İslam ve hoşgörü

Aileden devlet düzeyine kadar toplumun bütün kurumlarında insanı insan yapan fıtrî duyguların tatmin edilmesi, kişilerdeki ruhî gerginliğin asgariye inmesine vesile olacaktır.

Bir Müslümanın aynı yuvada yaşamalarına rağmen gayr-ı müslim hanımını –onun isteği dışında- kendi dinine girmeye zorlamasına müsaade etmeyen İslâm dininin bu tavrı, din ve vicdan özgürlüğü açısından dikkate değerdir.

Bu asırda streslerin ve psikolojik davranış bozukluklarının önemli bir sebebi iyi yüzlü karakterin oluşmasına vesile olan güzel huyların gittikçe yok olmaya yüz tutması, onun yerine fert ve toplum nabzında hâkim olmaya başlamış istibdat ve tahakküm tortulardır. Toplumdaki özgürlük, hoşgörü, diyalog, katlanma ve uzlaşma arayışlarını kolaylaştıracağından kişilik bozukluğuna neden olan ikilemlere son verecektir. Bu da toplumda huzur ve asayişin teminine katkı sağlayacaktır. Bu sebeple irşad, eğitim ve öğretim yapılırken muhatabın görüşlerine saygı duymalı, aktarılan bütün hususların tek doğru şeklinde lanse edilmemelidir. Bir ifadeyle gerek yaygın ve gerekse örgün eğitimde olsun, mürşit ve eğitimciler irşat ve talim ekseninde esnekliği elden bırakmamalıdır.

Bediüzzaman’a göre, gerçek yalnız bir tane değildir. Yerine göre sayılı gerçekler söz konusudur. Mesela: Su içmek, hak olabilir? El cevap: Bir su, beş muhtelif mizaçlı hastalara göre nasıl beş hüküm olur; şöyle ki; Birisine, hastalığının mizacına göre su ilâçtır, tıbben vaciptir. Diğer birisine, hastalığı için zehir gibi muzırdır, tıbben ona haramdır. Diğer birisine, az zarar verir, tıbben ona mekruhtur. Diğer birisine, zararsız menfaat verir, afiyetle içsin, tıbben ona mübahtır. İşte hak burada taaddüt etti. Beşi de haktır. Sen diyebilir misin ki: “Su yalnız ilaçtır, yalnız vaciptir, başka hükmü yoktur.”

Merhamet: Karşılıklı hoşgörü ve sevgi

Sosyal barışın önemli bir faktörü de karşılıklı hoşgörü, sevgi, saygı ve acıma duygusunun cemiyet hayatında canlı tutulmasıdır. Efendimiz (a.s.m), toplum hayatında sevginin önemini “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe (gerçek anlamda) iman etmiş olamazsınız” sözleriyle vurgulamıştır.

Bediüzzaman, konuya verdiği önemi şu sözleriyle dile getirmiştir:

“Bütün hayatımda, hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeden kat’i bildiğim ve tahkikatların bana verdiği netice şudur ki: muhabbete en layık şey muhabbettir; ve husumete en layık sıfat husumettir. Yani, hayat-i içtimaiye-i beşeriyeyi temin eden ve saadete sevk eden muhabbet ve sevmek sıfatı, en ziyade sevilmeye ve muhabbete layıktır. Ve hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi zir ü zeber eden düşmanlık ve adavet, her şeyden ziyade nefrete ve adavete ve ondan çekilmeye mustahak ve çirkin ve muzır bir sıfattır. Husumet ve adavetin vakti bitti. İki harb-i umumi adavetin ne kadar fena ve tahrib edici ve dehşetli zulüm olduğunu gösterdi. İçinde hiçbir fayda olmadığı tezahür etti.

Elhasıl: muhabbet, uhuvvet, sevmek İslamiyetin mizacıdır, rabıtasıdır. Ehl-i adavet mizacı bozulmuş bir çocuğa benziyor ki, ağlamak ister, birşey arıyor ki onunla ağlasın. Sinek kanadı kadar ehemmiyetsiz birşey ağlamasına bahâne olur. Hem insafsız, bedbin bir adama benzer ki, su-i zan mümkün oldukça hüsn-ü zan etmez. Bir seyyie ile on haseneyi örter. Bu ise, seciye-i İslamiye olan insaf ve hüsn-ü zan bunu reddeder.”

Haramdan kaçınma

İslâm’ın yasaklarının herbirisi fert ve toplum huzurunu temin etmeye yöneliktir. Din, can, mal, nesil, akıl gibi evrensel değerlerin korumasını hedeflemektedir. Ancak, globalleşen dünyamızda ferdi şahsi gayretlerle kötülüklerin önüne geçmek ve onlardan kaçınmak çok zordur. Bediüzzaman’ın ifadesiyle: “zaman cemaat zamanıdır, şahıs zamanı değildir. Şahıs (fert), ne kadar dâhî ve hatta yüz dâhî derecesinde olsa, bir cemaatin müessisili olmazsa, bir cemaatin şah-ı mânevîsini temsil etmezse; muhalif bir cemaatin şah-ı mânevîsine karşı mağluptur.”

İrşad vadisinde kollektif şuurun devreye girmesi esastır. Gerek din, gerekse dünya işlerinde olsun, maddi ve manevi yönden yardımlaşmanın önemi kavranmalı ve bu tarz ile Kur’an ekseninde insanlarımız barışa kavuşturulmalı; zengin-fakir, patron-işçi, âmir-memur, yöneten-yönetilen, devlet-vatandaş kucaklaşması sağlanmalıdır. “İyilik ve (Allah’ın yasaklarından) sakınma üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın” âyeti ile “İnsanların en iyisi diğer insanlar için en yararlı olan kimsedir” şeklindeki hadisin gösterdiği hedeflere ışık tutulmalıdır.

Anarşiye Yol Açan İtaatsizliği Önleme

Fert ve cemiyet planında tefrika ve anarşi tohumlarının filiz vermesine engel olacak bir eğitim, irşadın başlıca hedefi olmalıdır. “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın; Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O’nun sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz” Allah, sizlerden iman edip iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden öncekilere sahip ve hakim kıldığı gibi onları da yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini (İslam’ı) onların iyiğine yerleştirip koruyacağını ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını va’d etti.” “Kim Allah’tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan edecektir” gibi ayetler, insanların ancak Allah’ın lütfu sayesinde huzura kavuşabilecek ve kardeşçe yaşayabileceklerini ifade etmektedir. Ayette ayrıca Allah’ın lütfunun gelmesinin, onun dinine sımsıkı sarılmağa bağlı olduğuna da işaret edilmektedir.

Bediüzzaman, ideal devlet ve ideal toplum düzenine ulaşmak için ilk koşul olarak anarşiye yol açan itaatsizliğin önlenmesini öngörmüştür. Ona göre sağduyunun hakim olmadığı anarşik ortamlarda İslâm’ın güzelliklerinin anlaşılmasına da imkan yoktur. Ayrıca Bediüzzaman Kur’anî bir perspektif içerisinde bir tek ferdin hak ve hukukunun –rızası dışında- bütün dünyanın menfaati adına da olsa çiğnenemeyeceğini söyleyerek, çağımızda ideal yönetim şekli kabul edilen çoğulcu demokrasiden daha özgürlükçe ve hakperest bir tavır sergilemektedir.

Bediüzzaman’ın, anarşi doğuran itaatsizliğe karşı tutumu, aynı şekilde dayatmacı ve insan haklarını ihlal eden her türlü militarist zorbalık için de geçerlidir. Ona göre, bu tür zorbalar halife dahi olsa haydutturlar. Denebilir ki, anarşiye karşı itaati savunan Bediüzzaman’ın zorbalığa karşı tutumu ise bir çeşit sivil itaatsizliği simgelemektedir. O’nun bu tavrının özünde Hz. Peygamber (a.s.m)’in “Allah’a muhalif olan yerde kula itaat edilmez” sözü yatmaktadır. Bediüzzaman hukuk dışı despotluğa karşı toplumsal tepkinin verilmesine taraftardır. Bu hususta kollektif bir şuur çerçevesinde öngördüğü tavrı şöyle ifade etmiştir: Aç olan canavara karşı yapmacık tavırlarla sempatik görünmeye çalışmak onun merhametini değil, iştihasını açar. Sonra döner tırnağının ve dişinin kirasını da ister.

Cemiyetin İç  Dinamiklerinin Canlandırılması

a. Kardeşlik

Kur’an’ın “Müminler ancak kardeştir. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki merhamet olunasınız” ifadesinde yeri tespit edilen müminlerin, birbirine karşı kardeşçe davranmaları gerekir. Tasada, kıvançta, -hadisin ifadesiyle- bir tek ceset gibi olmalı. Bedenin bir uzvunun hastalanması durumunda diğer uzuvların onun yardımına koşmak suretiyle hastalanıp ateşlendiği ve geceleri uykusuz geçirdiği gibi, müminler de birbirlerine karşı öyle olmalıdır.

b. Akrabalık

“Şüphesiz Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder.” “Akrabaya, yoksula, yolcuya hakkını ver.” şeklindeki âyetler, akrabalar arasındaki ilişkinin, kavgaya götüren menfaatlerin çatıştığı ortamdan uzak, karşılıklı dayanışma ve yardımlaşma fazileti üzerine kurulmasının gereğini vurgulamaktadır.

c. Komşuluk

“Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara (köle, hizmetçi, işçi, memur ve benzerlerine) iyi davranın. Şüphesiz Allah kendini beğenen ve sürekli böbürlenip duran kimseyi sevmez” âyetinde işaret edildiği üzere, komşuluk hakları toplumsal barışa önemli katkı sağlayacaktır.

d. Vatandaşlık

“Daha önce Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” âyetinde belirtildiği gibi, aynı yurdu paylaşanların ayrı bir kardeşliği söz konusudur. Göbek bağı kadar olmasa da, toprak bağının birleştiricilik fonksiyonu unutulmamalıdır.

e. İnsanlık

“Ey insanlar! Şüphesiz ki biz, sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdı. Muhakkak ki Allah katında en değerli olanınız en çok takva sahibi olanınızdır.” âyetinde, bütün insanların aynı ana-babanın meydana getirdiği insanlık ailesinin birer ferdi oldukları, Allah’a karşı saygılı davranışı ifade eden faziletli kişiliğe sahip olmanın dışında, hiçbir kimsenin diğerinden üstünlüğünün bulunmadığı vurgulanmaktadır.

Bediüzzaman, yukarıda beş maddede özetlediğimiz hususları şu sözleriyle ifade etmiştir: “Nasıl ki bir ordu fırkalara, fırkalar alaylara, alaylar taburlara, bölüklere tâ takımlara kadar tefrik edilir; tâ ki her neferin vazifelerin tanınsın, bilinsin. Aynen öyle de: Hey’et-i içtimaiyye-i İslâmiyeye, büyük bir ordudur., kabâil ve tavâife inkisam etmiş (kabile ve gruplara ayırmış). Fakat binbir birler adedince cihet-i vahdetleri var: Hâhıkları bir, razzakları bir, peygamberleri bir, kıbleleri bir, kitapları bir, vatanları bir, bir bir, bine kadar bir, bir...”

Diğer bir ifadesinde iman şuurunun toplumda sağlayacağı birlik ve beraberliğin önemine dikkat çekerek şunları söylemektedir: “İmanın verdiği nur ve şuur ile ve sana gösterdiği ve bildirdiği Esmâ-i İlâhiyye adedince vahdet alâkaları ve ittifak râbıtaları ve uhuvvet münasebetleri var. Meselâ: Her ikinizin; Hâlikınız bir, Mâlikiniz bir, Mâbûdunuz bir, Râzıkınız bir... bir bir, bine kadar bir bir. Hem Peygamberiniz bir, Dininiz bir, kıbleniz bir... bir bir, yüze kadar bir bir. Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir... ona kadar bir bir..

Ve sebatsız şeyleri tercih edip mümine karşı hakîki adâvet etmek ve kin bağlamak; ne kadar o rabıta-ı vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete karşı bir istihfaf ve o münâsebât-ı uhuvvete karşı ne derece bir zulüm ve i’tisaf olduğunu; kalbin ölmemiş ise, aklın sönmemiş ise anlarsın.”

İrşadın fazileti

“Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü men eden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir” ayeti, irşad ve tebliğ görevinin bir farz-ı kifaye olduğunu göstermektedir. Cenaze namazının bir kısım insanlar tarafından kılınmasıyla diğer müslümanların da vebalden kurtulmaları gibi, gaflet tabutuna sıkışmış insanları manevi bir cenaze şeklinden kurtarıp uyandırma işi de kollektif bir çalışmayı gerektirmektedir. Ancak, bu vazifeyi bazı kimselerin yapması halinde diğer insanlar bu sorumluluktan kurtulurlar. Aksi takdirde bütün toplum ve özellikle günümüzde belki de bütün bir insanlık camiası mesul olur. Çünkü bugün artık dünya bir şehir hükmüne geçmiştir. İletişim araçlarının artmasına paralel olarak etkileşim de artmaktadır. İnsanı insan yapma idealinde olan İslam dininin onay vermediği her türlü insanlık dışı eylem ve tavırların zararları ferdî olmaktan çıkmış, sosyal bir vakıa ve ictimaî bir facia durumuna gelmiştir. “Siz insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a inanırsınız.” şeklindeki ayet-i celile de bu kollektif şuura işaret etmektedir.

İslam alimlerinin de belirttiği gibi, İslam dinine şüpheler koymaya ve müslümanların başlarına birtakım çoraplar örmeye çalışan, ancak hedeflerine varma yolunda bugünkü kadar şehevî duyguları, nefis-heva ve hevesi kamçılayan bir ortamı bulamayan fesat şebekelerine karşı, insanlığı uyarmak ve İslam’ın güzel ahlâkına davet etmek farz-ı kifaye idi.

Ama bugün mal, güç, nüfuz, kadın ve ideolojik saplantılar gibi dünyevi bütün imâanlar Allah’a giden yolun ve O’nun rızasına kavuşmanın önünde engel olma seferberliği içindedir. Onun için bu gün İslam’a dâvet görevi artık farz-ı ayin durumuna geçmiştir.

Hz. Peygamber (a.s.) Hayber savaşında Hz. Ali’yi mübarezeye gönderirken “acele etme, her şeyden önce adamları imâna dâvet et. Allah”a yemin ederek söylüyorum ki, Seninle bir tek kişinin imâna gelmesi sürü sürü kırmızı develere sahip olmandan daha hayırlıdır” buyurmuştur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum