İsmail BERK
İslam dünyasında yenilenme rüzgarı
Tabandan tavana, halktan hakka, bireyden topluma, mensuptan cemaate, öğrenciden sınıfa ve öğretmene, çocuktan babaya yürümenin, zamanın ruhuna uygun yeniden düşünmenin ve sarsıcı bir ciddiyetle tecdit şuurunu yakalamanın arifesindeyiz.
Artık hiçbir zeminde ve süreçte, sebebi ve gerekçesi ne olursa olsun “diktatörlük” provaları ömrünü tamamladı.
Bilhassa İslam alemindeki baskıcı rejimlerin, batı destekli devşirme diktalarına, muhalif kılıklı montaj kalıplarla çare üretmenin vakti de geçti.
Zamanında duyulmayan her ses, özellikle halkın sesi ise duyduğunuzda sizi bitirir. Bitenlerin kıyameti, zannedildiği gibi milletin kıyameti değildir. Çünkü zalimlerin ve statükocuların ölümü, hürriyetin dirilişi ve insani haşirdir.
İşte Tunus, Mısır, Libya, Bahreyn ve diğer halkların ayak sesleri…
“Eski hal muhal” olduğuna göre “Yeni hal” demek, temel şiarımızdır.
“Ama, ancak, fakat” riyakarlığının ikircil karakteri ile korkularına yenilmenin, vehmine delil aramanın fasit dünyaları her zeminde yıkılıyor. İşte bunlardır ki, çevrelerine farklı hassasiyetler üzerinden tepki, umutsuzluk, bölünme, çaresizlik ve kendini kutsama yaygarası yayıyorlar.
Bunları kamuoyu zannedip dikkate alan sorumluların ise vah haline.
İbretle gördüğümüz manzaralar, İslam aleminde değişim/hürriyet rüzgarları bize diyor ki:
Kendini merkeze koyan her şahsiyet, risk altındadır. Çünkü “Baki hakikatler fani şahıslar üzerine bina edilemez.” Sistemler ve kurumlar da böyledir. Şahıslar ise tekildir, ferttir. Kusurlara bandırılmaya müsaittir. Çünkü “rey-i vahittir.” Aşiret reisliklerine, modern krallıklara dönen fikir ve siyaset yapıları ile statükodan kurtulup düze çıkmak, yola koyulmak ve hız yapmak, hatta otobana girmek mümkün mü?
Niyetine ve parlak fikirlerine güvenerek, müktesebatına sığınarak kendini merkez kabul eden hiçbir yapı, sistemleşemez, sağlıklı gelişemez. Çünkü kurumsal hafıza oluşmaz. Vicdan ortaklığının makes bulmadığı yapılar, beşeri zafiyetin hükümranlık alanına döner. Ve çatışmadan beslenir, çatışma üretir.
O yüzden merkez, bireylerin hür ve ortak iradesini yansıtan değişim ve dönüşüm olmalıdır. Bu iki kelimeye alerjisi olanlara “Tahavvül ve tebeddül” ruhunu öneririm.
İleri basamakta ise teceddüt ve temeddün, diğer ifadeyle yenilenmek ve medenileşmek.
Olmazsa olmazımız;
1-Halden hale geçişi ve son hali doğru anlamak/Tahavvül.
2-Talepleri doğru okumak ve ona göre değişimi başarmak./Tebeddül.
3-Değişimin yeni bir ihtiyaca yeni bir cevap vermesi ve yenilenebilir olmasını temin edecek zamanın ruhuna vakıf olmak./Teceddüt.
4-Toplum hayatını dikkate alarak birlik ve beraberlik içinde günümüzün ekonomik, sosyal, kültürel ve teknolojik altyapısını insanın refahında kullanmak, medenileşmek./Hayat-i içtimaiye ve temeddün.
Sonuç: Müstebit/baskıcı olan kişinin veya kurumun, hiçbir vasfı/meziyeti/başarısı ona Bediüzzaman’ın tabiri ile “Haydut” dememizi engellemez.
Zira, istibdat/baskı, bize kokuşmuş zehiri altın kapta verebilir.
“Yeri değil” diyenlerin çoğunluğu, kendi yerine göre konuşuyorsa, bilin ki onlar yerin değil kendilerinin endişesindeler. Sizi dinlemiyorlar, belki nefislerine/reislerine ve telkinlere göre düşünüyorlar.
Yoksa statükonun aleyhinde konuşan ve değişim diyenler bu kadar yanaşık düzende kalırlar mıydı?
Bu ana problemin çözüm mercii bütün toplumların demokratik reflekslerini geliştirip, öncelikle ve özellikle kendi mahallesinin yanlışlarına karşı durmasıyla mümkündür.
Kendi mahallesinin/evinin/ülkesinin önünü temizlemeyenlerin veya bildiği halde buna tavır koyamayanların mazeretleri, onları sadece savunmasız bırakır ve düşünme reflekslerini felçli hale getirir.
Kurdun sevdiği puslu hava, diktatör yamaklarının istediği ise böylesi kişilikleri bölünmüş kurum ve kişilerin felçli düşünme halleridir.
Çare: Hürriyetçi, girişimci ve yenilikçi olmaktır.
Yani; Fikr-i hürriyet, teşebbüs-ü şahsi ve fikr-i icat.
Yani;
Özgürlükçü olun.
Birey olarak girişimci olun.
Yeni fikirler icat edin.
O zaman medeniyetin mutluluk sarayında/saadet saray-ı medeniyetinde yaşama hakkınız var.
Karşı fikre tahammül etmeyen, özgürlükçü olamaz. Hakiki kul olmak ise yine hür olmakla eşdeğer.
Korkularını ve başarısızlıklarını başkasına yığıp düşman icat edenler ise girişimci ve demokrat olamazlar.
Bildiklerini tekrarlayıp, bilmediklerine düşman, kabiliyetlilerden korkan ve tecrübesine rakip olarak ilmi gören statükocular ise icat fikirlerini reddederler.
Şimdi yeniden karar verme zamanı. Çünkü, tercihlerimiz esaret veya asalet eksenimizi belirleyecek.
İslam dünyasında yaşanan trajedilere bu gözle bakın. Gecikmiş bir hakkın teslimi, zalimin elinden kılıcı alma maliyeti ile ödense bile, yine ucuzdur/erzandır.
Bizde ise, ülkemizin demokratik bir anayasa ile Kemalizm prangasından kurtulduğu zaman, hakiki hürriyetin insani aşkla yoğrulmuş o sevimli tebessümünü doyasıya seyretmek ayrı bir mutluluk olacak.
Şimdiden, nefsimizden başlayarak ödevlerimiz var bu konuda. Baskı adacıklarını, nefret odalarını kaldırmanın vakti. Kalplerin muhabbetini birbirine açmadan olmaz.
Hürriyeti ve müspet rekabeti kapatarak, kapanacak olan, “kapan”a girecek olan bizzat tezgahın sahipleridir ve tezgahın işleticileridir.
Hürriyet rüzgarı, yelkenleri yenilerken, gemiler insana ve medenileşmeye doğru limanını arayacaktır.
İslam dünyası, her düzeyde bunu zerrelerine kadar yaşamalı, duamız bu.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.