yapılıyordu gazetelerde. “Yapsınlar bakalım; ne olacaksa!..”
Çiziyorum.
Satır aralarında yakaladığımı sandığım yeni anlamların peşindeyim.
Çok adam çizdim, üzerine ve altına çizgi çektiğimiz satırlar misali.
Ben…
Ben, ben…
İkincil ben…
Onuncu kere onuncu ben…
Ölümlü ben…
“ Yalnızııımmm!..”
Hüzün.
“Yalnızııımmm!..”
Hüzzam.
O da yalnız.
Yapayalnız…
Bacağı kesilirken kimse orada olmayacak.
“Protez için para istemiyorlarmış; devlet karşılıyormuş.”
İyi haber mi bu?
Sevinsek mi?
(Meral AFACAN BAYRAK'ın Mühür Kitaplığından çıkan Tarçın Çıkmazı isimli kitabından alınmıştır.)