Emrullah BEYTAR
İslam dirilişinin çağdaş sembolü Said-i Nursi
Said-i Nursi öğrencilik yıllarında beri etrafıyla uyum sağlayamamakta, her gittiği yere medresede tartışmalara yol açan görüşler ve tutumlar sergilemekte ve kabına sığmamaktadır.
Nursi, eğitimsizlikle öldürülmek istenen Kürdistan’a mektepler açtırmak için İstanbul’a geldiğinde kalp hükmünde olan İstanbul’un hasta olduğu tespiti yapar ve burada kaldığı zaman diliminde istibdadın kötülüklerini ve meşrutiyetin güzelliklerini anlatır.
Nursi, Meşrutiyet yönetiminde insanların özgür hareket edebileceğini, tek iradeye dayanmayan bu tür yönetimin İslam’ın meşveret ve şura anlayışına daha uygun düşeceğini içeren nutuklar irad eder dönemin gazete ve dergilerinde makaleler yayınlar.
Nursi, arzu ettiği ve gönlünde yaşattığı şeriat sınırları içinde özgürlükçü, çoğulcu ve çok sesli yönetim biçimi için mücadele verir. Bu doğrultuda düşünceler üretir ve görüşler serdeder.
Nursi, adı meşrutiyet hatta cumhuriyet de olsa keyfiyette bir şeyler değişmedikçe isim ve biçimdeki yeniliğin hiçbir anlam ifade etmediği kanaatindedir. Bunun içindir ki o ne Meşrutiyet dönemindeki İttihadçı uygulamaları ve ne de Cumhuriyet dönemindeki Kemalist uygulamaları bütünüyle tasvip etmemiş, bunlara karşı eleştirilerini sürdürmüştür.
Nursi, İttihadçıların meşrutiyet dönemindeki uygulamalarına karşı çıkar ve dönemin muhalif hareketi olan İttihad-ı Muhammed-i Cemiyetine katılır. Volkan dergisinde yazılar yazar, 31 Mart hadisesinde Divan-ı Harp’te yargılanır. Şeriat istediği gerekçesiyle yargılanır. “Şeriatın bir hakikatine bin başım olsa feda edeceğini çekinmeden” söyleyen Nursi, yer yer Sokrat’ın müdafaasını andıran ünlü müdafaası sonucunda beraat eder.
Nursi, 1.Dünya savaşından gönüllü alay kumandanı olarak doğu cephesinde Ruslara karşı savaşır. Yaralı düşerek Ruslara esir olur. İkibuçuk yıl süren maceralı bir esaretten sonra firar ederek Avrupa üzerinden İstanbul’a döner. İşgal altındaki İstanbul’da yayınladığı Hutuvat-ı Sitte isimli bir risalede işgalci İngiliz güçlerine sert biçimde karşı çıkar ve halkı işgalcilere karşı harekete geçirmek ister.
Nursi, işgal kuvvetlerine karşı başlatılan Anadolu hareketini Dürrizade’nin olumsuz fetvasına karşı fetvayla cevap vererek Anadolu hareketini destekler.
İlk meclisin açılışında sonra Ankara hükümeti tarafından davet edilir ve mecliste ayakta alkışlanır. Zafer sonrası milletvekillerinde dine ve İslam’a karşı gördüğü laubalilik ve kayıtsızlık Nursi’yi hayal kırıklığına uğratır. Nursi, Mustafa Kemal ve kadrosunun İslam dinini dışlayıcı bir hazırlık içinde olduklarını sezinler ve mücadelesini siyasi platformdan kültürel alana kaydırmaya karar verir ve Van’a döner. 1925 yılı şubatında Şeyh Said kıyamına katılabileceği düşünülerek inzivaya çekilmiş olduğu Erek dağındaki mağaradan alınarak Burdur’a sürgün edilir. Sürgün olayı Nursi hayatında Risale-i Nur külliyatı denilen eserler dizisinin önemli bir kısmı bu tarihten sonra yazılmaya başlanır.
Nursi, Cumhuriyet tarihi boyunca inkar ve küfür burjuvazisinin korkulu rüyası olur. Mahkemeden mahkemeye, sürgünden sürgüne sevkedilir. Kemalist rejimin tek parti dönemindeki şiddet ve baskıya dayalı keyfi ve cebri uygulaması onu yıldırmaz. Üzerindeki tüm baskı, işkence ve zehirlenmelere rağmen insan hakları mücadelesi vermekten içtinap etmez. Dönemin en etkili insan hakları aktivisti olur. Sırtındaki cübbesi ve başındaki sarığı verdiği mücadelenin sembolünü oluşturur. Ekmeksiz yaşayabileceğini ama hürriyetsiz yaşayamayacağını vurgulayan Nursi’nin mücadelesi vefatından sonrada geride bıraktığı eserlerle devam eder/ediyor.
Nursi, 1960 yılında fani hayata veda ettiği Urfa’da defnedildiği yerden 27 Mayıs ihtilalcileri tarafından çıkarılarak bu sefer cansız bedeni sürgüne gönderilir.
Nursi’nin vefatından sonra bu hareket “nurculuk” olarak isimlendirilmiştir. “Nurculuk” özel bir meşrebi çağrıştırsa da gerçekte bütün Müslümanlara vaki bir hitap, bir davet niteliğindedir. Bütün Müslümanlar evvela bir zihniyet değişimine çağrılmaktadır. Bu değişimde Kur’an-ı Kerim’i “tevhid-i kıble” etmek esastır. Böyle bir zihni değişim, düşüncede Kur’an felsefesini, hayatta ittiba-ı Kur’an-ı, siyasette İttihad-ı islam’ı ve Cemahir-i Müttefika-i İslamiye’yi esas edinmeyi sağlar. Böyle bir zihni değişim özelde ümmeti, genelde ise insanlığı sahili-i selamete çıkarmayı gaye olarak kabul eder.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.