İşimiz duaya kaldı!
ABD'de başlayıp tüm dünyayı etkisi altına alan ekonomik kriz için İngiltere kilisesinin hazırladığı duaya gazeteler nasıl baktı?
Ahmet Kurucan'ın yazısı:
İşimiz duaya kaldı!
ABD'de başlayıp tüm dünyayı etkisi altına alan ekonomik kriz için İngiltere kilisesinin hazırladığı duayı bizim gazetelerden biri kamuoyuna "İşleri duaya kaldı!" manşetiyle duyurdu. Doğru mu? Eğer hadiseye İslamî bir perspektiften bakıyorsanız tek kelime ile yanlış.
İnancımıza göre dua en genel tasnifiyle kavlî ve fiilî olarak ikiye ayrılır. Fiilî dua, sebep ve sonuç ilişkilerine bağlı olarak üzerimize düşeni yapma; kavlî dua ise yaptığımız şeylerin sonucunu yaratması için sözle Rabb'e yalvarma demektir. Bunlardan birisinin eksik olması ilgili amelin de eksik olması; dolayısıyla neticenin alın/a/maması demektir. Ama Allah sonsuz lütuf ve ihsanıyla sebepler üstü tecelli ederek istenilen sonucu da yaratabilir. Kul olarak bize düşen plan ve programlarımızı ekstra lütuf ve ihsanlara bağlamamaktır.
Basit bir misal içinde söylenenleri müşahhas hale getirecek olursak; hastalanan bir insanın şifa talebiyle doktora gitmesi, ilaçlarını alması fiilî dua, ilaçların vücutta tesirini göstermesi için 'Allah'ım şifa ver' demesi de kavlî duadır. Fiilî tedaviye başladıktan sonra 'Neden dua edilecek?' diyecek olursanız; tedaviye tesir gücünü verecek olan Allah'tır da onun için. Hiçbir doktorun, hiçbir ilacın ve hiçbir tedavi yönteminin O'nun izni olmaksızın, O'nun iradesi taalluk etmeksizin hastaya/hastalığa şifa verme özelliği yoktur. Bu açıdan Allah-kul münasebetinde hemen her şeyi ince eleyip sık dokuyan tasavvuf erbabı "şu ilacı aldım, iyi oldum" demeyi şirk olarak görürler. Çünkü bu cümlede zahiren Allah, O'nun yüce ve sonsuz kudreti unutulmuştur.
Ekonomik kriz dolayısıyla halkı duaya çağıran kilise de ihtimal aynı zaviyeden hadiseye bakıyor. Yetkililer, uzmanlar fiilî planda yapılması gerekli şeyleri yapıyorlar; biz de kavlî duamızla destek verelim diyorlar. Fakat bunun bizdeki manşetlere yansıyış şekli çok farklı. Görülen ve anlaşılan o ki, inkar üzerine kurulu bir bakış açısına sahip manşetin sahibi. Soğuk Savaş döneminden kalma ideolojik gözlükler bir türlü bir kenara bırakılamıyor. Dünyada yaşanan ve hızla dindarlaşmaya doğru yükselen ivme maalesef görülemiyor. Ve sonuç halka hizmet denirken halka, halkın değerlerine muhalefet ediliyor.
Halbuki bu ve benzeri zihniyete sahip nicelerinin idol olarak benimsedikleri ilmî anlayışlar, pozitivist yaklaşımlar bütün çeşitleri ile duanın stresi yatıştırdığını anlatıyor, bedeni sakinleştirdiğini söylüyor, gergin vücutta gevşeme tepkilerini uyardığından bahsediyor. Bununla kalsa iyi; dahası var; diyorlar ki 'dua, kan basıncını dengeliyor, kalp atışını düzenli hale getiriyor, depresyonu engelliyor, hastaların iyileşme sürecini kısaltıyor, uyku düzenini sağlıyor.'
Ne demek mi istiyorum? Gayet açık değil mi? Bu verileri dile getirenler ne İslam ne Hıristiyanlık ne Yahudilik ne Budizm ne Hinduizm İlahi ve gayrı İlahî dinlerden bağımsız olarak bunları aktarıyorlar. İster namaz kılın, ister dua edin, ister meditasyon yapın, isterseniz yoga; hemen hemen hepsinde de sonuç bu diyorlar. O zaman şunu demek hakkımız olsa gerek: "Duaya din karşıtı bir pencereden bakmaya din özgürlüğü açısından amenna; ama mabud haline getirilen objektif ilmî verilerle, tıbbî tahlil ve tetkiklerle ispatlanan bu laboratuvar sonuçlarına ne diyeceksiniz?"
Hasılı; musibet duanın vaktidir. Beşerin iradî veya gayrı iradî yanlış müdahaleleri sonucu bile olsa, eğer ortada neredeyse tüm dünyayı kasıp kavuran, küçük ve büyük ölçekte herkesi etkisi altına alan bir musibet varsa, hem fiilî hem de kavlî duanın yapılma vaktidir. Kim ne derse desin!
Son söz; bu yaklaşım, kalp krizi geçiren kişinin kalbine kaynatılmış lahana sarma, kuduz köpeği ısıran kişiyi evliya mezarına tavaf ettirme, kısmetim açılsın diye önce bir ağaca kudsiyet atfedip sonra onun dallarına çaput bağlama gibi hurafelerle karıştırılmamalıdır.
Zaman